Bölüm 27

202 26 54
                                    

Salih Bey "Ali, sana karakola gitmeni söylemiştim, burda olduğumuzu nereden öğrendin"

"Sonra anlatırım" diye Ali Asya'yı henuz gelen ambulans elemanlarına teslim ederek Salih Bey'e teşekkür etti. Salih Bey ona bakarak, arkadaştan öte müdürünün oğlu ile gururduyur gibi ifadeyle

 "Ali, ya Ali Suray Karahan demeliyim" diye Aliye baktı. Ali onun yüzüne bakarak çocuksu tatlı gülümsemesiyle "Ali de, her zamanki gibi, Salih Abi" dedi.

" İşimize karışsanda yardımını danamam. Umarım bir de buralara yolun  düşmez"

"Umarım."

"Annene selam söyle, sofrasında az oturmadık"

"Söylerim"

            Şovalesini yanında taşıyan ressam kıvraklığı ile elindeki fırçasını aydınlık ve karanlık renklere daldırarak, sağındakı iyilikleri, solundaki kötülükleri kafasındaki tabloya sığdırmaya çalışıyordu. Onların- ancak birlikte boy gösterirken -ne yaptıklarını o zaman görecekti. İç yüzlerini ve niyetlerini açığa çıkaracaktı. Onlar ki karanlıkla arkadaş olup aydınlığa tuzak kurmuşlardı. Güneşse her zamanki gibi geceye üstün gelip tuzakları gün yüzüne çıkarmıştı. İşte bunu görmek neye desen değerdi. Onları kendi tuzaklarında boğmak, kin, nefret ve kıskançlığa giydirdikleri elbiseyi çıkarmak, çıplaklığıyla yüzlerine vurmak iyi gelecekti. Ama vazgeçmişti bunu yapmaktan. Asya'nın dayılarına yardım ederken, onu ne kadar tehlikeye soktuklarını anlamasalar da, kendi intikam duygularını tatmin etme niyetiyle kötülüğe halka olmuşlardı. Dededen kalma mal varlığına mirasçı istememe bahanesiyle yıllar önce yaptıkları infazın tekrarını yapmak için İhsan ve Esra gibi birilerinin yardımı onlar istemeden ayaklarına kadar  gelmişti. Ve bu zincire biri daha dahil olmuştu, üvey anne. Kocasının soyadını taşıyan bu kız yarın olur "vefa borcu" diye mirasa ortak edilirdi  belki. Aralarında hiçbir bağ olmamasına rağmen Sabahattin'in yıllarca Emine'ye geri dönme çabasını ve buna da o kadının izin vermediğini biliyordu "Bu bir lutufdu, onun için, cocuğu babasız kalmasın diye- geri dön deseymiş dönerdi"- kin ve nefretin biriktiği ve patlak verdiği o gün Esra Sanem Hanım'a ulaşmıştı. Onun hakkında bilgiler isterken ne tesadüftür ki para olayı çıkmıştı. Sabahattin'den gerçeği ögrenince de Sahibe Nazar'ı işaret etmişti. Sadece küçük-Sanem hanımın verdiği bilgler doğrultusunda –araştırma sonucu Ahmet ve Cemal beylere ulaşılmıştı. Asya da oraya gelince, miras için geldiğini düşünmüş ve kolayca peşine düşmüşlerdi. Ali ordayken planlar kurulmuş götürecekleri yer belirlenmişti. 

Gel gör ki merak başa bela olma teorisini bir daha ıspatlamıştı. Ali'nin ilişkisi olduğu kızı telefonla kaç kez aramış tehditlerini savururken yüzündeki ifadeyi görememesi içinde ukte kalmıştı. İşte Asya'nın üzündeki korkuyu görme merakı Ali'ye "yakalatmışdı" onları. Şeytanın oyunu bozulmuştu. Sanem'in Asya'yla son görüştüğü yerde kaçırılmasını anlayınca siyahin griyle arkadaşlığı ortaya çikmiştı. İhsan, yirmiyıllık geçmişi olan o eski arkadaş ve kavga dövüş olsa da iki yıl hayatını, üç yıldır soyadını paylaşan kadın intikam hirslarını biraraya getirip oyun oynamışlardı ona. Artık gözünden pat diye düşen oyuncu bozması İhsan onun için renklerin en anlamsızıydı. Ne siyah gibi siyahtı, ne beyaz gibi beyaz. Griydi, her rengin yanında rahatca kendine yer bula biliyordu. Silikti,  görünür, ama fark edilmiyordu. Pişmanlığı bir acı olup kalbine çökmüştü. Yine kendini suçluyordu. İşte yeni suçlama bahanesi vardı.

 "O hiç zaman benimle arkadaş olmamış. Sadece gölgesinde gezeceği birini aramış kendine, başkasının da gölgesini taşımak, bir zaman sonra ağır gelmişti ona. Kendi gölgesini yaratmak istese de gücü yetmemişti. Ve yine başkasının gölgesine siğınarak yalnış yapmıştı. Zavallı İhsan ne yapacağını bilmeden yaşamıştı. Arkadaşının başarılarını seyrederken kıskançlıkla beslenmeye harcadığı zamanı kendisine harcasaydı oysa, belki de kendisi başkalarına gölge olurdu.'  Ali düşüncelerini üst üste toplayıp fikir denizinde boğdu. Artık ışığını da gölgesini de kimseye bırakmayacaktı. Onları yanına alıp koynuna sakladı.

           Rakı sofrasında bekar kalması şerefine kadehler kaldırılıp bekarlığın şenine övgüler yağdıran arkadaşlarının samimiyetsizlikleri gözlerinden okunuyordu. Hepsi evliydi ve "evden karı dır dırı ve çoluk çocuk seslerinden kaçdıklarını" söylüyorlardı. Oysa Ali evdeki ve içindeki yalnızlıktan kaçmıştı. Dilleri başka gözleri başka söyleyen arkadaşlarının hiç de hayatlarından memnun olmadıkları söylenemezdi. Hepsi hayatından gayet memnun ve bunu dile getirmeyece kadar da  ikiyüzlü idiler. Bir onlara baktı bir de kendine.   Ve de arkasında bıraktığı enkaz yığınına. Tek tesellisi bu enkaz yığınları üzerine basa basa içindeki Ali'nin yarısını kurtarabilmesiydi.

              Mehşur Ali Suray, koca yürekli, naif, romantik, sevgi dolu, samimi, kırılgan Ali Suray. Hayranlarının dörd dördlük, on parmağında on marifet, akıllı,  mükemmel Ali'si, Ali abisi. O herkesi seviyordu. Yalnız onu sevenleri değil, sevmeyenleri de. Karşılık beklemeden. Bazen güçsüztü, bazen de güçlü. Bazen sabırlı, bazen de sabırsız. Bazen hayatından memnun, bazen de kızgın. Bir şeyi unutmuyordu-kendine minnetdar olmayı -yapmak istediklerini yapabildiği için. "Onların gördüğü gibi mükemmel adam değilim ben. Ben de herkes gibi bazen başara bilen, bazen zorluklar karşısında aciz kalan zayıf, kendisiyle bile başedemeyen biriyim." Gözlerinde kederi taşıyan, ama gülmekten vazgeçmeyen adam, gülüşüyle maskelenen adamdı-Ali'ydi  bunları Asya'ya anlatan "Ben kederimi gözlerimde dondurdum, belki biri çıkagelir takılır gözlerime, eritir o kederi. Alır gözbebeklerimden onu. Bir borç için sevmeyecek, minnet için bağlanmayacak birisi ısıtacak gözlerimi. Onda hapis olan o ışığı özgürlüğüne kovuşturacak. Ve o zaman,  farklı baktığım o gün, sevdiğim gündür. Dudaklarımdaki gülüş gözlerime konup, oradakı kederi dimdikleyip çıkarır ise o zaman ben, gerçeğimi bulmuşum demektir." Asya susakalır, kendini ifade edecek laf bulamaz onca sözün, öğrendiği onca dilin lügatinden. Sadece dinliyordu. Dinlemek için değil kelimelerini kalbine, sesini yüreğine kazımak için.

 'Sana bakınca içimde varolan kırık dökük hikayelerim tamamlanır gibi oluyor. Belki bir gün o hikayeler gerçekten tamamlanır. Ama daha....değil.' son cümlelerini ise kalbinden söylemişti Ali. Kurtardığı yarısının peşine düşerken. Asya'sa kalbinde biriktirdiği onca sözden sadece "hoşca kal" diye bilmişti. Onun  sesinde hoşça kala sığdırdığı anlamı görebilmişti . Vuslatın tadını alabilmek için gidiyor gibiydi. Ruhu  açtı ve onu doyurabilmek için yine  bavulunu hazırlamıştı.

Yarısını kurtaran adam veya Aktör(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin