Giriş alanına girdiğinde musab, göz işaretiyle beklemesini istedi. Gözlerini hafifçe burkup, giriş alanına bakındı. Musab bahçe alanına girdiğinde arakasında yürümüştü. Bahçenin muazzam serinliği, baş döndüren doğalığı istemsizce hayran hayran bakıyordu. İki yıl önce, bu alana gelmiş ama gezememişti ve Bu sent onu hayal kırıklığına uğratmış ömür boyu izini bırakmıştı. Şimdi gelişmiş çağın modern alanıydı. Yapay havuzlar, yeşil ağaçları çevreleyen bitkiler ve akıp giden şelaleler.. Ona öyle bir şey hatırlatmıştı ki, sanki geçmişine gider olmuştu. Ağlamış şişmiş gözlerindeki nemlilik hava vurunca istemsizce ağlama moduna giriyordu. Yavaş adımlarla şelaleye doğru yürüdü ama ayakları gerisingeri gidiyordu. Şelaleye vardığında güneş çökmüş gözlerindeki halkalar belirginleşmişti. Arkasında irfan, ona doğru adım atıyordu. Fark edince yüzündeki tebessümle arkasına doğru baktı ve sağına soluna bakındı. İrfan yoktu. hafif bir sıcaklık bastı. Adeta onunla oyun oynuyordu. Bir sağında bir solundaydı. Ellerini birleştirdi, gözleri aralığındaki mucizevi geçmiş yok olmuştu. İnsanlar müzeye doğru akın ediyordu. Gözlerindeki solgun yaşlar aktı ve önündeki şelaleye bakındı. Tekrar arkasına bakınarak gözleri bir anda çöktü. musab, tam onun arkasında bakındı. Hayal kırıklığına uğranmıştı. Sanki bir anda irfan arkasında gibi hissetti. Tuana gözlerini yavaşça eğdi ve gözlerinde esrarlı bir göz yaşı süzülmüştü. o an onu öyle gören musab içten bir bakışla gözlerini kıstı. Musab daha önce hiç bu kadar duygusal bir an yaşamamıştı. Tuana'nın duygularını hisseder gibi anlayışça bir ifadeyle bakındı. Tuana gözlerini yukarı doğru kaldırınca
'Gitti o' der gibi baktı. Musab yüzündeki belirginsiz hüzün başını iki yana saladı.
"Hadi gidelim" dedi.
Tuana, gözlerini silerek müzeye doğru adımlar attı. Arkasına bakındı bir umut niteliğinde, belki onu görme umuduyla gözünü gezdirdi ama turistlerden başka hiç kimse yoktu. yüreğinde bir burkulma oluşmuştu.
Müzeye girdi giriş bölümündeki güvenlikler etrafı gözlemliyordu. Musab elini cebine atığında kimliğini onlara gösterip içeriye doğru yürüdüler. Klasik bir fon müziği buna eşlik etmişti. İlk girişinde çömleklerden yapılmış tarih eserler, kaftanlar, savaş alanındaki eserler hepsini tek tek bakındı. Cam içerisinde bulunan çömlekler, fosiller ve daha bir çok şey. Tam kral abdul aziz kılıçlı alanına girdiğinde bir kaç turist esere bakıp gitmişti.
"Bir dakikamız var. al bunu, kulağına tak ben sana ne zaman al dersem o zaman alacaksın" Dedi elindeki kulaklığa benzer aleti ona uzatı ve eline lazer ışığındaki aleti cam kenarına sabit bir şekilde gezindirdi. Yeşil bir ışık yandı. Bir anda çıkan çıt sesiyle irkildi. Bir tıkla aralanmıştı cam. tuana camı süzüp yavaşça elini gezdirdi.
"Sana ne zaman başla dediğimde o zaman camın kenarını itip değiştireceksin" dedi musab ve koşar adım geldiği bölümüde doğru yürüdü. Bir kaç odadan ibaret boş koridorda güvenlik sisteminin olduğu alana ve Giriş alanındaki odanın karşısına geçip içeride kimsenin olup olmayacağına baktı. Neyseki kimse yoktu. Hemen devreye geçip çantasından bir kabloyu bilgisayara bağladı ve telefonunda iTunes sistemine bağlantı kurdu. Güvenlik sistemindeki ayarları telefonunda birkaç şifreyle ele almıştı.
"Orada kimse var mı?" Diye sordu.
"Bir kaç turist var" dedi tuana
"Tamam gitmesini bekle"
Birbirilerine bakan turistler ingiliz aksanıyla konuşup eserlere baktı.
Saniyeler sonra turistler gitmişti.
"Gittiler"
"Tamam hemen değiştir"
Tuana aniden dizleri titreyip elini cama doğru gezdirdi. Bir kaç defa çekmesine rağmen çekememişti.
"Hayır olmuyor, çekilmiyor" dedi sinirle.
"Aşağıya doğru it ve yandan çek"
Tuana aynısını yaparak cam açılmıştı. Elini feracesine doğru atarak elindeki hançeri tam değiştirecekti ki, bir kaç turist içeriye akın etmişti. Tuana alelacele camı tekrar kapatı.
"Yapabildin mi?" Diye sordu
"Hayır bir kaç turist geldi."
Musab mırıltılı bir kaç küfür saymıştı.
"Perfection date an" diyen genç kadın esere bakıp
"You" diyerek tuana'ya baktı.
"What" dedi tuana.
"Excuse me" diyerek
Bir dakika sonra gitmişti.
Elini aceleyle cama kaydırıp bir kaç denemenin ardından camı açmıştı. Elinde tuttuğu hançeri aynı yeri tespit ederek hançer değiştirdi. Elinde tutuğu hançerin ağırlığı sahte hançerin yanında hiç kalıyordu. Sanki bakırdan bir ağırlıkmış gibi kaplanılmıştı. Işık gibi parlaklığı gözlerini kamaştırmıştı. Feracesinin ön kısmına yerleştirip, camı kaptma girişlerinde bulundu. Camı bir sağa sola itip kapatmıştı.
"Aldın mı?" Diye sordu.
"Evet"
"Tamam beni bekle geliyorum"diyerek iTunes bağlantısını kesip tüm güvenlik sistemindeki bağlantıların geçmişini silmişti. Böylelikle kimsenin fark etmesi olanaksızdı. İphone'de bir titreşimle telefonunda baktı ve güvenliklerin yaklaştığını görmüştü. Tüm sistemleri kontrol edip kapıyı yavaşça araladı. Yılan gibi sıyrılmayı başarmıştı ki, karşısında bir güvenlikle karşı karşıyaydı.
"Ne yapıyorsun sen burada?"dedi güvenlikçi.
"Ben polisim. Burayı kontrol etmek için geldim. Sisteminizde bir sorun var galiba"
Güvenlikçi şüpheli bir şekilde bakıp baştan aşağıya süzdü. İri yapılı gereken eğitimi almış duruşunda sarsılmaz bir güç olduğunu sezmişti.
"Kimliğinize bakabilirmiyim?"
"Elbette" diyerek elini sağ cebine atarak ona doğru uzatı. Güvenlikçi kimliğe bakıp sakince
"Afedersiniz" dedi kimliği tekrar ona uzatı.
Musab kimliği alıp soğukkanlı bir şekilde uzaklaştı. Tuana'nın olduğu bölüme doğru yürüdü. Tuana bekler bir vaziyete kenarda köşede parmaklarıyla endişeyle oynuyordu.
Gözleri musab'ı görünce, yüzündeki tedirgin halinde ansızın düşücek gibi oldu. Kendine çeki düzen vererek musab'a doğru adım attı.
"Bitti mi?"
"Cam işini haledeyim biter" dedi ve esere doğru adım attı. Kameranın olduğu yere doğru sırtı dönük bir şekilde durdu.
"Karşıma geç. Kamerada fark edilmesin" dedi.
Tuana karşısına geçip sakince durmaya özen gösterdi. Musab, elinde matkap şeklinde küçük bir aletle camı tekrar sabit tutmaya çalıştı.
Bir kaç dakika sonra işleri bitebilmişti. Aleti çantasına yerleştirip
"Hadi gidelim" dedi.
Musab'ın sarsılmaz duruşundaki yürüyüşü tuana'nın titreyen vücudun yanında hiç kalıyordu. Müze bahçesinde yavaş adımlarla dışarıya sakin ve belli etmemeye çalışarak yürüdüler. Arabaya bindiklerinde musab sabırsızca
"Hançeri ver"dedi.
Tuana elbisesinden çıkartı ona uzatı. yapılışı bile kaliteli olan bu eser gözleri kamaştırıyordu. Desenleriyle ört pas edilmiş ve vazgeçilmez bir özeliği vardı. Keskindi, sağlam ve çok doğaldı. Musab hançeri bir kaç dakika inceledikten sonra sağ cebine koydu. Telefonunda kasım'ın nerde olduğunu gözlemledi.
"Eve gitmemiz lazım."
"Neden?"Diye sordu tuana Gözlerini kocaman açarak.
"Bu hançerin şifresini çözmem için bir saatim var."
"Ne! Şifre mi? Bu hançerin şifresi mi var?"
"Evet"dedi musab soğukkanlı bir şekilde.
"Şifre için mi aldın? Şifreyi ne yapacaksın?"
"Bunu daha sonra anlatırım. Sadece eve gitmemiz lazım"diyerek arabayı çalıştırdı.
Kral abdul aziz, müzesindeki ana yoldan sağda düz gidip Abdullah yolundan düz ilerlemişti. caddeler arasında geçiş yaparken, tarihi alanların görkemli manzarası onu büyülüyordu. Bir kaç sokak sonra evin önüne varmışlardı. Tuana içindeki acıların tekrar devreye girdiği hisseti. Aniden kalbi çarpıntı yapar gibi titremeye başladı. Eve baktığında herşey tekrar tekrar gözlerinde bir filim şeridi gibi canlanmıştı. Dışarıda bekleyen irfan'a doğru koşuyordu ve inanılmaz bir şekilde heyecanlar sardı etrafını. Göz mimiklerinde solgun halkaları aniden canlanmıştı. Geceleri gülerek girdiği bu eve çıkarken mutluluklarını gizleyen ruhları çiftleniyordu. Bahçeye doğru adım attı.
"Daha bir kaç gün önce buradaydın" diye mırıldadı yüreğinde bir hüzünle.
Musab kapıyı açtığında holiye doğru adım atabilmişti. Yavaşça, usulca adım attı. Dudakları titreyerek hıçkırarak ağladı. Gözlerinde aniden göz yaşlar süzülmüştü. Holde duran koltuğun üzerinde oturmuş, irfan ona hikayeler, masallar, bilimden, yaşamdan tüm evreni anlatıyordu. Gözleri mutfağa doğru kaydı. Mutfağa bağlı olan küçük pencereden ona bakıp gülümsüyordu. Pencereye doğru yürüdü, irfan tam karşısında ona bakıyordu. Elini cama dayayıp dudaklarına doğru götürdü. Aniden yok olmuştu. Kapıya doğru yürüdü ve mutfağın içine girdi. Kafasında aniden gürültü yapan çan sesleri gibi sesler işitmişti. Ve bu sesler başını bir hayli acıtmıştı. En son onunla birlikte Yaptığı temizlediği, mutfakta herşey yerli yerindeydi. Gitmeden önce içtiği bardağındaki su hala tezgahın üzerindeydi. En az bir hafta olmuş sudaki yüzeye çıkmış kabarcıklara baktı. Eline aldı ve sert bir şekilde yere fırlatı.
"Neden" diye fısıldadı. Sonra gözlerinden yaşlar süzülmüştü. "Yoksun" diyerek ağladı.
Musluğa doğru yaklaşıp elini yüzünü yıkadı ve yere oturdu. Bir süre duvar desenlerine daldı ve tüm geçmiş göz önünde sıralandı. İrfan tam karşısında oturmuş ona hareketli bir hikaye anlatıyordu. Bu gerçek olması olanaksızdı. Neden onu bu kadar çok seviyordu ki? Onun için bu kadar canı yanması gerçekten doğrumuydu? Keşke karşısında olsaydı da ona tüm aşkını anlatsaydı. Yavaşça Ayağa kalkıp holiden odasına doğru yürüdü. Odaya girdiğinde her şey eskisi gibi yerli yerindeydi. Daha bir kaç gün önce bu odanın içinde irfan'da bulunuyordu. Birlikte etiği sohpetler, kahkahaları, irfan'nın bitmek bilmeyen öyküleri, hikayeleri hepsi bir bir kulağında çınlıyordu. Elini raflarda duran kitaplara doğru sürtü. Bir müddet kitaplara bakıp ağlamaya koyuldu. Bir zamanlar kitaplarına aşıkmış gibi bakan irfan, şimdi raflarındaki kitaplar bomboş bir halde kalmıştı. Bilimi, felsefeyi çözmeden arkasına bile bakmadan gitmişti. Kitaplar sadece raflarda hiç bir işe yarmayan boş sayfalar gibi kalıyordu. Tüm bilim kitapları eline aldı ve duvara fırlatı, sayfaların sesleri kulağında fısıldamıştı.
'Bizim ne suçumuz var' der gibiydi.
Bir an için pişmanlık duyarak kitaplara doğru yürüyüp, eline aldı tekrar raflara yerleştirdi. Bir süre pencereden riyad'ı çevreleyen yaprakların arasında sokakları izledi. Cami kubbeleri, kahverengi tuğlalarla örtülmüş evler gözleri kamaştırıyordu. Öğle güneşin sıcaklığı sokaklardaki kuşları bile ürkütüyordu. Pencere aralığında bir anda karşısında irfan'ı görmüştü. Ağır adımlarla ahşap kapıdan süzülüp salondan çıktı. Odadan ayrılıp irfan'nın bulunduğu odaya doğru adım attı. Aniden kalbinde sancılar diz boyu çarpıntı yapmıştı. O an ölecek gibi nefes almamaya başlamıştı ki, gelen sesli bir hıçkırıkla nefes alabilmişti. Odaya girdiğinde derin bir nefes aldı ki nefes almak mümkün değildi. Gözlerindeki bulanık gören odayı süzüp gözlerini sildi. Masanın başında duran kağıt yığınları, yanında bulunan bilgisayar, ona bağlı olan aletler duruyordu. Sağda bulunan tek kişilik yatağına baktı. Aniden yatağa doğru hızlı adımlarla koştu ve yastığına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladı. Onun kokusunu, onun tenini yüzünde hisseder gibiydi. Kalbi bir anda heyecandan atmaya başladı, sanki ilk günki gibi heycan duyar gibiydi. Arkasında hissetmiş gibi bakınca yoktu. Masanın üzerine bakınca oraya adım attı. Önceden gördüğü türk tarihi unsuru bir kenara verdi. Bir kaç kağıta yazılı şiir bulmuştu. Bir anda heycanla okudu.
Sevgiliden gelen herşey sevgidir..
Bir anda göz yaşlarına hakim olamadan ağladı.
Ey yüce rabim, sen insanı yaratır ruhuna beden örtersin. Peki neden ona duygusal bir kaftan biçersin? Ve hiç bir zaman anlayamayacığımız aşkı verirsin. Sonra zaman doldu diye elimizden alırsın. Estağfirullah amacım isyan etmek değil, o gitsin mutlu olsun. Ben acımı içime gömerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Teen FictionBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...