20

159 48 4
                                    

Irmak, yelpaze gibi rengi açılırken irfan tuana'nın gözlerindeki ışıldıyı görebiliyordu. Yeşil gözleri ağaçların rengine karışırken, yüz halkalarında pembemsi tonları harmanlaşmıştı sanki. Tıpkı bir bahar çiçeğiydi tuana. Eşsiz güzeliği irfan onun yanında sönük kalıyordu. Kendisi bu kadar çirkin bulurken 'o nasıl bir pembe çiçek ise bende bir sönük bir çiçeğim, hata çiçek olmak ne hadime' diye içinden geçirdi.
Tuana elindeki taşı avuçlarında evirip çevirerek ne yapacağını bilmeden elinden kayıverdi. Eğilip eline aldı. O sıra irfan diz çöküp
"o taşı bana vermiyecekmisin?" dedi.
Tuana evet anlamında başını saladı. Taşı ona uzatıp anlamsızca baktı.
"anladığım kadarıyla biri mutluluk, biri hayatın değeri, biri güzel söz, diğerine galiba öğretim peki buna ne anlam vereceksin" dedi irfan.
Tuana öylece bakıp 'sevgi' demek geldi içinden. Tam dilinin ucuna gelmişti ki, sustu ve boğazında kalan balğamı yutu. O an sadece sustu veya susmayı tercih etti.
"o zaman ben söyleyim. Bu taş annen için olsun eğer seni annene kavuşturursam bu taşın ismide hasret olsun" dedi.
Tuana, aslında ona isim vermişti âmâ söylemeye cesaret edemiyordu. Ve irfan, ona annesinden bahsedince bir anda gözleri doldu. Evet hasreti annesine, babasına, kardeşlerine, vatanına, miletine, toprağına bu öyle bir hasreti ki ismini bile duyunca kalbi sıkışır ve kokusunu iliklerinde hisederdi.
"ne zaman bitecek bu hasret" diye söylenirdi.
"hadi gidelim" dedi irfan.
"burası çok güzel beni herzaman getir buraya. Ne zaman olursa ben buraya gelince huzur buluyorum." dedi tuana, gözlerini yeşilikler arasına kaydırarak.
"tamam" diyerek oradan uzaklaştı.
Olanlar unutulmuş gibi ikisinin yüzünde huzur verilecek bakışlar vardı.
İrfan, yolun kavşağıda sola sapıp düz yoldan ilerledi. Boş sokaklarda ilerlerken her zamanki yoldan olmadığını sezdı tuana.
"neden düz yoldan gitmedin" dedi.
"seni çok güzel bir yere götüreceğim"
Tuana, sevinç çığlıkları içini kıpır kıpır etmişti. Çığlık atmamak için zor tutardı kendini, sadece buruk bir gülümsemeyle kendini ifade ederdi. Mutlu olmamak için hiç bir nedeni yoktu, istediği olmuş irfan onunla konuşuyor arada gizli sırıtmalar görüyordu. O tebessüm edince tuana, tekrar tekrar dünyaya gözünü açıyor gibiydi. Doğarken sancı çeken annenin çığlıkları gibi içindede o çığlıklar kopuyordu. Sanki yasak bir kural gibi.. Tıpkı hz. Adem'in yasak ağaca yaklaşıp yasak meyveleri yiyerken onu çıplaklığını örten yaprak gibi kıvranıyordu utancından. Aşıktı. Yabancı bir ülkenin yasak meyvesi gibiydi irfan. Dokunulmaya, yaklaşmaya uzak tutan bir ateş gibiydi. Yaklaşırsan ceheneminde yakacak kül edecekti.
Kuru sıcaklığın rüzgarı eserken, kulaklarında çığlık atan şelalerin sesi, ortalıkta gelen insancıkların sesleri ruhunda hisediyordu. Araba istop ederken dışarıya ansızın çıkıverdi. Gökyüzü zifri karanlık olurken yıldızlar tek tek yerini buluyordu. En güzeli ise yeşiliğin ıslak kokusu.
"aman Allah'ım" diye mırınlandı. Bu güzel yeri saatlerce, aylarca izleyerek ömrünü dahi katabilirdi. Ortada göktelen gibi duran şelale, akşamın zifirliğinde süsleyen renkli farlar, tıpkı bir potreyi andırıyordu. Etraftaki gürültü o kadar güzel bir gürültüydü ki tıpkı hayalindeki gibi. Hücredeyken aylarca bu doğanın güzeliğini gözlerinin önüde bulunduruyordu. İrfan, nasıl olurda bu ince ayrıntıyı düşünebiliyordu.
Gizli hayranlığını göz ucuyla süzerken tuana, bir yandan aklından 'beni mutlu etmeye çalışan bu yabancı adam, sanki yılardan beri beni tanıyormuş gibi' geçiriyordu.
"dünya ne kadar tuhaf" diye mırıldadı.
Ayakları koşar adım göktelen büyüklüğünde şelaleye yürüdü. İnce zarif parmaklarını akan suyun şeffaflığına bıraktı. Kalbı heycandan deli gibi atarken, arkasında gelen irfan'a bakmaktan korkuyordu.
"güzel değil mi?" diye sordu irfan.
"evet. Hemde bir cennet gibi.." diye fısıldadı tuana.
"sana bir şey diyebilirmiyim?" diye sordu ansızın irfan.
Tuana o sıra elini bir suya koyup çıkartıyordu. Endişe ederek
"elbete" dedi.
"aslında.. Ensar'dan bahsedecektim"
Tuana, aniden elleri suda uyuşmuş gibi buz halinde kesildi. Elini sudan çıkartıp
İrfan konuşmaya başladı.
"Ensar seni neden kaçırdı? Yemin ederim beni yanlış anlamanı istemiyorum. Bu önemli bir detay bize lazım olabilir" Dedi.
Bu soru karşısında dudakları titreyerek
"nasıl" dedi titrek sesiyle "onu neden" diyerek yutkundu.
"biliyorum. O sana çok eziyet etti."
"çok mu" diye mırıldadı "hayatımı benden çaldı, ailemi benden kopardı, hergün bani o kapalı alanda tutarak hayatımıdan soğutu." dedi sesini kısarak. Etraftaki kalabalıktan dolayı Peçenin altında rahat nefes alamıyordu. Bir müddet sessiz kaldı. Daha sonra kalabalığın sesi azaldığını hissederek konuşmaya başladı. Tam konuşacağı sıra irfan
"İstiyorsan buradan biraz uzaklaşalım"
Tuana tamam anlamında başını sallayarak dar arabistan'a has ağaçların arasında yürüdüler. Ağaçların arasında yanan renkli farlar ortalığa loş hava katıyordu.
"Aslında şöyle oldu." Diye devam etti "Bizim mahallede yakın bir arkadaşım vardı, hata yakından bile öteydi. Hata kardeşim gibiydi, bu arkadaşım gün geçtikçe iş hayatını büyütü ve ekonomi ihracata doğru yürüdü. Daha sonra Arabistan'da bazı gişelerden dolayı anlaşamadığı bir durum vardı. Tabi iş adamı ensar arkadaşım henry'in hakkında araştırma yaparak tüm hayatını öğrendi. Aslında bende çok bilmiyorum sadece kafamda kurguladığım açığa çıkardığım bazı şeyler işte" diyerek yutkundu. Sonra bir müddet şelalenin şarıl şarıl aktığı suyu izledi. Bu şelale o kadar berrak ve akıcıydı ki bir an için derinlere daldı. Kelimlerini bir araya getirmek için düşündü. Daha sonra ağaçların arasına girip şelale görünmeyecek kadar uzaklaşmıştılar.
"Henry, o ona bir şey olursa ve herhangi bir tahlisizlikle karşılaşırsa tüm hiseleri üzerime yapmıştı. Henry avukatı tekin biri olmadığı için tüm ayrıntıyı Ensar'a aktarmış ensar benim hakkımda araştırma yaparak ve.. Henry'in üvey annesiyle yani babasının annesi öldükten sonra evlendiği karısıyla yanılmıyorsam bir milyon para karşılığında bu teklifi kabul edip beni buraya kendi isteğimle getirmeyi başarmıştı. Eğer türkiye'de beni kaçırsaydı oradan kaçmayı ve ailem beni bulmayı başaracaktı. Ama o daha mantıklı düşünüp en ince ayrıntıyı hesaplamıştı. Böylelikle henry kendi ayağıyla gelip tüm hiseleri ona verecekti, veya vermesede henry'in öldürüp hiseleri benim elimden alacaktı. Ama riyad'a yapılan eylem tesadüf eseri olduğu için benim öldüğümü zannediyorlardı. henry bu hiseleri ben ölüdüğümü zannederek bunu babasının üzerine aktarmıştı. Tabi bu eylem ensar için işini kolaylaştırmıştı ama unutukları bir şey vardı. Ben ülkemin sisteminde ölü biriyim hala ölü birikimde yani ensar bunu fark etiğinde henry ölmüştü. Onun yaptığı bu hata ensar'ı çok gerdi. Ensar, kumar oynayarak bir çok parası kaybedip ve bunun altından çıkmayınca borcunu ödemek için Kasım'dan borç almıştı. Ensar parayı vermeyince kasım buna karşı çok sinirlendi. Ensar beni bir mal olarak gördüğü için beni Kasım'a satı." Dedi tuana sakin olmaya özen göstererek. Ama irfan bir yandan şaşırıp bir yandan ağzı bir karış açık kaldı. İrfan konuşmak için ağzını açtı
"Sen bunları nerden biliyorsun ensar mı söyledi?" Diye sordu.
Tuana sakin olumsuzca başını saladı
"Hayır" Dedi bir müddet düşünüp "aslında bende bilmiyordum ta ki amcan zayd bana ben o hücredeyken bana bir yazıda şöyle demişti. 'Ensar seni para karşılığında satmış' önce saçma geldi. Daha sonra bir yapoz gibi parçaları tek tek yerine koydum. Hücreden çıktığımda Kasım'ı gördüm daha fikir yaratarak kendi tahminlerimle bunları sana söylüyorum pek emin değilim aslında. Belkide öyledir"
"haklısın âmâ ensar bir yangında öldü. Allah onun kötülüğünü yanına bırakmadı." dedi irfan.
Tuana, dizleri titreyerek ayakta durmaktan zorlandı. Aniden terleyerek bir kızarıp bir morarıyordu. Bir baş dönmesi yaşayarak sağ elini kaşlarına aldı. Adımlarını bir geri bir öne sedeleyerek dengesini kaybeti.
O sıra etraftaki gürültü, irfan'nın pomuk tonundaki sesi
"tuana iyimisin?" dedi.
Tuana gözleri tekrar İrfan'ı gördü. Derin bir nefes alıp verdi. "hadi bir Bankın üzerinde oturalım" dedi irfan.
Tuana, sedeleyerek ahşap Bankın üzerinde oturup derin bir iç çekti.
"iyiyim" dedi sakince. Oysaki ensar'ı bilerek yaktığını ve bunu hatırladıkça kendine lanet edişini hiç unutmuyordu. Şimdi ise aklında sadece irfan'nın bunu öğrenmesinden korkar olmuştu. ne yazık ki irfan'nın öğrendiğini sezdi.
"sana ensar'dan bahsediyordum. Onun gibi kötü insanlar keşke hep böyle yanarak ölse dünya o zaman adaletini bulurdu."
Tuana, içi rahatlar gibi irfan'nın bir şey bilmediğini anladı. Bir anda Kalbi oracıkta duracaktı. Eğer irfan öğrense bu durum daha kötü olabilirdi. Belki irfan, onu riyad sokaklarında salıverirdi. İşte, bu tuana için çok korkunç bir durumdu. O korkunç sokaklarda tek başına kalmak azim, güç isterdi bir kadın için.
"amcam onun yanında çalışmış" dedi irfan.
Tuana, tepki vermeden gözleri ahşap Bankın arapça yazılan kelimelerine dalmıştı.
"bu şekilde bana yakın olmak için. Sen bunu nerden öğrendin yoksa rehber Zayd bulundu mu?"
"hayır. Âmâ en yakın zamanda bulacağım. Bunları hepsini kimlik bilgilerinde öğrendim." dedi irfan.
"tabi ya teklonoji o kadar gelişmişti ben hala eski kafayım" dedi Peçenin altındaki burnunu kıvırarak.
"sen öyle söyleyince aklıma bir hadis geldi. Belki bu senin hoşuna gider" diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Çünkü biraz daha anlatırsa tuana gözleri yağmur Seline dönebilirdi. En azından bir müddet konuyu kapatabilirdi.
"nasıl?" diye sordu tuana.
"kulaklarını dört aç ve beni iyi dinle.. Günlerden bir gün altıya yakın genç varmış bir şehirde. Ve bu gençler öyle zekiymiş ki onların inançları bile şehirdeki insanlardan farklıymış. Bir gün amcası yani şehrin kralı onları huzuruna çağırmış 'siz' demiş 'başka dinler yaratıyor ve başka tanrılara inanıyorsunuz' demiş onlarda terddütsüz 'evet' demiş yani maksimilyan amcasına demiş.
Bunun karşısında sinirlenen kral yiğeniyle birlikte zindana atmışlar onları. Bu altı genç oradan kaçımışlar peşlerine takılan bir köpek onların dinine dahil olmuş. Onlar iyi yürekli allah'a inanan altı gençmiş. Üç gün kaçıp şehrin dağın eteklerinde koşup koşup durmuşlar. Tam kral onlara yaklaşmışken onlar bir mağaraya girip allah'a dua etmişler. Allah'ın mucizeleri binbir çeşittir. Mağaranın açık bölümünü taş yığınlarla kapatmış. Altı genç ve bununla birlikte köpekleride yedi kişi olmuşlar. O sıradan bir köpek değildi. O allah'a inanan ve cennetin kapısı bir hayvana bile açık olacağını bir müjdesiydi. Bu gençler o gece mağarada uyuya kalmış gözlerini açtıklarında mağarada kıvılcım gibi beli eden deliği açarak çıkmış maksimilyan arkadaşlarına 'siz burada bekleyin amcam sizi görürse hepimizin kelesini alır ben ekmek almaya gideceğim' demiş. Patikalardan yürüyerek şehre varmış âmâ gitiğinde gözlerine inanamamış. İnsanlar bir acayip, giysileri bile tuhafmış. Neyse bu ekmek almaya giderken parayı uzatmış âmâ adam
'deli misin sen' demiş maksimilyan
'ne diyorsun sen' oysaki kıyafetle birlikte dileride farklı olmuş. Şehir ona tuhaf bakarken o ise hiç bir şeyden habersizdi. Yolda yürüken amcasının kızı helena'yı görmüş. Amcasına kızgın olmasına rağmen helen'ya olan aşkı gururundan bile derinmiş. Âmâ helena eski helena değilmiş gibiydi yanına yaklaşıp
'helena nasılsın' demiş. Helena tepki vermeden öylece durmuş
'helena neden cevab vermiyorsun yoksa babandan dolayı mı'
Genç kız 'sen diyorsun helena'da kim?' demiş neyse sorup soruşturarak kralın huzuruna çıkmış meğer aradan bir asır geçmiş. Bu şehrin kralı onlara inanmış âmâ onlar o hayatı yaşamak istememiş" diye anlatı irfan.
"peki helena?" diye sordu tuana.
"omu o helena'nın yedinci nesil torunuymuş"
"bu çok korkunç" diye mırıldadı tuana.
"evet öyle. İnsanlar çok garip biz bir yılı çok uzun görürken onlar bir asır geçmişler. Biz atmış yılı çok uzun görürken hata o atmış yıl üzerinde çeşitli kurgular, hayaller, hedefler sergiliyoruz. Hz. Nuh dokuzyüz elli sene yaşamış. Şimdiki insanlar o kadar yaşasaydı. Işık hızı bulunur, uzaylarda seksek oynarlardı."
"haklısın atmış yıl ne kadar uzun olabilirki saysak bile tek bir nefes" dedi tuana.
İrfan, sağ kolundaki bilekliğendeki gri gümüşten yapılmış saate baktı.
"geç oldu biz gidelim. Buralarda kuşlar bizim yerimize ötsünler" dedi ve yavaşça Bankın üzerinde kalktı. Tuana, ayağa kalkıp karşıdaki şelaleye uzunca baktı. Daha sonra irfan'a bakarak
"ensar'ın yangında öldüğünü nerden biliyorsun?" diye sordu. İrfan arabaya yürüyerek tuana, peşinden yürüdü.
"elbete bileceğim, O sayılı iş adamlarından biri. Teyzesinin oğlu kasım son zamanlarda kavgalı olayları vardı. Halk arasında kasım onu öldürdü diyorlar. Ne fark ederki adam ülkenin enfilasyon fiyatı, bir çok ekonomi politiği onun elinin altında geçiyor. Bir insanı öldürse bile onun açığını gizleyen bir çok insanlar bulunur."
"nasıl yani?" dedi tuana.
"Allah şahidim ki onun gibiler, insanlar onun gözünde bir böcek gibi istediği zaman ezer geçer. Böyle insanların allah belasını vermeyene kadar kimse bir şey yapamaz, ülkenin firavunu işte" dedi yüzünü somurtarak. Arabaya vardıklarında yerlerine oturup yolâ koyuldular. Yol riyad caddelerinde uzayıp giderken trafik yoğun hal alıyordu.
"peki!" dedi irfan'ın yüzüne bakarak "neden biri onun açığını yaklamıyor en azından biri deniyebilir"
"siz kadınlar çok cesursunuz" dedi sırıtarak. Tuana, anlamamış gibi bakıp irfan konuşmaya devam etti direksyona hakim olarak.
"yemin ederim ben misali sıradan biri insanım. Açığını bulduğum zaman ne olacak bunu mahkemeye suçladığım zaman onlar kendini haklı çıkartırlar. Sonra o kanıtları anında yok edip kellemi alırlar. Ne kadar iyi güçlü kanıt bulsam bile onlar beni yine ortalıktan yok ederler"
"hiç deneyen oldu mu?" diye sordu tuana.
"yok olmadı. Âmâ kalkışanları bilmem bir ara duydum, biri haberlere vermişti o yayınıda; o kişiyi ortalıkta kaldırdılar. Suud polisi, şeriat adamları hepsi kasim'a saygıyla minetle anıyor. Böyle bir adam nasıl tehlikeye girebilirki" dedi irfan ve kendi düşüncelerini tahrik edercesine kasım'ı bir an için onu boğma isteği duydu amâ o hep günahtan sakınır dinine çok sadık biriydi. Değil bir insanı öldürmek karıncaya zarar vermeyen merhametli bir gönlü vardı.
"bu çok korkunç" diye mırıldadı tuana. "desene benim buradan gitmem çok zaman alacak. Şeriatın bile desteklediği adamdan kurtulmak zor olacak gibi"
"vallahi evet öyle ama allah bizimle olduğu sürece bu gibi adamlar ne yapsalar boş allah birdir" dedi irfan.
Birden tuana tebessüm edip irfan'a baktı "bu çok komik. Adam beni heryerde araken ben elimi salaya salaya riyad'ı bir turist gibi geziyorum" diyerek yolu izledi. Caddelerde yanan renkli afişlerin reklamları izledi. Hava sıcak boğukluk varken akşamın serin rüzgarı arada esiyor göz torbalarını bir uyuşukluk getiriyordu. Riyad el abdullah caddesinden sapıp mahmud sokağına giridi, sağ taraftaki çukurlu bölgeye istop edip arabadan çıktılar. Sokkaklarda, evelerin arasında sızan renkli ev ampuleri sokkağı daha aydınlık hale getiriyordu. Eve doğru yürüken ışıkların yanmasıyla evde birilerin olduğunu sezdiler. Müstakil evin mermerle kaplamış bahçesine girdiler. Tuana, hergün bu bahçeyi pencereden izlerken daha yakında izlemeye koyuldu. O sıra irfan fısıldayarak
"anlaşılan doğaya karşı sevgin derinmiş vallahi senin güzeliğin onların yanında hiç kalıyor."dedi.
Tuana anlamamış gibi bakarak başını iki yana saladı.
"hadi içeri girelim" dedi irfan.
Ağır adımlarla yürüyüp içeri girdiler. Taki karşılarına musab, çıkmayana kadar. Kaşları her zamanki çatık ve bu hali sanki sabit durmuş bunu bir sima olarak sergiliyor gibiydi. Giydiği suud polis forması onu daha heybetli görünüşünü sergiliyordu. Kara gözlerine yakın olan esmer kaşları, esmer teniyle saçlarına kadar şerit halindeki seyrek sakaları tüm halinden korkunç durarken tuana bir anda irkildi. Adımlarını hızlı atarak odasına doğru yürüdü. O akşam musab'ın öfkesini irfan'a kusarken bir kadınla ne kadar günah olduğunu, şeriata aykırı bir durum olduğunu anlatıp durdu. İrfan her ne kadar itirazda bulunsada musab, işi yarıda bırakacak kadar aptal olmadığını söyledi. Bu duruma idare etmek ve herşeye karşı tetikte olmaya özen gösteren irfan günün verdiği yorgunluğu bir kenara bırakıp leptopundan çeşitli arşivlere bakındı. Gece boyunca çalışıp kendi ülkesi hakında bir tür araştırma yaparak ülkenin en karablık zamanından tut, en verimli kaçışları hayal ederek ince ayrıntısına kadar düşündü. Aslında amacı tuana'yı ailesine kavuşturup rahat nefes almak değildi. Onun iyi kalbine, kötülüğe bulaşmamsı için böyle insanlara kurbanı olmamsı için uzak tutarak kendi açısında büyük değer katacaktı. Onu bir yılan gibi sıyrıtıp sadece uçağa bindirecekti âmâ küçük bir ayrıntıyı kaçırırsa bütün emeği boşa gidebilirdi. Çeşitli sitelerde belkide onun gerçek kimliğini bulup polise teslim edebilirdi. Tabikide böyle bir hata yapamazdı. Eğer verirse yaşadığı tüm haber manşetlerinde dize gelirdi. Böylelikle kasım kendi çıkarı için tuana'yı alır hata tüm medya ondan bahsetsin diye şanlı bir düğün yapardı. Bunu düşündükçe tüyleri istemeden ürperdi. Eğer tuana ülkesine giderse oda onun peşinden gidebilirdi. En azından onu kormak için. Gece boyunca dört duvar arasında çeşitli araştırmalar yaparak tüm ayrıntıyı göze almıştı. Kimlik arşivlerinde kayıplara bakıp iki yıl önce kaybolan bir kız gözüne çarptı. Belki bu kimliği alıp tuana'yı adına kaydedebilirdi. Fotoğrafını çıkartıp tuana'nın fotoğrafını ekleyebilirdi. Bu fikir ona mantıklı gelmişti. Ertesi gün arkadaşını çağırıp fikrini anlatacaktı. Geceyi uykusuz geçirerek sabahın Kül rengi görüntüsüyle ezan sesi semalarda yükseliyordu. Kendi din ve entelektüelini karşı saygılı davranarak namazını eksik etmezdi. Gün ağrırken güneş tepelerde doğuşunu sergiliyordu. Mutfakta gelen sesle tek kişilik yataktan sola kıvranıp parmak uçlarını yere bastırdı. Yürürken yavaş ve sakin yürürdü. Bu çoğu zaman Musab'ı deli ederdi hata bazen "sen tıpkı teyzemin kızları gibi yürüyorsun. Biraz erkekliğe özen" derdi.
İrfan kendi düşüncelerine ve yaşam tarzına ayak uydurup kendine has özleğini uygulardı. Bunu yaparak kendisi mutlu olurken, musab şartlanmışlık kurgularını şehir insanlarına yapardı.
Mutfağa sessizce girerek tuana'nın kahvaltıyı nasıl hazırladığını izledi. Tuana onu görünce bir an için irkilip daha sonra tebessüm etti. İrfan ona sevgi dolu bakarken Keten pantolonun cebinden bir siyah android bir telefon çıkardı. Tuana'ya uzatıp
"Umarım işine yarar" dedi.
Tuana bir yandan gurur yaparken bir yandan minetle bakıyordu.
"Bunu neden aldın! Zaten benim açımdan bir sürü işe kalkıştın bunu yaparak hayatını tehlikeye atıyorsun. Gerçekten buna gerek yok." Dedi tuana.
"Hayalin..." dedi ansızın "ne? belki.. de abimin sürekli sana bağırmasından, kızmasından çok sinirleniyorsun hata buna boyun eğmek istiyorsun ama elinde olmadan ona içi içini yiyor ama üzgünüm. Ona biz böyle alıştık ve seni üzmemsine boyun eğmem ben merhametime yenik düşüyorum ve düşmek zorundayım çünkü bunu yapmasam kendimi bir Nemrut olarak görüyorum. Bunu benim için kabul et"
"Haklısın"dedi tuana gözleri çöküp nemlenmeye hazır bir haldeydi. "Benim bir hayalim var o da aileme kavuşmak. Ve bunun olması için elimden geleni yapacağım." Dedi elini telefona uzatarak yeni modelere göre biraz ufak ama ikinci el olduğu kesindi.
İrfan, ona bir kaç özeliğinden bahsedip internete bağlamıştı. Android uygulamalarından bir kaç Arapça dersi indirip ve yemek yapması için ona Videolar gösterdi.
Tuana bir anda aklından şöyle bir şey geçmişti. 'Neden benim yemek öğrenmem onu bu kadar ilgilendiriyorki' diye düşündü.
Aniden ağzında su sıçrar gibi kelimeler dökülüvermişti.
"Benim yemek yapmam seni neden bu kadar ilgilendiriyor. Sonuçta ben burada kalıcı değilim ve arapça'yı neden doğru telaffuz edeyim ki benim ana dilim türkçe, arapça pek fazla işime yaramayacak" Dedi ansızın biraz kıvranıp bir utanç sardı bedenini
"Evet" Dedi irfan "vallahi senin ana dilin türkçe ama şunu bilmiş ol neyin ne olacağı belli olamaz. Belki buradan kaçamadın ama müstereh ol! Belki bir suud kılığına girip aksanın işine yarayabilir. Belki yabancı işçi kılığına girip hizmetçi olarak kendini tanıtabilirsin şunu bilmiş ol ki neyi öğrenirsen, hayatın boyunca seni kişileştirir"
"Haklısın. Affedersin yanlış yaptım galiba"
"Kendini geliştir yanlış yapmasın"
Tuana, irfan'a sırıtıp deve etin hazırını tavada ısıtarak etin kokusu tüm evi sarmıştı. Koku etrafı sararken tüm kahvaltılıklar ilgi çekiciydi.
Musab kahvaltıya yaklaştığında pek fazla ses çıkarmamıştı, bu çok tuhaf gelsede yüzündeki sima ne diyeceğini anlatıyor gibiydi. Gözden kaçmayan onun bu hali irfan pek fazla muhatap olmamıştı. İrfan'da biliyordu ki kendince gurur yapıyordu. Bugün giymediği inüforması daha tuhaf geliyordu. Nerdeyse günlük hayatında hiç indirmediği üniforması onu resmi biri olarak gösteriyordu. Onu üniformasıyla alışan irfan ve tuana nerdeyse o çıplakmış gibi bakıyordu. Giydiği günlük kıyafet onu bir nevi komik gösteriyordu. Buna gizliden sırıtan tuana, daha fazla dayanamadı içindeki nefesi bırakırcasına kısık bir şekilde güldü.
"Neden gülüyorsun?" Dedi musab sitem ederek.
"Çok komiksin" Dedi burun kıvırarak
"Şeytan" Dedi mırıldanarak
Musab muhatap olmadan yemek yemeğe koyuldu.
İrfan'a hiç bakmadan bir müddet yemek yiyip daha sonra konuşmaya başladı.
"Bugün şehir dışına çıkacağım sakın bu kadın bu evi alt üst etmesin, yoksa bu sefer onu gerçekten sokağa atarım" dedi. Heybetli bir şekilde kalkıp tüm mutfağı sarstı. Hızlı adımlarla mutfaktan adım adım ilerleyip kapıdan çıktı. Rahat nefes alan ikisi birbirine baktı
"Bende abimin gitmesini bekliyorum" Dedi irfan.
"Neden?"
"Bugün sana anlattığım arkadaşım gelecek, bugün izin aldım o sana bir takım sorular sorucak ona şöyle diyeceksin 'ben türkiyeliyim buraya hizmetçi olarak çalışmaya geldim ama kimliğim kayboldu' diyeceksin"
"Tamam" Dedi tuana.

Kapının çalmasıyla tuana başına siyah şalını alıp, peçeyle yüzünü kapatı. Dizlerinin titremesiyle bir heyecan girdi içine bir an önce kimlik işi halledilip evine gitmek istiyordu. Düşüncesi bile onu bi hayli heycanlandırmıştı. annesine kavuşma umuduyla dua etmeye başladı.
"Allah'ım" Dedi "beni anneme kavuştur"diyerek iki elini yüzüne götürdü ve 'amin' diye fısıldadı.

VERDE (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin