7

317 80 7
                                    

Sağ bacağını kapının, tokmağına sert bir şekilde bastırdı. Tüm gücünü feda eder gibi bastırdı. Defalarca denemenin ardından büyük bir umutsuzluk içinde son denemelerini yapıyordu. Var gücüyle. Ani bir hareket yaparak arınır gibi bıraktı. Bu defa daha sakin olmaya özen gösterdi. Yüzü her gün bir parçasını kaybeder gibi, zayıflıyor bir ruh gibi görüntüsü vardı. Göz kapaklarını yavaşça kapattı. Derin nefesler alarak nöbet geçiren bir ruh hastası gibi haykırdı. Tüm sinirine yenik düşerek, tüm yaşananlara yenik düşerek haykırdı. Duyduğu tüm hisler sinir miydi? acı çekmek miydi? yoksa tüm yaşamını kaybetmek miydi? Oda artık karar vermiyordu. Geçirdiği birkaç dakika siniri kimsenin yardımı olmadan yok olup gitmişti. Ölen insan gibi ne teselli dinler, ne de teselli edilir. yok olup giderler. Belki yalnız koca bir şehir ağlar ve ağıtlar yakar, ne önemi vardı ki öldükten sonra.
Bunları düşünürken
"Peki ben niye ölmüyorum?" diye söylendi. Gözlerindeki biriken yaşları akıtıp Kapıya yaslanmış bir şekilde oturuyordu.
Bir sessizlik bürünmüştü tüm bedenine. Sarmıştı tüm güzeliği bir anda yok oluyordu. Giydiği kıyafetin eseri bile kalmamıştı. Yapış yapış olan bedeni tıpkı ahrın içinde kalmış gibi kokuyorduda. Bir Arabistan kültürünü taşıyor Mat siyah abay'ı ruhunu yansıtıyordu. Tüm zarafeti bir elbisenin içinde yok olmuştu.
Bir kaç saat sessizlikten sonra kapının şakırtı yapan anahtar sesini duydu. Artık bunun bir önemide yoktu. Çünkü geleceğin kim olduğunu biliyordu. Bu bayan peçeli nedimeydi. Bir müslüman gibi giyinir ama şeytanı andırırdı gözünde. Acımasız kadın sanki daha önce intikam almak için bu günü beklermiş gibiydi. ismini bile bilmezken 'bayan peçeli' diye anardı.
Kadının elinde bir bez parçası vardı. Beyaz renkli sade ve şık kenarları iğneyle işlenmiş görüntüsü tüm güzeliğini sergiliyordu. Bayan peçeli elbiseyi havaya kaldırarak şıklığını ifade eder gibi gösteriyordu.
"Efendim; bunu giymeni istedi."
Sanki ona inat yaparmış gibi tüm bedenini sarsmıştı. Ani bir hareket yaparak, beyaz renkli elbiseyi elinden çekip elinin arasında sıkştırarak sert bir şekilde çekiştirdi. yırtar gibi hareketler yapıyordu. Bir hareket daha yaparak bardağı taşıran son damla olmuş gibi, ayakların arasına alarak yırtmaya çalışıyordu. Bayan peçeli buna dayanmayarak Ayakların arasından alıp
"Ne yapıyorsun delirdin sen" dedi ve elbiseyi topallayarak göğsünün üzerine koydu.
"Asıl deli sizsiniz beni burada tutarak delilik yapıyorsunuz"
Tüm sinirini çıkarıp derinden nefes alıp, verdi.
Kadın ise peçenin altında sinirinden terlemiş bir şekilde tuana'ya bakıyordu.
"Ne yaptığını zannediyorsun. Efendim sana iyilik yaparak hata yapmış. Bu pis elbiseyi daha ne kadar giyeceksin!" diyerek bağırdı.
"Ne diyorsun sen! Zaten bu pis odada yaşıyorum elbise pis olmuş, olmamış ne önemi var."
Kadın elbiseyi yere fırlatarak
"Hah.. ister giy ister giyme umurumda değilsin. Sen efendime dua et."
Kapıyı açtığı gibi dışarı çıkıp kapıyı kilitledi.
Tuana, aniden yere yığılarak tüm acıyı, tüm kaybedişi gözlerinin önünde sezildi. Varlığıyla yaşam arasında büyük bir yok oluş isteği duydu. Ruhuyla birlikte yok olmak istiyordu. Gözlerinden şimşekler çakıyor, her an yağmur seline kapılacakmış gibi titriyordu.
Yaşamından büyük kopuklar yaşıyordu. Doğduğu günden bu yana kadar ne oldu, ne bitti gözlerinin önünde canlanıp durdu. Bir an için büyük bir üzüntü, büyük bir arzu, ve büyük bir pişmanlık hisi duydu. Bazen gülüyor, bazen ağlıyor, bazen de kendini kaybediyordu. Yaşamakla, yaşamamak arası gibi bir duyguya kapılıyordu. Defalarca ölmek istiyor ruhuyla birlikte yok olmak istiyordu. Üstündeki kıyafete bakıp leş olmuş durumdaydı. Saçı sanki elektrik çarpmış tel tel olmuştu.Öyle bir görünümü vardı ki, eski halinden bir misli bile kalmamıştı. Üstüne bakarak sırıtıp
"Hayat ne kadar tuhaf değilmi! Sanki buraya aitmişim gibi.." diye söylendi. gözlerindeki biriken yaşları özenti davranır gibi siliyordu. Yatağa yüz üstü uzanarak, hayal aleminde bir köşe bulmuştu kendine. Ve bu hayal aleminde çınar ağacın altında sahili izliyordu. Bu Hep olmak istediği yerdi orası. Hep orda olmayabilirdi ama ruhu daima ordaydı. Ruhunu, hayallerini, yaşamına ait herşeyi teslim etmişti bu sahile. Bir çınar ağacıydı hayallerini gizliyen, bir sahildi ortak olan.
Kuşlar uçuyor, güneş batışı sahilin sert ve karışık dalgalarının bir müziğe eşlik edip dans etmek gibiydi. Bir anlık da olsa bedenini orada bıraktı. Sonra tekrar ruhu ona dönmüştü. Güneş'i görüyor, büyük bir nefes alarak elini havaya kaldırdı. Parmak uçlarıyla güneş'e meydan okurcasına parmaklarından o sıcaklığı geçiriyordu. Varlığından lezet alır gibi oldu. Tüm bedenini ruhunu orya teslim etti.
Belki asırlar belki yıllar geçmiş Birden irkilerek uyandı. Kaç gece kaç gün geçmiş bilmiyordu. Etrafa göz gezdirerek yemek tabaklarını gördü. Yavaşça adımlar atarak tabağa ilişti. Tabağı yerden alarak yatağın üzerinde oturdu. Yutkunarak bir kaç lokma yedi. "İnsanlar yaşamak için mi yemek yer? Yada tat alabilmek için yer? Belki sağlık için, belki mutlu olmak için ya da çok yer zihinleri çalışması için? Peki ben niye yiyorum bir sebep..yaşamak için mi? Yoksa ömür boyu burada esir olmak için mi? Benim buradan kurtulmam imkansız. Ne bir kimliğim, ne bir pasaportum, nede vizem.. Bu kötü adam beni bırakırmıyor? Peki ben neden yaşıyorum acı çekmek için mi! Her gün ölmek için mi?" tabağa bakarak söylendi.
Bir kaç lokma yemesine rağmen tabağı yere fırlatarak
"Neden yaşıyorum beeen" diye bağırdı.
Bir anlık gürültü tüm odayı sarstmıştı. Belki asırlar geçmiş, belki saatler geçmişti. Öylece durup uzaklara daldı. Bir anda bir ayak sesi duydu. Kapıyı tek hamleyle anahtarı çıngırağa sokarak kapıyı açmıştı. Tuana olduğu yerden kımıldamadı. Gözünüde sabit bir şekilde avuçlarında odaklanmıştı.
Bir erkek nefesi alıp veriyordu. Hareketlerini bile görüyormuş gibi hissini duyuyordu tuana. Ani bir hareket onu yerinden fırlatatcaktı. Ensar ağır adımlarla tuana'ya yaklaştı.
"Nasılsın umarım iyisin ?" inleyeci konuşması berbat kötücül bir şekilde baktı. Ensar yavaşça tuana'nın oturduğu yatağa eğildi.
"Neden cevap vermiyorsun?"dedi arpaçasını vurgulayarak.
Tuana, tiksinircesine ensar'ın kahverengi gözlerinin altındaki mor halkalar ve etrafını çemberleyen kırışıklar onu yaşlı biri gibi gösteren yüzüne baktı.
"Ne dememi istiyorsun bir şizofren olduğunu mu? söylememi istiyorsun. Yoksa tam bir deli olduğunu mu söylememi istiyorsun?" dedi bozuk arapçasıyla. ensar hafifçe kımıldayarak nefes aldı.
"Haklısın seni neden burada tutyorum. Belki sorun ne sende nede bende olabilir. Belki bunun bir mantıklı açıklaması vardır, benim söylememe gerek yok. Bunu sen düşün, belki çok sevdiğin biri seni buraya sürükledi. Belki çok yakınındaki biri seni buraya mahkum etti."
Tuana birden irkilerek
"Ne diyorsun sen. Neyin peşindesin beni buraya tıkmadığın yetmiyor mu, birde birine iftira atıp kendini haklı mı çıkartacaksın? Sen gerçekten bir şizofrensin. Hata tüpedüz delisin"
Ensar sert bir bakış atarak
"Vallahi benim öyle bir niyetim yok. Ben gerçekleri söylüyorum ayrıca ben şizofren değilim. Bunu sana yapanlar şizofren"
"Yalanlarına inanacak kadar aptal değilim."
"Bana inanmayarak aptallık yapıyorsun. Sana kim olduğunu söylerdim ama şu an hiç vakti değil"
Ensar yerinden kımıldayarak kapıya yöneldi. Arkasına bakıp
"Bak sana birinin ismini verebilirim mesela 'NURAY SABANCI' belki sana yabancı gelmiyor, sen buraya hiç gelmemeliydin. Neden biliyormusum? Çünkü buraya ben seni getirttim bunu aracı olarak nuray'ı seçtim güzel bir seçim değilmi?" Arapça aksanıyla ismini kavrayamadı.
Tuana şok geçirerek gözlerini kocaman açtı. Tek tük bir şey hatırladı üzerinde alev yağarmış gibi bir hal vardı. Oradan uzak bir alemdeymiş gibi kendini mekke'de medine'de, ve riyad'ta buluyordu. Arada bir yüz rengi değişiyor bazen sararıyor, bazen morarıyordu.
"Hayır bu doğru olamaz, inanmıyorum sana"
"Bizde bir söz geçer akıl gözün aynasıdır. Aklıda kalan kısımları göz önünde bulundur. Sadece bu değil daha çok şey neyse vaktimi çok harcadın" diyerek Kapıyı hızlı bir şekilde açarak kapatıp gitmişti.
Tuana, arada olanları hatırlıyordu. Parkın çıkışında nuray hanım beklmesini istemişti. Böyle bir kumpaza getirilmişti. Bu gerçekten kötü bir kumpastı ve hala olanlara inanmıyordu. Çünkü inanması güç bir durumdu. Bir anı canlanıp gözünün önünde yok olup gitmişti. İnanmak istemiyordu. "Bunu nasıl yapabilir? ne alakası var Ayşe abla gurubu bir arada toplamamış mıydı? Nuray hanım masrafı bir çoğunu ödemişti. Hayır! hayır!" diye söylendi. Birden yerinden sıçrayıp
Göz önünde bir sürü anı canlandı. Nuray hanımın onu nasıl süzdüğünü bazen ona saçma sorular soruyordu. "Ailen ne iş yapar kardeşlerin ne yapar, ne içer" bunun gibi sorularla söyler dururdu.
Tuana irklerek
"Ah aman Allah'ım ne kadar ahmakım nasıl anlamamışım; ben gerçekten bir aptalım. Peki neden bunu bana yaptı? Ben nasıl.." gözlerinden biriken yaşları akıtı.
"Bunu neden bana yapmıştı? Bu durumu hepsini çeviren oymuş. Nuray hanım beni ölüme terk etmişti. Ve benim hiç bir suçum yokken beni ölüme terk etmişti." diye söylendi. Artık bunun bir önemi yoktu. Çok geç öğrenmesi kızıyordu. Oysaki o deli gibi gezerken olanlardan habersizdi. Bu odada oturarak Elinden hiç bir şey gelmiyordu. Kül rengi bir odanın içinde tutsaktı. Belki günler geçmiş aylarda geçmişti. Belki şehrin dışında, belki bir bodrum katında, belki yer altındaydı. Herkes den uzak bir dünyada nefes alıyor, varla yok arası gibi yaşıyordu. Kelimelerle ifade edilecek gibi değildi.. 'Belki buradan kaçmak! buradan çıksa bile kim ona yardım edebilirdi ki? Suud polisi onu ailesine teslim edebilir miydi? Kabul etti diyelim peki ailem haber gönderdi diyelim peki ailem buna inanır mı? Belki de nuray hanım bu durumu açığa çıkmaması için her türlü oyun çevirmiştir. Beni nasıl buraya getirdiyse bunu örtbas etmiştir' diye düşünürken Artık bunu düşünmek bile ona saçma geliyordu. Çünkü o suçlu gözünün önündeydi. Aptallık edip bunu nasıl düşünebilir ki, Güçlü durması gerekiyordu. eğer böyle hayal kırıklığı yaşasa bu durumdan kurtulamazdı. Kendini bir oyunun içinde bulmuştu. Bunu düşünmemek mümkün değildi. Ona yapılmış ihaneti düşünüyor, belki de daha bir çok kişi ona ihanet etmişti.
"Hayır! Hayır! Olamaz" tekrar göz önünde bulundurularak. aklında bir sürü imegeler geçmişti. Kimi zaman tuana'yı takip ediyor, kimi zaman gizliden tuana'nın fotoğraflarını çekiyordu Durduk yerde. Artık buna da anlam vermiyordu. Daha net hatırlamaya başladı.
"Evet evet Bu nasıl olur? Neden bunu bana yaptılar? Ben onlara ne yaptım? Neden beni ölüme sürüklediler?"
bunları söylerken, bir yandan göz yaşlarını akıtıyor bir yandan tüm umudunu kaybetmiş bir şekilde ağlıyordu. Düşünceleriyle meşgul olurken kaç saat kaç gün geçtiğini bilmiyordu. Yatağa doğrulup iki elini bacakların arasına alarak gözlerini hafifçe kapatı. Gözleri ağlamaktan yorulmuş ağlamak bile acı geliyordu ona. Bu yaşanmamazlık karşısında tüm duygularını döküp duruyordu. En çok da annesinin sesi kulaklarında çınlıyordu. Belki annesine karşı hiç saygılı davranmamış, belki annesine verdiği sözü tutmamıştı. Ama bu onun sevmediği anlamına gelmiyordu. Yarasına tuz batarmış gibi annesinin o ağlamaklı sesini duyuyordu.
"Gel kızım gel"
Diyordu. Tıpkı yalvarır gibi, tıpkı acı çeker gibi bunu duymak tuana'ya daha çok acı geliyordu. Biraz acı, biraz ağlamak onu daha derinden etkiliyordu. Uymak, istiyor hiç uyanmamak üzere hiç acı çekmemek üzere uyumak istiyordu. Yaşamak ona acı geliyordu. Artık hiç bir organın ruhunda çırpınmasını istemiyordu. Kalbinin bedeninde atmasını istemiyor, Gözlerini kapatıp bu odaya hiç girmemiş gibi hiç odanın rutubetinin kokusunu almamış gibi hissetmek istiyordu. Aklı sürekli kül rengi odaya geri döndürüyordu. Onu çekiştirip kalbi ritmini daha fazla yapmış ve onu ölüme bırakır gibi uyuşuyordu bedeni. Tüm vücudu sarsıyor bir titreme meydana geliyordu. Art arda titremeler onun ruhu, bedeni üşüyor gibiydi. Aniden terlemeler, titremeler, nabzı zayıflamış Bir bağımlı gibi titriyordu. iki elini başına başına koyup yatağa uzandı. Elleri titremesi tıpkı titreyen telefon gibiydi. Zayıftı, artık buna dayanamıyordu. Gözlerini kapatarak tüm bedenini uykuya verip hiç acı çekmemiş gibi verdi kendini uykuya.

VERDE (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin