16

148 47 1
                                    

Pencereden gelen kuş sesleri huzur verici akşama yaklaşırken ikindiüstü olmuştu. Her yer ışıl ışılken gözleri yine uzaklar dalmıştı. Uzun zamandır güneş görme, ağaçların arasındaki haşırtıyı, kuşların sesini duymak isterken yine burkulan kalbi oradan çıkan birini ister gibi arzu duydu. Zaman bir kuytunun içinde saklanırken 'unutun mu beni?' diye sesler duydu. Bu sesi tanımıştı. Âmâ öyle ki bu ses hep kalbinin ritmini hızlandırdı. "hayır anne unutmadım seni! Nasıl unuturum" dedi aniden. Güneş gözlerine vururken elini gözlerinin arasına koyarak tebessüm etti. Mutluydu. O hücreden kurtulmuş, o insanlardan kurtulmuştu. Âmâ.. Aklına gelen sorularla düşündü.
'zayd onların amcası mıydı? O yüzden benim o arabaya binmemi istedi! Peki zayd nerde? O neden gelmedi? Neden böyle yaptı? keşke binmeseydim. Onların hayatı benim yüzümden mahvolacak ' diye düşünürken artık bu gibi sorulara cevab vermeyecek kadar yorulmuştu. Evin içinde dolaşırken hayatında ilk defa biri ona evin temizliğini yapmasını istemişti. Bu durum onu sinirlendirsede bunu yapmak zorunda hisetti. Evin ufak tefek birkaç işini yapmıştı. Tuana hayatında ilk defa temizlik yapsada bu kadar zorlanacağını zannetmemişti. Zaman zaman annesi aklına gelirdi, ne zaman selin ablası ona bir iş verse çemkirerek yapar âmâ annesi ona 'kızım sen git otur, güzel ellerin nasır tutmasın' derdi. Bunu hatırlayınca ellerine bakıp içinde olanaksız bir şekilde kansızlık vardı. Bunu elerine bakınca hemen anlaşılır bir şekildeydi. Yeşil damarlarıyla birlikte, kırmızı tonları damarlarıda yeşil damarların arasında sarmalamıştı. Elini bir açıp bir kapatı, yumruk yapıp göysüne vurdu. "bu kalp taş olsada senin varlığın bana yeter anne" diye söylendi.

Akşam, olmuş gökyüzünün siyah lacivert tonları gökyüzüne yerini bulunan yıldızlarla birlikte kararmıştı. Gelen kapı sesiyle ayağa kalktı, başındaki şalı düzelterek kapının pervasında saklanıp, kimin geldiğine bakındı. Bunun irfan olduğunu görünce rahat nefes almıştı. Adımlarını rahat bir şekilde atarak irfan'nın yanına giti.
"hoşgeldin"
"selamu alleykûm"dedi.
Tuana ifadesizce bakındı
"bak bu evde allah'ın selamı verilmeden başka bir söz kulanma"dedi oteriter bir şekilde.
Tuana başını tamam anlamında saladı
"selam aleykım" zorlandığı kelimeyi düzeltmeye çalışarak
"ve alleykum sellam" dedi irfan.
Elindeki torbayı tuana'ya uzatarak
"bunu sana aldım inşallah sana olur" dedi.
"bana mı!"diyerek şaşırdı.
Poşeti eline alıp içine bakıp çıkartı. Siyah lacivert arası tonlarda bir elbise, Tuana bunu havaya kaldırınca ona bir veya iki beden büyük olduğunu kesinledi.
"teşekür ederim" dedi minet dolu bir sesle.
İrfan'a bakınca gözlerindeki sıcaklığı, o berraklığı zeytin siyahı gözlerini gözlerine kenetleme isteği duydu. Bir anda gözlerinin içinde kaybolur gibi daldı. İrfan dudağını büzüp
"giymiyecekmisin?"diyerek Tuana gözlerini derinliklerden kaçırıp
"ha.. Evet. Ben bunu odada deneyim" diyerek bulunduğu odaya gidip giyindi. Bugün yaptığı duştan dolayı biraz olsun kendini temiz hisediyordu. Elbiseyi giydiğinde ise iki beden büyük olan siyah sade elbiseye öylece bakındı. Salona yönlenip ayağına takılan elbise zar zor yürüyerek İrfan'a baktı. İrfan ona bakarak
"biraz büyük almışım. sen bununla idare et ben yarın sana başka bir tane alırım"dedi.
Tuana elbiseye bakıp
"gerek yok buna zahmet etme"
"bu on beden elbiseyimi giyeceksin" diyerek tebessüm etti.
"ne gülüyorsun çok mu komik" diyerek tuana'da güldü.
Nedense bu adamın yaptığı her şeyde tuana'yı dahada güvende olduğunu hisediyordu. Sanki savaşın içinde çıkmış bir kaçak haini gibi burada kendini güvende hisediyor ve düşmanların eline ne pahasına olursa olsun girmeyecek gibiydi. Çimenlerin arasında kendini uzanırken buldu sağa sola bakınırken bir anda irfan elini tutup öptü. Tuana gözlerini açıp kapatı tam karşısındaydı. Ona bakarak cennet köşelerinde gezer gibi oldu. Bu duyguyu yaşayarak, Bir anda heycanlanıp odasına koşar adım gitti. Kapıyı kapatı. Nefes nefese kalmış bir şekilde elini göğüs kafesine koyup "bana ne oluyor?"diye söylendi. Sanki delirmiş hata zurnası eksikmiş gibi bir delinin yapacağı saçma hareketler yaptığını hissediyordu. Titreyerek yatağına uzandı. Elini bacaklarının arasına koyup bir müddet sinirli sinirli düşündü.
Bir saatin ardından kötü bir rüyaya veda edip, uyanmıştı. Yine irfan mutfakla uğraşırken ne yaptığını izlerken buldu kendini. İrfan dönüp baktığında ise vücudunda alerji olmuş gibi kırmızılaştı. Bileğine baktığında diken üzerinde durmuş benek benek kırmızılıklar gördü. Hafif bir çığlıkla
"aaa.. Elim" dedi.
İrfan hızla dönüp tuna'ya yaklaştı.
"ne oldu?"dedi endişeli bir şekilde.
Tuana bileğini uzatıp bakmasını istedi.
İrfan bileğine baktığında pürüsüz beyaz bileğinde kırmızlı, yeşili damarlar bulunmaktaydı. İrfan şaşkın bir şekilde bakıp ne olduğunu anlamadan bir müddet baktı.
"ne olmuş?" dedi anlamıyorcasına.
"görmüyormusun?" dedi Tuana sitemli sitemli.
"neyi?"
"baksana elim kırmızı kırmızı noktalar olmuş. b..en kötü bir hastalığım yoksa ölüyormuyum" dedi endişeli ve ağlamaklı ses tonuyla.
"hayır sen yalnış görüyorsun. Elinde hiç bir şey yok" dedi İrfan.
"nasıl yok"deyip eline baktı kırmızılıklar geçmişti. Aslında hiç olmayan kırmızılıklar onu tedirgin etmişti.
"geçti" dedi şaşırarak.
"hiç yoktu ki... Bak sen galiba büyük bir şok atlatıyorsun.." dedi otoriter bir sesle.
"sen ne biliyorsun ki?" dedi küçümserce.
"bana anlatmadın ki! Bir şey bileyim."diyerek karşılık verdi irfan. Tuana yaptığı muameleden pişmanlık duyarcasına
"affedersin"
" bak senin nerden geldiğini ve ne için burada olduğunu söylemiyorsam bil ki seni ezmek veya hayatını kurcalama gibi bir niyetim yok be..n daha önce bir kadınla nasıl davranacağımı bilmiyorum. Dahası ben hiç bir zaman bir kadınla samimi olmamışım eğer bir hatam varsa beni affet! Bir sorun varsa bu konuda vallahi sana sonuna kadar yardımcı olurum.."
Tuana yaşadığı bu durumun etkisiyle ne yapacığını bilmeden koşarak bulunduğu odaya gitti. Bir müddet odada oturup başını dizlerinin arasına alıp durdu. İrfan kötü bir şey olur endişesiyle gidip kapıyı tıklatarak içeri girdi.
"iyimisin?"
Tuana başını kaldırıp, iki yana olumsuzca saladı. Sanki her yerinde büyük depremler yaşıyor gibiydi. Bu enkazın altında nasıl çıkmayı başaracak ve bunu nasıl atlatacaktı. Kendisinden çok şüphe duyar gibi belki deli olma ihtimali koydu aklına. Bunu düşünürken bile tüyleri diken diken oluyordu. İrfan yavaş adımlarla sakince yatağın bir kenarında oturup sessizce bir müddet bir kelime dahi etmeden ara ara derin nefes alıp odanın sesizliğini kaplıyordu. Tuana ifadesizce bakıp
"benim deli olduğumu düşünüyorsun"dedi.
"hayır"diye karşılık verdi.
"peki niye buraya geldin?"
"deli olduğunu bilseydim buraya zahmet etmezdim. Ben fodul biri gibi görünüyormuyum?"
Tuana başını hayır anlamında saladı.
"peki fodul biri değilsem neden bana böyle davranıyorsun.."
Tuana gözleri dolup taştı.
"ben çok özür dilerim. Sana öyle davranmak istemedim"
"hayır buna gerek yok! Eğer sen kötü şeyler yaşamısın bunu ilk gündür seziyorum. Âmâ sürekli seni zorlamak veya uzmek istemiyorum. Yemin ederim ki şu semadaki yıldızlar şahidim olsun ki derdini anlatmayan insan derman bulmaz. anlatmazsan daha kötü olabilirsin." dedi otiriter ses tonuyla.
Tuana onun güzel tane tane konuşmalarından yenik düşerek başını tamam anlamında saladı. 'peki ona ne diyeceğim?' düşüncesindeydi. Aslında ona anlatarak bir şey kaybedmeyecekti. Belki hayatında gördüğü en iyimser, en samimi ve en mahsum olduğunu düşünüyordu. Onun çoğu konuşmaları bir şarkının sözleri gibi... Bir şair konuşur gibiydi. Her kelimesinin güzeliğini sergilerken buğday tenin içinde bulunan ruhun güzeliğini sergiliyordu. Tüm suud entariler giyerken onun giydiği klasik elbiseler daha samimiliğini sergiliyordu. Sanki ona göre herkes iyi ve herkes onun gibi adaletli zanederken onun bu özeliğini çoğu zaman abisi musad kızsada o herzaman adaletli olmaya kararlı davranırdı. Yine samimi bir şekilde tuana'ya bakıp anlatmasını bekler gibi.
Tuana ne diyeceğini bilmeden
"ben.. Bilmiyorum ne diyeceğimi.." diyerek duraksadı. Bir müddet susup kendine çeki düzen verdi. Bozuk arapça aksanıyla "Öyle şeyler yaşadım ki, deli olmamak için kendimi çok zorluyorum. Sizin yaşadığınız hayat normal şartlarda yaşasaydım yine aynı şeyleri yaşardım. Buradaki insanlar beni fazlasıyla aşıyor, ya da fazla geliyor bana. Bu odadan, bu evden çıkmaktan öyle korkuyorum ki.. Tekrar aynı şeyleri yaşamaktan öyle korkuyorum ki.. Sanki ölüp dirlmek gibi." diyerek sustu. Gözlerini kapatıp gözlerindeki birkaç damla yaş akıtı.
"beni.. Bir adam kaçırdı.. O dört duvar arasında günlerce ölmek istedim. Amâ olmadı. Ne yaptıysam olmadı çoğu zaman iğnelerle uyutulurdum ne olduğunu bilmediğim o lanet iğne beni yaşamaya mahkum ediyordu. Ben ne kadar yaşamak istemesemde her gün aynı odada yaşıyordum. İnsan hiç havaya, güneşe, toprağa, ağaça, insanlara muhtaç duyarmı" diyerek duraksadı.
İrfan onu dinlerken bir an ürperip daha sonra gözleri dolup bir sızıntı içine girip çıkıyordu. Boğazı düğümlenip bir şey diyemedi.
Tuana ağlamaklı ses tonuyla güçlü durmaya çalışırken daha tedirgin olmuştu. Bir an için kendisini acınır gibi yaptığını düşündü. Bu düşünceden uzak durup kendini bir boşluğa atıp bunları bir duvara anlatır gibi davranmaya çalıştı. Hiç bir cevab beklemeden, hiç bir tepki beklemeden.. Konuştu.
"insan öyle muhtaç oluyor ki.. Tıpkı yaşamağa mahkum olduğumuz gibi, tıpkı nefes vermeye zorunlu hissetiğimiz gibi.. Nefes vermeden yaşanılır mı? Yaşanılırmış. Hem de öyle güzel yaşanılır ki.. Biz bile kendimize acırız 'bu benmiyim' diye söylenirsin. Ben o hücrede normal bir insan gibi yaşarken, aslında insan olmadığımı sezdim. Çünkü bir insan bunları yaşasaydı çıldırır, delirirdi. Ailem beni bir odada hiç kapalı tutmadı. Ben hep özgür olmayı dileyen bir kızdım.. Ailem beni çok severdi.. Onları bırakırken ne kadar büyük bir kayıp etiğimi, onları ne kadar özlediğimi ne pahasına olursa olsun onları son bir kez görmek istediğimi o kadar istiyorum ki.. Sırf bu yüzden her gün ölmek istesemde son bir kez ailemi görme arzusuyla yaşadım." diyerek ağlayan sesiyle bu sefer hıçkırarak ağladı.
Hızlı nefes alış verişleri kesilmişti. İrfan aniden derin bir nefes alıp tuana'nın omzunu tutup 'devam et' der gibi baktı.
Tuana derin nefes alıp sakin olmaya özen gösterdi. Pencereden gelen hafif rüzgarla serinlemişti. Bir yandan boncuk terleri akıyordu.
"o dört duvar beni bıktırmıştı. Hafif gri tonu, o rutubet kokusu, sonra nefes aldığımı zanederek nefesimin kesilişi evrenin var olduğuna bir kanıt gerekiyormuş gibi hisediyordum. Bazen şüphe duyardım. Yani.. Sanki.. Bir kâbusun içinde günlerce yaşıyormuşum gibi hisediyordum, sanki gözlerimi açtığımda ailemin yanında olacakmışım gibi hisediyordum. Âmâ her seferinde o dört duvarâ geri dönüyordum. Gözlerim o kadar yoruluyordu ki göz rengimin tonu beyaza büyüdüğünü hissediyordum. Çünkü her seferinde düşünür düşünür o dört duvara bakar dururdum. Her gün peçeli bir kadın bana yemek getirdi. Çoğu zaman yemesemde kendimi mecbur bir şekilde yediryordum, alışkın olmadığım bir hayatı yaşıyordum. O sırada beni kurtarmaya gelen arkadaşım gözlerimin önünde vulduğunu izledim. Günlerce ağlayıp, sızlandım âmâ vicdanım beni ele almış gibi sürekli gururlu yaşamaya özen gösterdim. Her gün kendi kendime konuşur kelimleri zorla bir araya getirdiğim mırıldanarak şarkılar yapardım. Bazen dakikaları sayar saliselik anında hızlanırdım, sonra bağırarak yapardım bunu. Hesap etmem zor olmazdı ama rakamlar beynimin içinde dört dönerdi. Makanizmam o hücredeyken çok ağır çalışır ve çok ağır algılardı. O dört duvar ailemle birlikte aklımda kaçırmıştı. annemi düşünerek gözlerimi kapatıp onu hayal ederdim. Türkiye'deki köyümüzü hatırlardım.. Annemin beni çağırmasını, köyümüzün meşhur meyve ağaçların altında uzandığımı, daha sonra annemin beni çağırıp.. Beni ve abimi azarladığını gözümün önünden geçmiyordu. Sonra babam, ablam, ağabeyim hepsini o kadar özledim ki.. Saatlerce onlara sarılsam tüm hasretimi döksem.. Sanki asırlar geçmişte onları birdaha görmeyecekmişim gibi.. Kim bilir onlar beni unutmuş.. Belkide benim öldüğümü zanediyorlar. Yada köyümüze geri dönmüşler bunu bilmiyorun. Tek bildiğim nerde olursa olsunlar onları son bir kez görme arzusu duyarak yaşayacağım." diyerek en acı milyonda bir son gözyaşını akıtıp derin bir nefes aldı. Arada gözünün önüne gelen hayal meyal eskiye gitti. Bazen kendini istanbul'da bulurken, bazen ise köy patikalarda gezerken buluyordu kendini. Bu büyüleyici hayaller onu daha derine inmesine neden oluyordu.Böyle konuşarak irfan'nın canını sıktığını düşündü. Bir müddet irfan'nın gözlerinin dolmasıyla tuana'yı şaşırtı. İrfan derin bir iç çekip yeredeki el yapımı halıya baktı. Etrafta rüzgar susmuş bir nem bırakmış gibiydi. Pencerenin hafif aralığında, ahşap kolarının sesi odayı kaplıyordu.
Tuana; bunları anlatırken içine bir sıkıntı girmiş gibi rahatsızlık duydu. Odayı süzüp gözlerini bir aşağı bir yukarı gezdirdi. İrfan anlatmasını beklerken Tuana ne diyeceğini bilmeksizin nerde başlayacağını, kafasının karma çorba olmuş bir vaziyete toparlamaya çalıştı. Etrafa bir rüzgarın sarmasıyla içeriye giren kokunun huzurunu duydu.
"sonra bir gün.."diye devam eti "O pis hücrenin içinde çıkmıştım. Âmâ bu sefer lanet bir adamın eline girmiştim, o adam beni bırakmamaya kararlıydı. Hemde evli ve çocuğu vardı, bunu göze alamazdım. Hayatımı bu şekilde bitiremezdim.. Sonra bir sürü sizde ne diyorlardı." diyerek duraksadı. Bir müddet düşünüp
"ha sofra kutları ah.. Her neyse bir sürü kadınların savaş açtığı bir meydandı. Heleki kasım denen o adamın annesi o beni deli ediyordu. Sanki bir malmışım gibi muamele ediyordu. Kasım benimle evlenmeye kara vermişti, benim ömrümü mahvetmeye o iğrenç yüzünü hatırladıkça midem bulanıyor. En son siz o sente geldiğiniz gece.. Ben o günü.. onunla evlenmekten kaçıyordum, sizin bagajâ binip saatlerce sıcak havayla bayılmıştım. O günü hayatımda ilk defa ölüm korkusu yaşadım.." diyerek sustu. Anlatmadığı o kadar eksik vardı ki kendini bir an için savunmasız hisseti. Anlatıp anlamakta kararsız bir şekilde irfan'nın ne düşündüğünü merak ediyordu. Gözlerinin içine baktığında ise biraz acı, biraz tereddüt sezdi. Belki yalnış sezmişti. Âmâ bunu söylerken elini vicdanına koyarcasına
"ben o hücredende o evdende tek başıma kaçmadım.. Benimle her zaman iletişim kuran biri vardı." diyerek irfan ne ifade etiğini anlamamış gibi dalgın bakıp olumsuzca başını saladı.
"bende aslında bilmiyordum sabah abinin 'amcam zayd niye aramıyor' dediğinde fark etim ki sizin amca dediğiniz kişi ben arabistan'a geldiğimde bize hem kefil olup rehberimiz olmuştu. Sonra benim yerimi öğrenip günlerce hücrede bana verilen yemeklerin arasına yazılı kâğıtlar gönderip beni kurtarma planlarıyla O beni hücreden kurtardı. Sonra kasımla zorla evleneceğim gün beni bodrum katındaki havalandırmadan gitmemi isteyip, sizin arabanızın ismini verip binmemi istedi. Ona sen gelmesen ben buradan tek başıma kaçmam dedim. Âmâ o bana geleceğini ve kaçıp gitmemi istedi. Sonra sizin arabanızın bagajına girdim. Ben ilk defa orada ölüm korkusu yaşadım, sanki orada hem ruhum hem bedenim tutsak kalacakmış gibi.. Tıpkı o hücre gibi orada takılı kalmaktan çok korktum öyle korktum ki, hâlâ karanlıktan çok korkuyorum." diyerek iki elini yüzünü saklar gibi kapatı. Bu hali sanki yaşadıklarında değilde daha çok utanma ve gurur yapma gibi göründü. İrfan, sağ elini tuana'nın sol omzuna koyarak Tuana'nın ağlaması bir anda kesilerek irfan'nın yüzüne dikatli bir şekilde baktı. Sanki gözlerinde o kadar anlatmadığı kelimeler vardı ki, hepsi gözlerinin içinde saklanmış gibiydi. Sessizce ayağa kalkıp karşısındaki genç kızı süzdü. O an tuana'nın gözlerinin içine bakıp gözlerini hafifçe aralayıp kapatı. Öyle ki ne diyeceğini bilmeksizin teseli etmeye çalışır gibi bakıyordu. Arkasına dönüp bir şey demeden sanki birinden gizlice yürürmüş gibi ses çıkarmadan odanın içinde çıkmıştı. Tuana'nın hareketleri ne kadar İrfan'a tuhaf gelse aynı şekilde irfan'nın bunun gibi hareketleri tuana'yı şaşırtıyordu. Bazen içi içini yerken acaba ona istemeden yalnış bir şey mi yaptım? Oysaki irfan çok düşünceli iyi bir insandı. Tuana, yine yalnızlığına döner gibi, uzanıp sağa döndü bir süre ağlayıp tekrar, tekrar bazen o hücrede geçirdiği zamanı, bazen ise annesini, ablasını, ağabeysini ve hiç bir zaman hayatının idolü olan babasını. Belki zamanında pek fazla dinlememişti. Bazen ona 'tam bir imparotör adam' diyerek alay ederdi. Bunları hatırladıkça dediklerinden utanıyor ve kendisinden nefret ediyordu. Oysaki babasının onlara verdiği değeri biraz olsun anlasaydı, belki şu an okuyor veya irfan gibi dürüst, iyi bir öğretmen olabilirdi. Hep bu gibi düşüncelerle kıvranıp bir sağa bir sola döndü.
Kapının aralanmasıyla irfan'nın elinde bir tepsiyle yere bırakıp ifadesiz yüzü onun tüm ruhunu ele almış gibiydi. Düzgün saç şeklinde bırakılmış kirli bıyıklarıyla elindeki tepsiyi indirirken ne kadar hoş ve kibar bir yapısı vardı. Tavırlarıyla dikat çekilen yapısı onu daha gizemli yapıyordu. Avcusunu bir sıkıp bir bırakıyordu aslında kimse onun çoğu tavırlarını bilmiyor onun ne kadar utangaç bir adam olduğunu bilseydi, günümüzdeki yaşam entelektüel uyum sağlamayan biri olarak görürdü. Tavırları yavaş olsada daha uyum içinde hareketleri vardı. Avuçlarını sıkarken bir sağa bir sola bakındı daha sonra ne diyeceğini bilmeden kapının tokmağını tutup kendini dışarıya attı.
Tuana, yavaş adımlarla tepsiye yaklaşıp pirinç pilavı özenli bir şekilde hazırlanmış yanında medine hurmasıyla mezeler bulunmaktaydı. Gözleri kaşığa ilişince "ah.. İrfan sen çok iyi birisin. Neler düşündüğünü bilmiyorum. Umarım bana kızgın değilsin"diyerek söylendi.

Sabah ezanı okurken yine şiddetli bir rüyayla uyandı. Bu sefer ki o kadar korkunçtu o rüyanın etkisiyle saatler boyunca ağladı. Bir ara odadan çıkıp salona yönelip karşısında irfan'ı görünce irkildi. İrfan elinde bir kitapla mırıldanıyordu. Tuana loş ışıkların arasında görünmez hal alıyordu.
"afedersin"dedi sessizce.
İrfan ona bakıp
"dinlemek istermisin?"diye sordu.
Tuana olumsuzca bakıp
"neyi?"
"allah'ın ayetleri"dedi irfan.
Tuana ne olduğunu bilmeden daha önce annesinin arkadaşları okuduğunu anımsadı. Başını 'evet' anlamında saladı.
İrfan başlayıp okudu.
Tuana, irfan'nın bu kadar güzel sesi olduğunu hiç farketmemişti, ayrıca bu kadar etkileyici bu kadar güzel ritmi tutuyordu ki bazen sesinde pasif yoğun bir doku olduğunu düşündü. Âmâ ondaki ses o kadar yüksek bir o kadar ince ki bir an onun sesi arasında kadın sesi karışmış gibi hisetti. Bir anda gelen 'tatmin doyumsuzluğuyla' düşüncesi onun gözleri aniden açılmasına neden oldu. Bu düşünceyle uzak durup bu kadar güzel sesi dinlemeğe koyuldu.
Yarım saat sonra tuana'nın içine huzur gördüğü rüyanın etkisini unutur gibi oldu. Bu ayetler ona çok iyi gelmiş, sanki bir mucize gibi onu ruhunu aydınlığa kavuşturmuştu. Uzatan harfiyle bitiği hisetti. Daha sonra "amiin" diyerek iki elini açtı. Göz ucuyla tuana'ya bakıp "sende elini aç fatiha suresini oku" dedi yumuşak bir sesle.
Tuana, okulda din kültürü dersinde öğrendiği fatiha suresini okudu. Bir dakika sonra irfan, elindeki kutsal kitabı sağ tarafta bulunan odaya götürüp gelmişti. İrfan, tuana'ya öylece bakarken tuana ise onun konuşmasını bekliyordu. İrfan, konuşmak için dudaklarını kıpırdadı.
"sen iyi birine benziyorsun. Abim kadınların şeytan olduğunu söylerdi, sen hiç öyle biri değilsin. Yan.. Afedersin seni kötülemek istemedim, ben sadece.. Anlatığın herşeyi kötü bir kabus olduğunu düşündüm âmâ sen bunları gerçekten yaşamışsın. Allah inşallah seni bu durumdan kurtarır." diyerek sustu ansızın.
Tuana kirpiklerinin ıslanmasıyla ağladığını fark etti ve öylece irfanı dinledi.
"âmâ.. İnancını yitirme eğer yitirirsen bu durumdan kurtulman imkansız olur"
Tuana, hangi inançtan bahsediğini ve bu inancın onu teseli edeceğini inanası gelmiyordu.
"hangi inançtan?"diye sordu.
"biz onun varlığıyla büyük koşular elde etiğimiz, bu yolda hayatmızı sürdürmekteyiz. Ve ona olan inancımız bizi ayakta tutar. Herkesin bir inancı vardır bu onları hayata değerlerini sağlar."
"peki inancımızı yitirirsek"
İrfan bir müddet susup derin bir nefes aldı.
"irademizi güçlü tumamız gerekir herzaman yaşadığımız için, nefes aldığımız için binlerce kez şükredip her ne yaşarsak yaşayalım inancımızı yitirmemiz gerekiyor"
"inancımız tutmamak üzere kaybetmişsek?"
"mutlaka kalbimizin bir köşesinde bulunmaktadır onu buluncaya kadar savaşmamız şartır. Bir insan oturarak koşabilir mi? Kulağa çok saçma geliyor âmâ savaşmadanda bir şey kazanılmıyor"
Tuana, ona hak vermişti nedense içinde hala soru işareti vardı.
"peki nasıl?" diye sordu.
"biz ancak beynimizle hareket ederiz değil mi! Bunuda kendi irademizle kendi gücümüze dayanarak yapabiliriz"
"sizi pek fazla anlayamadım"
"yani kendi aklınızla gücünüze dayanarak"
Tuana hala anlamamış bakarken irfan daha açık konuştu.
"şimdi şöyle açıklayayım nefes alıyorsun mutlaka sevdiklerin vardır yani yanlış anlama başka şeylerden bahsediyorum. Belki bir kuş, belki bir bahar şenliği bunlara dayanarak sev. Sevdiğin herşeyi gözlerinde bulundur ve bunları daha çok sev"
Bu kelimeler tuana'ya çok mantıklı gelmişti. Belki bir şeye dayanarak herşeyi unutabilirdi.
"evet çok mantıklı" diye mırıldadı. Aniden etrafında kelebekler uçuştu kendini cennetlerde tur atığını anımsadı. Gelen bir havayla tebessüm edip Koşar adım odaya yürüdü.
Ve aklına bir sürü şeyler uçuştu
"ne olursa olsun geçmişi unutacağım" diyerek tekrarladı.
Sonra ülkesi göz önünde bulundurdu. Aniden heveslenip "annem beni bekliyor benim bir ailem var. Onlara kavuşcağım ve bu masalda ben kazanacağım'' diye söylendi.
Odayı dört döndü sanki ayakları yerden kesilmiş gibi havada uçuyor gibiydi. Bir o yana bir bu yana salanıp durdu. Yatağa uzandığında göz kapaklarını ağır bir şekilde kapatı.
İrfan elini uzatmış elini tutmasını bekliyordu. Tuana elini tutup semalarda yıldızların görkemli ışıklarını seyredip koyu siyah renklerin içinde bir güvercin gibi uçtular. Tüm evreni kapsayıp bir mucizeye büründüler. Evrenin içinde dört döndü.
Oysaki rüyaların içinde kaybolmuştu.

VERDE (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin