Yeşil ışığın yansımasıyla araba, hareket halinde yüz metre ötede boş arazide duran adamın yanında istop etti. Kasım bir kaç saniye arabaya bakınca, arabanın otomatik kapısı açılmıştı. Kasım evrak çantasını kenara bırakıp, gözlerini dinlenircesine kapatığında anında uymuştu. Oysa yanlış arabaya bindiğini ve ölüme gittiğini bilmiyordu. Yol uzayıp giderken uyku adeta onu esir almıştı. Bir ara gözlerini açtığında çöl diyarlarını aşmış dağlara tepelere varmıştı. Endişeyle sağına soluna baktı. endişeyle Elini giri tonlarındaki panele vurup
"Nereye götürüyorsun beni?" Dedi bağıran sesiyle "durdur arabayı. Sana durdur diyorum. Durdur" dedi bağırarak.
Bir kaç dakika sonra araba durdurulmuş ve arkadaki kapı açılmıştı. Kasım içinde endişeyle çıktığında bir sağına bir soluna baktı.
Çöl rüzgarı şiddetli bir şekilde yüzüne çarptı. Bir dakika sonra karşısına biri geldi ve tehdit bir bakış attı ona.
"Sen" diye mırıldadı.
Oysa kasım musab'ı tanımış hata bir ara ensar'ın yanında görmüştü. kara gözlerinde keskin bakışlarıyla, siyah saçları alnına kadar düşüyordu. Soğukkanlı mizahıyla birlikte gözlerinde hafif bir hırçınlık vardı. Gittikçe artan bu ifadesi daha çok kabarmıştı. O an kasım, onun bu halini daha önce hiç görmemişti. Ensarla birlikte iş yaptığını ortak olduğunu söylemişti. Şimdi daha net kavrayabilmişti. yüzündeki inleyici bakışları ele almış gibi bir ifadesi vardı. Bu bakışları hissedercesine aklında bir şerit halinde gelip geçti. Onunda örgüt üyesinde olduğunu fark etmişti. Bunu fark etiğinde başında ağırlık çökmüş gibi gözleri karardı. Musab'ın, suudi polis teşkilatında çalıştığını biliyordu. bu kadarını tahmin etmiyor hata aklının ucundan bile geçmiyordu. Ve onun bir örgüt üyesinde olduğunu hiç tahmin etmemişti. Bir süre ona baktı.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?"dedi.
Kasım otoriter bir tavırla ona baktı ve devam etti
"Bu yaptığın saçmalığı vallahi ödeyeceğim sana" dişlerinin arasını sıkarak dedi.
"Umarım ölmesiniz bana bunu ödetirsiniz!"
"Ne saçmalıyorsun sen! Şeytan" diye bağırdı.
Musab başını bir sağa sola hareket ettirerek, sağ kemerinde silahını onun başına doğru çekti. Gözlerindeki ateş bir anda onu yok edecek derecede kararmıştı. Dişlerinin arsında
"Bu silahımın markasını biliyor musun?" Diye sordu.
Kasım kaşları çatık bir şekilde olumsuzca baktı ve bir anda gözleri öfke saçmış gibi açıldı.
"Fn beş yedi" dedi sakince sonra devam etti "birazdan seni yok edecek. Yok yok ben seni yok edeceğim cesedini bile bulamayacaklar çünkü sen kül olacaksın."
Kasım duruşunu bozmadan hata yerinden bile kıpırdamadı. Öylece sinirli sinirli baktı.
"Amacın ne senin, ne yapmaya çalışıyorsun."dedi.
Musab sakin bir tavırla yüzünü bir sağa bir sola saladı.
"Amacım senin bankanı ele geçirmek."
"Ne bankası!"
"Bilmiyormuş gibi davranma." diyerek silahsı başına vurdu. Kasım başı bir an döndü, kendine gelmesi zaman almıştı. "Senin bir bankan var ve onu bana vereceksin"
Kasım başını hayır anlamında sallayarak
"Öleceğimi bilsem yinede sana vermem heleki o örgüt üyesine hiç vermem!"dedi.
Musab yüz ifadesini bozmadan hafifçe sırıtı. Ve anında tekrar kaşlarını çatıp arabaya doğru adım attı. İçeride bulunan tuana'nın kolunu sertçe kavrayıp dışarıya çekti.
"Ne yapıyorsun sen"dedi tuana.
"Sus ve dediğimi yap" dedi fısıldayarak.
Onu kasım'ın karşısına alıp hafifçe sırıtı.
Kasım bir anda şaşkın bir vaziyete baktı. Kalbi bir anda atmış ve gözleri parıldayıvermişti. Yüzündeki şaşkın ifade gitmiş sevgi dolu bir bakış gelmişti. Oysa tuana'ya olan aşkı herşeyden önemliydi.
Musab silahını onun alnına dayayıp kolarını sıkıca tutu.
"Bırak onu" dedi kasım.
Tuana musab'ın kolarını sertçe tutması onun çırpınmasına sebep olmuştu. Bir sağa bir sola çırpındıktan sonra yerinde durabilmişti.
"Bırakırım ama bankanın şifresi"
"Yoksa sen o hançeri çaldın mı?"
"Ne sandın çalamayacağımımı onu sana bırakıp öldüreceğini mi sandın?"dedi musab
Kasım endişeyle teslim olurcasına bakındı ve başını olumluca salayıp
"Tuana sevgilim seni çok seviyorum. Sakın korkma!" Dedi sakince.
Oysa tuana ona bile bakmıyor, hata nefret dolu bir bakış atmıştı. Gözlerinde hüzün varmışçasına musab'a baktı.
"Eğer beni ona vereceksen öldür kurtulayım daha iyi" diye fısıldadı.
"Hayır sadece blöf yapıyorum" dedi fısıldayarak.
"Tuana sevgilim" dedi gözlerinde sevgi dolu bir bakışla "biliyorum benden nefret ediyorsun benim seni ne kadar sevdiğimi bilsen.. ne kadar acı çektiğimi bilsen.. keşke şu çöl ırmak olsada üzerimize yağsa sel olsa biz sularda kavuşsak. Birlikte ölüp dirilsek"
Tuana bir anda vücudunda ürperme hissetmişti ve bir anda soluksuzca
"Seninle ölüp dirileceğime ebediyen cehenemde kalırım daha iyi." derin bir nefes alırken göğsü şişip sönüyordu. "Senden nefret ediyorum eğer seninle bir ömür geçireceksem" dedi soluğunu alıp derin bir nefes aldı "ölürüm daha iyi"
"Lütfen öyle deme sen ölürsen ben yaşayamam"
Tuana başını iki yana sallayarak gözlerini aşağıya doğru kıstı.
"Bana şifreyi vericek misin, yoksa öldürüp onu yok etmemi istiyorsun" diyerek emniyetini açtı.
"Hayır yapma" diyerek elini havaya kaldırdı "sana o şifreyi vereceğim ama sende onu bırakacaksın"
Musab gözleriyle onu süzüp silahını aşağıya doğru kaydırdı. Bir anda derin nefes alan kasım gözlerini rahat bir şekilde kapatı ve derin bir nefes aldı.
" söyle şifreyi?" Diye bağırdı.
"Tamam vereceğim. Hançerin içinde roman rakamlarıyla bir rakam bulacaksın odur şifre. Şimdi tuana'yı rahat bırak"
Musab tek kaşını havaya kaldırdı ve eline hançeri aldı. Baştan aşağı süzdü. Roman rakamlarını bulabilmişti. sıra sıra dizilmiş rakamlar, şifretik bir biçimde dizilmişti. Aniden silahını yukarıya doğru çekip emniyetini açtı ve tek kurşunu kasım'ın alnına isabet etmişti. Tuana aniden bir çığlık basarak başı dönmüştü. o an gözlerinde donuk bir ifadeyle gözlerinde bir acı belirlenmişti. Nefesi kesildi. Dehşet verilecek bir cinayete daha şahit olmuştu. Buna şahit olmak ne kadar acı verici olabilirdi ki? Dahası bu kötü adamdan kurtulduğu için sevinmesi gerekiyordu. Tuana bu kadar kalpsiz olamazdı. Hata kasım ona hiç bir zaman kötülük yapmamıştı. Her ne kadar kötü karekterli olsa bile, üzücü olan onun ölümüne şahit olmaktı. Oysa tuana tüm duygularını yitirmiş gibi kadınlık duygusu devreye girmişti. Acımak. Bu gerçekten çok acı vermişti ona. oysa nefret ettiği bu adamın, ölümüne bile göz göre göre yumucak kadar kalpsiz biri değidi. Gözleri bir karardı sonra ayakları yerde sedeledi ama bir anda önünde olan musab
"Hayır hayır şimdi hiç sırası değil" diyerek onu ayakta tutmaya çalıştı. Bir anda omuzlarını sarsıyıp kolarını gevşeti. Yüzüne ani hafifçe bir tokat hisederek gözlerini kocaman açtı. Musab, onu ayakta tutmaya çalışıyor ve onu teseli etmek için bir kaç cümle kulandı.
"Bunlar olmak zorundaydı." Diye mırıldadı.
Oysa tuana gözlerindeki o esrarengiz bir bakışla onu süzdü.
"Sen tam bir canisin. Evet o bana kötülük yaptı ama onu öldürerek adaleti yerine getirdiğini mi sanıyorsun. Yeter artık insanları öldürmeyi bırak" diye bağırdı.
Musab onu olduğu yerde bırakıp arkasına geri döndü.
"Onu arabaya koymam lazım"
"Yani sana yardım etmemimi istiyorsun?" Dedi ve hırçınla "asla" diye bağırdı.
"Senden yardım isteyen oldu mu!"
Tuana sinirle gözlerini kıstı ve arkasına dödü ağlamaya başladı.
"Allah'ım bana yardım et" dedi elini yüzüne birleştirerek. Kalbi korkudan deli gibi çarpıyor, eleri titreyen bir alet gibiydi. Güneşin sıcaklığı tüm vücudunu yakarken gözleri alev almış gibi yanıyordu. Öyle bir sıcaklık hissettmişti ki, o sıcaklığın bir anda bitip donmak hata donarak ölmek istiyordu. Dudakları bir anda kurumuş ve çatlamaya hazır bir haldeydi. Arkasına dönüp bakıncaya kadar musab kasım'ı arabaya koymuş ve araba kendiliğinden gidiyordu. Bir anda öyle görünce şok geçirmiş gibi gözlerini kocaman açtı. Daha fazla izlemeye dayanamayıp gözlerini kapatı. Tam o sırada kulakları kabartacak, gözleri dolduracak ani bir ses duyuldu. Gözlerini aniden açarak arabanın alev aldığını görmüştü. Bir atom parçalanması gibi patlamıştı. Bu dehşetli manzaraya daha fazla izlemek istemiyordu. Şimdi ise hiç bir tepki vermeden öylece bakındı. Sağına baktığında musab'ın rahat bir pozisyonda sır çantasını koluna geçiriyordu. Ona doğru adım atan musab
"Hadi gidelim" dedi.
Tuana ters ters bakıp gözleri öfke saçarcasına baktı. Aniden donarak onu süzdü.
"Çabuk olsan iyi olur karaya bir saat sonra yetişmemiz lazım" dedi rahatça yürüyerek.
Tuana, bir anda duygularına yenik düşerek teslim olurcasına ruhsuzca yürümeye koyuldu. Yüzünde solgun ve bir o kadar acı dolu hisler vardı. Artık bundan sonra en fazla ne iyi olabilir ki? Diye düşünürdü. O kadar ölüme şahit olmak, sevdiğin insanları kaybetmek, sevmediğin insanlara acımak hepsi bir kötü bir film gibi geliyordu. Yüzünde hala solgun ve umutsuz bir bakış vardı. Ölmek.. o kadar çok istediği bir şey olmasına rağmen hergün yaşıyordu. Bir anda çöldeki sıcaklığın arasında gelen bir fırtınayla yuvarlak biçimli bir bulut şeklinde bir sis göründü. Sisin içinde sıyrılan adam ona doğru yaklaştı. Gözlerini bir açıp bir kapatı.
"Allah'ım bu bir mucizemi" diye mırıldadı.
Bir anda irfan gözlerinin önünde bulunmuştu. Sesini duyarcasına kalbi deli gibi çarptı.
"Allah'ım" diye fısıldadı.
"Tuana" dedi irfan yumuşak ses tonuyla "üzülme bunları bir gün unutacaksın. Artık mutlu olacaksın." Dedi çölün yankı yapan sesiyle.
Ve bir anda gözler önünde sönüp kül gibi yok olmuştu. Arkasına dönen musab
"Hadi çabuk ol biraz"
Tuana, birden yerinden sıçrayıp irkildi. dalgın bir şekilde bakıp gözlerini kısarak yürüdü. İçinde bir ses arkasına dönmesini istemişti. Arkasına bakınca soluk soluğa kaldı. Gözleri bir demirin birden verdiği ateş gibi yanıp söndü. Gözleri doldu ağlamaya başladı. Yürürken artık şehrin çölü etrafında çember olmuştu. Bu büyük çöle ayak bileklerine kadar batıyordu. Solgun ve durgundu. Bir kömür madeni gibi sıcak çöl kumları ayaklarını yakıyordu. Bunu tüm vücudunda hissediyor ve tiksiniyordu. Yolun sonuydu ve artık takatsiz kalmıştı. Kendini ikindi vaktinin fırtınasına verdi. Yumuşak bir o kadar serti. Yüzünün her karesinde bu fırtınayı hissederken dudakları kurumuştu. Peçesini kapatarak tüm toz yüzüne değmemesi için gözlerini kıstı. Kum fırtına eşliğinde musab daha hızlı yürüyordu. Çünkü bir saat sonra bu fırtınaya hiç bir canlı duramazdı. Her gittikçe şiddetlenen kum fırtınası yüzlerini yakıyordu adeta. İleride gözle görülür bir şekilde kara gözüküyordu. Hızlı adımlarla yürüyüp karaya varmışlardı. Bir kaç dakikanın ardından havada uçuşan pervaneler gözüktü. Gittikçe yaklaşan paneli pervaneler, onlara doğru seksen dereceyle bir dönüş yapıp aşağıya doğru inmeye başladı. Pervaneler havada uçuşurken ortalığı hafif bir tozla kaplamıştı. Gelen rüzgarla birlikte helikopterin pervanelerin rüzgarı yüzlerine şiddetle çarpıyordu. Gözleri karartan bu rüzgar bir anda daha yakınlaşmıştı. Musab sakince bakarken tuana uzaylı gelmiş gibi bakınıyordu. Helikopterin arkasında bulunan torklara bakındı. Daha sonra siyah kaplamalı yüksek modeli olduğunu fark etti. Bu kadar güzel bir helikopteri ilk defa görüyordu. Yavaş yavaş yere sendeleyerek durmuştu. Helikopter durunca ortalığa sessiz bir hava esmişti. Tüm pervaneler yavaş yavaş duruyordu. Sessizlik çok güzel gelmişti tuana'ya. Bir dakikanın ardından helikopterin içinden uzun boylu zayıf bir adam çıkmıştı. Onlara doğru yaklaşıp
"O selam-u aleyküm" dedi musab'a bakarak.
Musab soğukkanlı bir şekilde başını sallayarak
"Ve aleyküm selam" dedi.
Bir kaç dakika konuşarak helikopterin merdivenlerine basıp içine girdi. Daha sonra çıkıp şiveli bir arapçayla konuşup
"Hadi gidelim" dedi tuana'ya bakarak.
Tuana'nın gözlerinde bir olumsuz ama istemsizce bir istek vardı.
"Nereye gidiyoruz?" Diye sordu. "İran'a"
Tuana bir süre düşündü
"Oraya beni götüreceksin?"
"Evet"
"Beni neden oraya götüreceksin"
"Oraya gitmek zorundasın" diyerek hafif bir uyusalıkla içtenlikle bir iç çekti ve ekledi. "Eğer orada kalırsan senin için daha iyi olur. En azından bu dava son bulana kadar. Bu dava son bulduğunda kimse sana zarar vermez. Yani.. halam sana çok iyi bakacak" dedi musab.
Tuana, Yavaşça dizlerini kırpıp gözlerini kıstı. Bir müddet sessizce bakıp gözleri dolmuştu. Arkasına doğru yavaşça döndü. Bir anda musab'ın içinde bir öfke kabarmıştı. O an kendini tutarak tuana'nın ne yaptığına baktı. Tuana usulca uzaklara bakıp, çok şeyini kaybettiği bu kutsal toprağın kokusunu içine çekti. Derin bir nefes aldı ve gözlerinde geldiği ilk günden bu yana hatıralar canlandı. Bir daha asla gelmeyecekti buralara. Bir daha asla kokusunu içine çekemeyecekti.. bir daha asla burada yaşadığı hayatı yaşamayacaktı. Önünde uzun bir ömür olmasına rağmen gözlerinde, ruhunda yaşlanmış gibi duygular yaşadı. Belkide bu yaşananlar onun ömründe çok şey almıştı. Bir daha asla vermeyecekti bunu farkındaydı. Dışarıya haykırıp ama içinde gizlediği konuşmayı usulca mırıldadı
"Sen ne kadar azizsin, bu topraklar ne kadar kutsaldır, keşke insanlarıda bu kadar kutsal olabilseydi. Keşke bunları yaşamadan önce buranın kokusunu içime çekseydim. Yok istemiyorum buralar benden çok şey aldı. İstemiyorum kokusunu, toprağını insanlarınıda istemiyorum. istemiyorum şehrini, şöhretini Hoşçakal irfan" dedi gözlerinde yaş süzülerek. Bir anda musab'a dönerek
"Gidebiliriz" dedi sessizce.
Musab kulağına gelen fısıltıyla hafifçe doğruldu.
Helikopter doğru yürürken sedeleyen ayaklarını sabit tutup dik durmaya çalıştı tuana. Onun kolarını kavrayan musab yavaşça helikoptere girdiler.
"Şükran" dedi tuana.
Musab yerini sabit tutu ve helikopterin düzenini sağladı. Bir anda havalanan helikopter yavaş yavaş gitmeye başladı. bir anda üç yüz derecelik bir manevrayla havaya yükseldi. Tuana emniyet kemerini bağlayıp yerini sabit tuturdu. Gittikçe havalanma daha şiddetlendi. Bir anda yüksek bulutlara varmıştı. Gözleri ansızın kapatıp açtı artık bulutların içindeydi. Biraz sonra bulutlar açılıp şehri görebilmişti. Toz toprağa bulanmış şehir gözlerini aniden açıp kapatı. Öyle bulanıktı bir anda kalbinde bir cılızlama oluştu. Ezan sesleri şehri kaplamış, yavaş yavaş karanlık çöküyordu. Gözlerinde bir yaş süzülüp kalbinde bir ağrı saplamıştı. Ve git gide şiddetlenen kalp atışı gözlerinde tesir yapmıştı. Toz toprağa bulanan şehiri göremiyor dahası son bir defa görmeyi çok istiyordu. Ama tıpkı irfan gibi yok olmuştu. Bu hayatta ona iyi gelen riyad ve irfan'dı. Oysa ikisini bırakıp gidiyordu. Bu ona çok acı vermişti. Elini ağzına verip sessizce ağlamaya başladı. Helikopter bir sağa bir sola kıvratıp durdu. Gözlerinde yaşlar süzülüyor kalbi şiddetle çarpıyordu. Şafak ağır ağır çöküyor tüm bitkiler, canlılar kalbına giriyordu. Kurtlar sofrası kuruluyordu. Geçmişin verdiği acılar onu kör kuytulara sürüklüyordu. Yol uzayıp gidiyor helikopter gittikçe hızlanıyor bir sağa bir sola sürükleniyordu. Musab helikopter dikkatlice odaklanmış kulağındaki kulaklıkla başını iki yana saladı. Karanlık çökmüştü sisler etrafı sarmış denizleri, kumsaları şehirleri, ülkeleri aşmıştı. Yüzlerce insanın suretini görmeksizin tüm ülkeleri aşmıştı. Yavaş yavaş iniş yapıyor yorgunluk bedenlerine çökmüştü. Bitkin yorgunlardı. Bir anda paler şiddetle döndü motorun sesi daha yükselip sonra alçaldı. Bir kaç dakika havada durdu. Sonra yerde iniş yapıp bir kaç dakika paler çalışıp durmuştu. Musab tuana'ya bakıp
"Geldik" dedi yüzündeki yorgun ifadesiyle.
Tuana gözleri bir anda çöker gibi kıstı. Şu an nerde olduğunu nerye geldiğinin bir önemi yoktu. Gözleri alev fıçkırır gibi parladı ve tekrar yorgun bir ifade çöktü gözlerine. O an anladı ki, bir hikayenin sonuna geldiğini, son durak olduğunu biliyordu. Bir sağına bir soluna baktı sedeliyerek yürüdü. Helikopterin merdivenleri yavaş yavaş devreye girip iniş yaptı. Ağır adımlarla yürüyüp merdivenleri aşmıştı. Yeni sistem üzerinde kurulmuş helikopterlerin iniş kalkışları bile farklıydı. Paler durmuş motor sesleri dinmişti. Yüzüne bir far gibi ışıklar vurmuştu. Bir anda korkuyla elini gözlerine verip ışıklara engel olmuştu. Nasıl bir yerde olduğunu bilmediği için korkuyla yürüyüp aklındaki soruları bile düşünecek gücü kalmamıştı. Musab, ona doğru yürüyüp elini uzattı. Gözlerinde sert soğuk mizacını görebiliyordu. Tuana bir anda tedirgin olmuştu. Elini uzatıp uzatmamakta kararsızca elini bir anda ona uzatı. Gözleri istemsizce korku salmıştı. İçinde bir nevi aldatma şüpheleri girmişti. Bu şüphe nerden geldiğini bilmeksizin, neden böyle düşündüğünü bilmiyordu. Yüzü bir anda çöktü ve yürümeye başladı. Ayakları zemine değdiğinde bir çimen toprak olduğunu fark etmişti. Karanlıkta görmediği bu alanı görmeyi diledi içinden. Fark etmişti ki kokusunun bile güzel olduğunu. Tıpkı Türkiye'deki ıslak çimenler gibiydi. Bu ona yağmur yağarken ıslak çimenlerin harmanlaşmış kokusu gibiydi. İçinde bir mutluluk, bir heyecan kapladı. Sanki Türkiye'de gibi hissetti. Kokusunu doya doya içine çekip iliklerine kadar çekti. Musab elini bırakmış beraber düz zifiri karanlık bir yolda yürüdü. İkisinin gözlerinde efkarlı bir yorgunluk çökmüş hata bayılacakmış gibiydi. Oysa musab bunu hiç belli etmiyordu. Tuana'nın omuzları çökmüş gözlerinde alev fışkırıyordu. Oysa bugün yaptıkları soygun, kasım'ı öldürüşü aklının ucunda bile geçmiyordu yorgunluktan. Islak çimenlere basarken vücudunda istemsiz bir titreme meydana geliyordu. Uzakta belli olan sarı turuncu arası bir ışık belirginleşti. Bir anda yerinde öylece durup
'Nereye geldik?' Demek istesede yorgunluk içine ve dışına işlemişti. Ağzını bile kıpırdatmadan yürümeye devam etti. Zifiri karanlığın içinde bu ışığın bir mucize gibi parıldayışı adeta gözleri kamaştırıyordu. Parıldayan ışığa varınca içinde bir mutluluk girdi. Henüz bilmediği bir anlam vermediği bir mutluluktu. Evin bahçesine girdiklerinde mis gibi bir koku girdi burnuna. Derin bir nefes alınca göğsü şişti. Ahşap kapıya doğru yürüdü ve musab yumruğunu ahşap kapıya vurdu. Kapı açıldığında orta boyunda tombul bir yaşlı kadın açtı. Bir anda gözleri fal taşı gibi açılan yaşlı kadın donuk bir şekilde baktı. Daha sonra iki elini açıp musab'a sarıldı. Arapçaya benzemeyen değişik bir dile mırıldadı. Bu dil daha önce duymuştu tuana. Farsça diliydi. Aksanlı bir şekilde mırıldayıp sarılıp kokladı. Yaşlı kadın kendini geri çektiğinde bir anda gözleri tuana'ya kaçtı. Farsça
"eyene deheter heset?" Dedi sakince.
Tuna başını eğerek öylece sustu. Yorgun, aç ve susuzdu. Tek yapabildiği sakince durarak tüm yorgunluğunu içinde sindirmek. Yaşlı kadın bir müddet susup elini işaret edip
"Fermen" dedi Farsça diliyle.
Ağır adımlarla içeriye doğru adım attı. Musab hızlı adımlarla içeriye girmişti bile. Tuana bir yandan çekinir, bir yandan yorgun bedeniyle içeriye doğru yürüdü. İçeride burnuna gelen yeşillik kokularıyla birlikte yeni sağmış süt, hamur kokuları hepsini burnuna doğru çekti. Oysa bu koku onun başını döndürmüş ona bir anda heycan vermişti. Aklına yaz mevsimlerindeki gittiği köyü hatırlatı. Malatya'nın kaysıları, ağaçları, sağmış sütleri aklında geçmişti. Hepsi bir rüya gibi bir kaç saniyeden ibaretti. Gözlerini devrirdi ve evin içinde gezdirdi. Yerde serilmiş el yapımı halılar, yanında bulunan sedirler, bir kaç desenli yastıkla kapatılmış odada bir sıcaklık esiyordu. Musab aniden halının üzerinde oturup başını yastığa yasladı. Gözlerini kapatıp bir müddet derin nefes aldı. İçeriye giren yaşlı kadın musab'a bakıp bu sefer arapça aksanıyla
"Musab bu kız kim?" Dedi sakince.
Tuana ayakta dizleri titremeye başladı. Yaşlı kadın derin ve içten bir bakışla
"Otur otur" dedi.
Tuana yavaşça olduğu yerde oturdu.
"Hala" dedi musab yorgun dolu ifadeyle "bu kızın adı tuana, ondan bahsetmiştim. ona yatak hazırla yorgun yatacak" dedi.
"Evet"diye mırıldadı.
Yaşlı kadın başını iki yana sallayarak
"Tamam" dedi. Ama içinde hala bir çok soru duruyordu.
"Hadi gel" dedi sakince.
Tuana ayağa kalkıp bir anda yorgunluktan başı döndü ve kendine gelmeye çalıştı. Ağır adımlarla yürüdü ve yaşlı kadını takip etti. Diğer odaya geçerken yaşlı kadın, düğmeye basıp birden içerideki zifiri karanlık aydınladı. Tek kişilik eski bir yatağın üzerinde beyaz çarşaflarla örtülmüş, yerlerde desenli halıların, üst üste dizilmiş yatak, mindereler küçük ahşap kaplamalı bir pencereden ibaretti. Gözleri bir anda kararıp soluyordu. Yaşlı kadın arapça aksanıyla
"Şurada yatabilirsin" dedi eliyle işaret ederek. Tuana başını olumluca sallayıp yatağa doğru yürüdü. Yaşlı kadının samimi bakışlarıyla tuana'ya tebessümle
"Yorgunsun uyu" dedi.
Tuana yavaşça yatağın üzerinde uzanıp ince pikeyi üzerine attı. Yaşlı kadın içten bir bakışla ışığı kapattı. ona bakındı ve kapı aralığından çıktı. Tuana yorgunluktan çökmüş gözlerini kısıp uyumaya koyuldu. Artık yorgunluk tüm bedeninde çökerken, kendini uykuya vermişti. Aklından hiç bir soru geçmeksizin, her şeyi unuturcasına uyudu. Ertesi gün neyle karşılacağını bilmeden artık rüyalar, kabusların esiri oldu. Gece boyunca bir oraya bir buraya sızlanarak kabuslara doğru bir yolda ilerlemişti. En son ise karşısında irfan'ı görmüştü. Çimenlerin üzerinde yürürken ona doğru yürüyen irfan gördü. O sıra, burnunda yeşilliğin en güzel kokularını burnuna çekmiş ona doğru koşar adım yürümüştü. İrfan entari giyimiyle göründü. Ona sarılmak için kolarını acımıştı, o sıra irfan bilekliğini kavrayıp uzunca sarılmıştı. Burnuna uzunca bir nefes alıp yüreğiyle okşamış, gözleriyle yaşatmıştı onu. Kara gözleriyle onu süzüp baştan çıkarmıştı.
"Mutlu olacaksın!" Diye fısıldadı.
Tuana gözleri bir anda ateş gibi parıldayıverdi. İrfan'nın gözlerinin içine baktığınıda gözleri uzaklarda bir yere dalmıştı. Tuana, aniden onun baktığı yere bakınca küçük süt beyazı tüylü bir kuzu belirlendi. Ona doğru koşup dizlerine kadar küçük bir kuzuydu. Eğilip onun tüylerini okşadı tuana.
"Artık bu senin dostun"
Tuana arkasına baktığında irfan yoktu. Bir sağa, bir sola koşunca hiç bir iz bulamadı. Yeşilliklerin ardında Tek kalan ise ufak sevimli bir kuzuydu. Ona doğru yürüyünce hafifçe titredi. Gözlerini sıkıca kısıp terlemeye başladı. Gözlerini aniden açınca yataktan sıçratı. Elini saçlarının arasına aldığında, yüzünde uzunca bir durgunluk belirginleşti. Kapıya doğru koşar adım yürüyüp holden dışarı çıktı. Yeşilliğin arasında gözleri kamaştı bir anda. Gözlerini dağ tepelerde gezdirirken kalbi bir anda delice çarptı. Bir anda Malatya'daki köyüne benzetmişti. Köyünden bile güzel bu alanı, hayranlıkla seyretmeye koyuldu. Sağını solunu çevreleyen bu yeşil alan onu hayran bırakmıştı. Gözleri gibi parıldayan yeşil çimenlere bakıp eğildi. Elinin arasında geçirdi çimenleri. Arkasında ince kısık ses tonuyla biri seslenmişti.
"Beğendin mi?" Dedi arapça aksanıyla.
Tuana ayağa kalkıp başını ona doğru çevirdi ve bu yaşlı kadındı. Dün akşam gördüğü yaşlı kadın ona tebessüm edip ona doğru yürüdü. Tuana kumral saçını kulaklarının arasında sıkıştırıp yutkundu. Derin bir nefes alarak dilinin ucuna gelen ama bir türlü cesaret edemediği kelimeyi içine doğru yutkundu. Yaşlı kadın onu anlarcasına bir bakış attı.
"Musab'ı sorucaktın değil mi?"
Tuana başını evet anlamında sallayarak yutkundu.
"Gitti o bir daha gelmez. Seni bana emanet etti. artık benim yanımda yaşayacaksın. Bak gör çok mutlu edeceğim seni" Dedi sakince.
Tuana başını umutsuzca eğip gözlerini kıstı. Oysa istemsizce bir acı girmişti içine. İrfan'a tek bağlayan ona ait kanında, canında bir abisiydi Ve oda gitmişti. Artık irfan'a ait hiç bir şey kalmamıştı. Yüzü bir anda soldu. Gözlerinde bir acı belirginleşti ve ağlamaya koyuldu. Yaşlı kadın ona doğru yaklaşıp buruşuk ellerini onun narin yanaklarına değdirdi. Tuana ona baktığında yeşil gözlerinden bir yaş süzüldü.
"Korkma ben sana zarar vermem" dedi sakince. "Ben musab'ın halasıyım o bana her şeyi anlatı. Sen benim yanımda kalacaksın" dedi başını sallayarak.
Aniden gelen bir sesle irkildi tuana. Yaşlı kadın güldü "korkma o buranın neşesi" dedi.
Tuana arkasına bakınca süt beyazındaki bir keçi göründü. Tuana bir anda şok yaşar gibi gözleri kocaman açıldı. Bu rüyasında gördüğü keçiydi. Ona doğru adım atarak gözlerinde yaş süzüldü. Tüylerini okşayıp kucağına aldı. Elerinin arasında kaybolmuş gibi küçüktü. Onu okşayıp sıkıca sarıldı.
"İrfan.." diye mırıldadı.
O an derin bir iç çekip gözlerinde bir yaş süzülmüştü. Hikayenin sonu mu yoksa başında mıydı? İşte bunun içinde derin bir iç çekmek gerekirdi. Yaşadıklarını rüzgara savurup yok etti. Ağır ağır savrulmuş bir oyana bir bu yana dağılmıştı. Ama kalbi hala atıyordu.. gözlerini yeşilliğin arasında gezdirdi. Mutlu muydu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Teen FictionBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...