Holiden mutfağa yöneldi ve Bir bardak su kana kana içiti. Yaz sıcaklığı tüm bedenini sarmış, bademciklerinin sussuzluktan şişmiş gibi hissetti. Tüm bedenine sıcaklık basarken alnından damla damla terler akıyordu. Evin içine birirnin girme sesiyle bir an için irkildi. Sesi biraz ince bir o kadar akıcılığı kulağa hoş gelen bu şeffaf ses, sanki bir haber kanalın spkeri gibiydi. Arapça aksanı kulağa sanki şiir, şarkı gibi geliyordu. Bir yandan irfan'nın pomuk tonundaki sesi kulaklarında güzel bir his uyandırıyordu. Ahşap mutfak dolapları gözlerinde takılan desenlere bakıp bir müddet bekledi. Kapının aralığında gözüken irfan aniden mutfağa giridi.
"Umarım bu isaf yerine gelir. Unutma senin adın verde türk soy ismin aşar sakin davranmaya özen göster. Sen buraya çalışmak için geldin gerisini sen tamamlarsın"
"Ama nasıl?"Diye sordu.
"Hadi seni bekliyor" Dedi çekiştirerek.
Tuana ağır adımlarla bir o kadar endişeli bir şekilde yürüdü. Holide asılı duran portreyi baştan aşağı süzdü. Bir müddet derin nefes alıp dizlerinin titremesiyle ince bir metre karelik koridordan bir kaç saniye çıkabilmişti. Misafir odasında ağırlanan uzun genişlikteki odayı kapsan modern koltuklarla ama bir o kadar eski hali vardı. Baş köşede eski plastik çiçeklerde odayı bir hayli eski tarz yapıyordu. Bu odada arada temizlik yapmasına rağmen odanın has kokusun gibi duvarlarda sıcaklıktan kokan, rutubet kokusu ile tütün kokulu tütsü birbirine karışmıştı. Bu koku boğucu gelsede kimisine çok hoş geliyordu. Sağ baş köşede oturan genç görünümlü adam ciddi, bir o kadar çakici halini andırıyordu. suud'lulara göre daha modern bir hali vardı.
"Merhaba"Dedi akıcı ve biraz İngilizceye kaçan aksanıyla.
Tuana başını aşağı yukarı sallayıp
"Merhaba" Dedi ve yavaş adımlarla karşısında bulunan tek kişilik kadife koltuğa doğru oturdu.
Siyah büyük kol çantasında bir kaç adört kağıdı çıkartı. Sonra bir müddet düşünüp eline bir kalem aldı. Kalemi inceleyip adört kağıdın üzerine bir şeyler çizdi.
"Adınız" diye sordu otoriter bir sesle
"Verde"
"Verde mi verda mı?"
"Verde" diye cevap verdi tuana.
"Soy isminiz?" Dedi akıcı bir konuşmayla
"Aşar" diye yanıtladı.
Genç adam bilgisayardan kayıtlara baktı.
"Burada verde aşar adında herhangi bir kayıt yok. Ama ben sana yardımcı olacağım, sadece sorularıma cevap vereceksin"diyerek olumlu baktı.
"Buraya ne için geldiniz?"
"Çalışmak için geldim" diye yanıtladı tuana.
"Ülkeniz.. " Dedi bir müddet tuana'nın gözlerinin içine baktı "orada çalışma imkanız yok muydu?"
Tuana bir an için içi burkuldu, daha sonra yüzünde bir kızarıklık meydana geldi, bir an dizleri titredi. Sakin olmaya özen göstererek
"Evet vardı." Dedi rahat olmak için derin bir nefes aldı. "Ama oradaki bütçeyle buradaki bütçe aynı değildi." Dedi.
"Anlıyorum" dedi kol çantasından laptopu çıkarttı. Sonra köşede bulunan kızıl rengine bulanmış düğmeye bastı.
"Bütçe.. onu ne yapıcaktınız veya herhangi bir pasoport, vize, senet, vergi dosyalarınız yok mu?" Dedi biraz İngilizceye kaçan aksanıyla.
Tuana bir müddet düşünüp 'yoksa irfan bunu ona anlatmamışmıydı' diye düşündü.
"Vardı hepsi çantamla birlikte yandı"dedi. Ve yalan söylediği için bir müddet onun etkisinde kaldı.
Genç görünümlü adam gözünü bilgisayaradan ayırmadan
"Bütçe dedim, ne yapacaktınız"Dedi sesinin tonunu hafifçe yükselterek tuana sakin davranmaya özen gösterip eskiden beri hayal etiği dünya turu aklına gelmişti.
"Evet" dedi "Bütçe sorunum vardı okul okuyan biriyim ve benim kişisel ihtiyaçlarım var"
"Ne gibi?" Diye sordu adam
Tuana bu soruyu bekler gibi hazır bir cevab ekledi.
"Turizim amaçlı gezmek istediğim bazı fonksiyonlar vardı." Dedi.
Genç görünümlü adam anlarcasına başını saldı.
Tuana elini birbirine ovuşturmuş bir şekilde genç adamın ne diyeceğini pür dikkat izliyordu. Kapıya doğru baktığında 'irfan neden gelmedi?' Diye düşündü.
"İrfan" Dedi ve başını bilgisayardan kaldırıp daha içten bir bakış attı tuana'ya "bana anneniz ve babanızın öldüğünü söyledi ismini bilmiyorsunuz galiba" dedi ingizlizce aksana kaçan arapçasıyla bir an için kekeledi sonra bunu düzelti.
"Evet öyle" dedi titrek sesiyle.
Açıkçası dizleri ayakları tüm vücudu titriyordu. Giydiği bol elbiseden dolayı pek fazla beli olmuyordu, ama kızaran yüzü bunu sergiliyordu.
Genç adam bilgisayardan bir müddet baktıktan sonra
"Ülkeniz Türkiye" Dedi.
Heyecanlı ses tonuyla "Evet" Dedi tuana.
"Şehriniz?" Diye sordu.
Bir anda "İstanbul " diyeverdi tuana.
Bunun gibi bir çok soru sorarak tereddütsüz bir şekilde yanıt vermişti. Sonunda içeriyi boğan sıcaklık bitmiş serin bir rüzgar esmişti. Klimanın yardımıyla bu rüzgar daha yüzüne çarpıyordu. Verdiği buhar yüzüne hata ilkiklerine bile çarpıyordu. Parmak uçlarıyla dizlerine bir sağa bir sola şeritler çiziyordu. İçerinin sessizliğini kabartan kapının sesiyle irkilen tuana, aniden ayağa kalktı. Bir saniye düşünmesiyle irfan olduğunu hissetti ve tekrar oturdu. İrfan varlığıyla huzur bulur onun gözlerindeki sevgi dolu bakışlarına bakar, bundan büyük bir memnuniyet duyardı. Şu an tüm ihtişamıyla içeri girmiş gözleri bir bütün tuana'yı arar gibiydi.
"Umarım işi bütünüyle haletmişsinizdir" dedi irfan genç adamın yüzüne bakarak
"Az kaldı"
"O zaman bende bir köşede oturabilirim"
"Otur! otur önemli detaylar bitti zaten" diyerek tuana'nın yanındaki çift kişilik koltuğu işaret etti.
İrfan, her zamanki sakin ağır adımlarıyla çift kişilik kahverengi kadife koltuğa oturdu.
"Bir kaç soru daha soracağım. Bunu bana açık bir şekilde açıklayacaksınız iyi olur"
İkisi arasındaki yakın mesafeden dolayı birbirlerine yakın bir şekilde baktılar. Tuana, irfan'nın yüzündeki o derin ruhunu kapsayan bir duyguyu andıran tuhaf çekimler hisseti. Bir kadına karşı koyamayan bu inanılmaz bakışlarda hiç hissetmediği bir duyguya kapıldı irfan. Bunu felsefetik açısından düşününce anında gözlerini dizlerine sabit tutmaya çalıştı. Sonra derin bir iç çekip genç adamın yüzüne baktı
"Evet" dedi "sorabilirsiniz"
Genç adam dizüstü bilgisayarını biraz uzaklaştırıp
"Bak Muhammed irfan ali ibn abdullmahmod vallahi daha önce bu işe kalkışmadım. Tüm haber kanallarında bir kadın aranıyor, bunun bir Türk olduğunu söylüyorlar ve bu çok tehlikeli eğer sizin bununla bir alakanız yoksa size eyvallah veririm. Ama allah şahidim ki ben kimseye zarar vermem" dedi bir müddet irfan'nın gözlerinin içine baktı. İrfan, bir yandan endişe ederken diğer yandan tedirgin olmaya başladı. Bir an için herşeyi anlatmak istedi, düşüncesi bile saçmalık olduğunu anımsadı. Bir iç geçirip 'üzgünüm' diye geçirdi içinden.
"Sen ne diyorsun,"dedi beli etmiyorcasına "artık insanlara yardım etmekte mi ayıp olmuş. Beni bilirsin öyle şeyleri sevmem" dedi en kaba halini göstererek.
"Vallahi biliyorum. Ama ben burada sana sahte bir kimlik çıkartacağım, kayıta bu kimlik bulunacak. Birinin bu kimliği sahte demesi olanaksız, çünkü bunun için bir kayıt sisteminde bir program ayarlamışım kayıt sisteminde bu kimlik yer anlamaktadır" genç adam bir yandan irfan'nın gözlerinin içine bakıp en ufak bir tedirginlik algılamaya çalıştı. Ne yazık ki irfan en ufak bir ayrıntıyı bile sezdirmedi.
"Tamam" dedi genç adam "şartım var"
İrfan, az önce girdiği tereddüt bir nevi narkozun etlisindeymiş gibi ve bunu etkisinde çıkmış gibi hissediyorudu.
"Bu kimliği türkiye'ye gittiğinde yok etsin, yoksa başıma büyük belalar açar. Yetkiliden izinsiz yapıyorum. Pek fazla kurcalamak istemem, sizde kendi açınızdan haklısınız haletmesi zor olan işinizi bu gibi eylemlere başvuruyorsunuz. Ülkenize gitiğiniz zaman daha kolay akışkan bir şekilde haledersiniz" dedi.
"Olur efendim ne demek sizi mahçupmu bırakacağız"
"İrfan, buraya senin için geldim, yoksa nerde görülmüş bu tür şeyler"
"Sizden çok teşekkür ederim efendim" Dedi minnet dolu sesle.
"Ne demek. Bilseydim senin elinden yardımseverliği alır mühür vururdum" dedi sırıttarak
"Aman efendim bu benim kişisel bir görevim olmuş eğer bu tür yardımlar olmasa ben kendi ilahiyat ve dinimden şüphe duyarım"
"Yok yok şaka yaptım. Seni güzelleştiren, bu ülkeyi güzeleştiren sensin" dedi bir anda parlayan kahverengi tonundaki gözleriyle
"Estağfirullah efendim"
"Tamam fazla uzatma benim bir sürü işlerim var gitmem gerekiyor" diyerek ayağa kalktı.
O, an ikisi bir anda kalkıp birbirilerin yüzüne baktı. Sonra gözlerini tekrar genç adama çevirdi. Genç adam hafifçe eğik bir şekilde tuana'ya yaklaştı. İyice tuana'yı süzüp
"Bir daha buralara gelme yazık olur sana. Git kendi türk hürriyetini yaşa" dedi. Ses tonundaki ciddiyet tüm ruhunu sarmalamıştı. 'Evet benim türk hürriyet yaşamım' diye geçirdi içinden. Sonra genç adamın ne demek istediğini pek fazla anımsamadı ama içten bir konuşma olduğunu düşündü. Bu tür kelime akılının içinde yer almış gibi dönüp durdu.
İrfan, kapı eşliğine kadar eşlik ederek odadan çıktılar. İrfan'nın daveti üzerine bir tür konuşma yaparak 'bir gün yemeğimize, çayımıza gelin' diyerekten genç adamı uğurlamıştı.
Tuana, kimliğinin çıkmasına ülkesine geri döneceğinin Sevinç'ini yaşıyor bir sağa bir sola kıvranıp sonra salonda irfan bekledi. Dakikaları sayıyor, yarım saat bile geçmişti. Sonra bir saat, iki saat beklemek onun huzurunu bozuyordu. Bir ara mutfakla ilgilendi, daha sonra harflerle bağdaşlaştı, sonra bir müddet şarkı mırıldadı. Şarkı mırıldanmak ondan uzak bir deyimdi ama son zamanlarda nedensiz bir şekilde şarkı onu rahatlatıyordu. Böyle şarkılar bildiğini hiç tahmin etmiyordu. Kelimeleri bir araya getirme zorunluluğu hisetmiyor sadece bazı kelimeleri birbirine karştırıyordu. Sonra bunu düzgün söyler ve fısıldardı sözleri kulağa çok hoş geliyordu. Daha önce hiç böyle kelimeler söylememişti.
'Aşkım benim sensiz ne eylerim' bu tür sözler andırıyordu. Dahası bu kelimeleri nerden bildiğini? Nerden geldiğinin hiç bir fikri yoktu. Bir şarkı fısıldarken salonda oturduğunun farkına varmadan içeriyi dolduran ayak sesleri duyuldu. Duyar duymaz arkasına baktı ve bu tam onun yanında olmasını istediği kişiydi.
"Güzel şarkı. Ama pek fazla duyamadım"
"Nerdeydin sen! Kaç saattir seni bekliyorum" Dedi sitem edercesine.
"Bir şey mi diyecektin?"
"İnsan bir haber verir" Dedi. Sanki küçük bir çocukmuş gibi dudağını büzüp, yüzünü sağa çevirdi. Kendince naz edercesine öylece sustu.
"Tamam" dedi ve tuana'ya kabalık etiğini düşündü "haklısın" diyerek sağa bakan yüzüne çevirdi.
"Güzel şarkıydı ama keşke senin kadar güzel bir sesim olsa ve... senin gibi kız gibi yüzüm olsa" dedi
Tuana, her ne kadar sırttığını gizlesede içi kahkaha atıyor gibiydi.
"Aman subhanallah" dedi gözlerini kocaman açarak "olmasın senin gibi güzelliğim olsa musab, beni pişirir yer"
Tuana aniden bir kahkaha attı. Öyle bir gülmüştü ki daha önce bu kadar güldüğünü, karnı kasılıyıncaya kadar gülmüştü. Gözlerinde su damlacıkları fırlayınca kadar gülmüştü. İrfan buna eşlik ederken "aman benzemeyim sonra 'sen kız mısın' der bana." Ve tekrar gülmüştü. Bu karnı burkan gülüşler tüm evde çalkalanmış gibiydi. Siyah sisli hava pencere arkasında saklanırken ay ışığı semalarda yükselmişti. Yıldızlar göklerde derinliklerini saklarken milyonlarca kilimotrelik uzaklıktaki bu gezegenler yıldız olarak nitelendirerek aslında sinsi karanlığın yalancısıydı.
Tuana bir müddet irfan'nın sisli dudakların arasındaki güzel gülüşlerin içindeki huzur verici ruhuna özeniyordu.
'Bir insan bu kadar iyi olabilirmi? Ya da ben iyi insanları görmedim? Belkide uzun bir zamandan sonra bu kadar iyi bir insan görmek bana şüphe duydurdu.'
Bir anda kahkaha sesleri kesilmiş içeride boğucu bir sessizlik girmişti. İrfan bir anda
"Şarkı söylediğine göre şiirde biliyormusun?"
"Aslında hayır. Açıkçası şarkıda söylemeyi bilmiyorum. Sadece kendimce mırıldanıyorum" dedi. Yüzü bir anda kızarıp alev almış yanmaya başladı.
"Müzik ruhun gıdası diyorsun"
"Bilmem. Öyle mi?" Dedi şaşırarak
"Bilmem öyledir"
"Nasıl?" Diye sordu tuana
"Pek fazla şiirlerle ilgilenmem ama filistinli bir adam şöyle derdi 'sevgiliden gelen her şey sevgidir' pek fazla anlayamadım"
"Güzel sözmüş"
"Arap edebiyatı çok değer kazanır bu tür sözler herzaman anılır bazı dervişlerin sözleri serserilerin diline sakız olur ve değerini düşürür. Oysaki bir kelime bir insandır"
"Pek fazla edebiyattan sevmezdim, eskiden ama ne kadar değerli olduğunu şimdi anlıyorum. Edebiyat arşivcileri bize şunları anlatırdı 'edebiyat bir sanatır bu yolda çok şey görüceksiniz' derdi. Evet edebiyat bir sanattır ve bunu anlayan bir çok insan vardır. Öyle mi?" Diye sordu tuana.
"Öyledir sanat dalında herkesin bir katkısı mutlaka vardır. Birde serserilerin ağzında şu sözler duyarım 'aşk bir devlettir insanın içine aşk doldurur sonra askerlik geldi diye seni savaşa maruz bırakır' sence çok çocuksu değil mi?"dedi irfan.
Tuana, hayır anlamda derin bir bakışı vardı.
"Hayır" diye yanıtladı "bence çok güzel. Zaten bizim çocuksu bulduğumuz şeyler herzaman istediğimiz şeyle değil mi! Kim istemez ki çocukluğun verdiği o mutluluk, o sevinç çığlıkları, insanlar en ufak şeylerde mutlu olmak istemez mi?"
"Hayır bunu demek istemedim" Dedi sakin bir tavırla
"Aslında demek istediğim şair olmak için, şiir mi yazmak gerek veya içimizi dökmek için aşık mı olmak gerekir. Saçma bir konuşma biliyorum ama gerçek şu dervişlerin yazdığı bir takım sözlere şiir diye nitelendiriyor"
"Pek fazla şiirle muhataplığım yok" Dedi tuana "ama bir ara okula gittiğim yılarda.. tahtada şöyle geçiyordu şiir şaire yakışır, güzellere şiir yakışır öyle mi gerçekten. Tabi bizde yaş olarak duygusal zamanlar geçirirdik ve hoşumuza giderdi."
İrfan alaycı bir gülümsemeyle
"Çok saçma"dedi.
"Biliyorum. Sana saçma geliyor ama Araplar şiirlerden çok iyi anlarmış ve edebiyata çok değer verirmiş"
"Evet öyle."Dedi Elini alnına verip "çok garip ki bununla ilgili festivallerimiz bile var."
"Öyle bir konum sizin için ayrıcalık taşımıyor mu?" Dedi sağ kolunun parmağını işaret ederek.
"Bilmem pek fazla ilgilenmiyorum. Biliyorsun ki ben arpça öğretmeniyim"
Tuana sözünü keserek "ve şeriat kanunlarına uygun değil diyeceksin"
İrfan başını bir eğip daha sonra kaldırınca "hayır değil" Dedi.
Tuana gözlerini açıp başını ona yaklaştırdı.
"Peki nasıl?"dedi
"Siyaset konumun açık deliler çok çabuk bulunur. Edebiyat islamiyete çok değer kazanır"
"Değer verirmisin?" Diye sordu tuana
"Açıkçası hayır"diye yanıtladı.
"Peki neden soruyorsun?"
"Öyle"Dedi bir müddet sustu. "Bugün gitiğim yerleşik hayat düzeninde suud'ların gün ve gün finansal değeri daha yükseliyor dolar artışların göze çok batıyor."
"Siz suud'lar için ne önemi varki, petrolden gerekli finansal değerinizi alıyorsunuz" ses tonunudaki inleyici konuşma onu tekrar ele almış gibi baskı yapıyordu.
"Evet Haklısın. Bu suud'lar için bir önemi yok ama yerleşik hayatı yaşamayan insanlar için bu büyük bir tehdit. Ve bugün bir söz duydum bir Filistin edebiyat şairinden çok duygusal sözlerden bahsediyordu."
"Ne gibi?"
"Katliam, din, yahudi suikastı gibi falan.."
"Pek fazla ideoloji teorisinden anlamam açıkçası" diyerek göz ucuyla irfan süzdü.
"Afedersin" diyerek sırıttı irfan "biz araplar politika, siyaset olunca karşımızdakinin kadın, erkek, çocuk fark etmez kendimizi kaptırıyoruz"
Tuana anlayışla gözlerini kıstı.
"Anlıyorum. Biz türk'lerde bazı takıntılarımız var."diyerek sustu.
Bir müddet gözlerinin içine bakıp, derin nefesler aldılar. İkisi arasında derin ve bir o kadar anlaşmamazlık bakışlar vardı. Bu gibi duygulara kapılan ikili, büyük bir utançlık sardı etraflarına. Sanki dudakları değilde, gözleri konuşuyor gibiydi. Bu duygular onları sarmalarken, sert bir rüzgar esmiş gibiydi. Bu bakışlara son vermek için konuşmaya yeltendi irfan
"Yanılmıyorsam kimliğin bir kaç gün içerisinde çıkacaktır"
"Öyle mi"Dedi tuana, sonra bakışlarını salon çerçevesindeki portre çevirdi
"Peki ne zaman buradan gideceğim?"dedi, sanki ses tonunundaki ve yüzündeki hüzün gitme gibi niyeti olmayan bir ifadeyi andırıyordu. İrfan kısa bir salise için bunu görebilmiş, sonra görmemezlikten gelerek
"Buradan gitmen için zamana ihtiyacımız var"
"Neden?"diye sordu tuana.
İrfan, nefesini dışarıya verip kara gözlerindeki dalgalı halkaları sıçrarcasına bir karşısındaki kıza bakıp birde zemindeki ahşap görünümlü mermere baktı.
"Aslında bu çok karmaşık bir olay ama merak etme! Buradan titizlikle gitmen için büyük bir karabalık gerekiyor ki bu bizim işimize yarasın. Buraya haç, ümre için gelenler çoğunlukla üç aylarda akın ediyorlar."
"Peki üç aylar ne zaman" dedi ve gözlerindeki o umutsuzluk gitmiş yeni arzular dolmuş gibiydi.
"İki buçuk hafta sonra" dedi irfan o kısık sesindeki hüzünü algılamıştı tuana.
"Biliyorum"dedi tuana ansızın.
İrfan bakışlarını ona çevirip 'neyi?' Der gibi baktı. Sonra içine bir kuşku girmiş
'Acaba benim hislerimi anlıyor mu?'diye düşündü. Oysaki onun hisleri hiç bir ifade etmeksizin sadece ufak bir kıvılcımdan oluşan duyduğu arkadaşlık hisiydi.
"Benden sakladığın bir konu var" dedi gözlerini ondaki o sakladığı güvensizlik hisi görmüş gibiydi.
"Neyi" diye sordu.
"En başından beri Kasımi el fuadıl beni her yerde aradığını ve sürekli açığa vurmamak için beni üzmemek için basitmiş gibi davrandığını görmüyormuyum"
"Hayır" diye sözünü kesti "o seni arıyor ama"
"Evet arıyor"diye yanıtladı "herşey bana anlattığın gibi değil." Dedi tuana yüzünü sağa çevirerek
"Nasıl? Belkide buradan kaçman kendi izini yok edersen kurtulursun"
"Ya bu kadar basit değilse? Ya çok korkunç biriyse? Belkide senin anlattığın gibi şeriat hukuku onu bu konudada büyük bir destek alır ve peşime takılırsa"
"Neden kafanda şartlandırmak gibi hayaller kuruyorsun!"
Tuana, gözleri tekrar çöküp yüzünde bir boğukluk meyadana gelmişti.
"Ya öyle ise"
"Seni hiç anlayamıyorum" Dedi endişeli bakışlar atarak "bu sözlerinde gitmeme isteği uyandırıyor bana!"
"Hayır, gitmek istiyorum tabi" ve bir an sustu "ama korkuyorum"dedi tuana.
"Neyden korkuyorsun allah aşkına?"
"Bilmiyorum" diye yanıtladı.
"Tuana" diye mırıldadı.
Bu isim bir an onu ürpertici bir his kaptırdı. ona takma gibi gelmişti. Sanki verde daha bağdaştırırmış gibiydi ve daha yakışık duruyordu.
"Bunu düşünme geleceğe bak. Eğer bunları düşünürsen korkuna yenik düşersin" bunları söyleyerek içten ve sevgi dolu bir bakış attı. Bu bakış ruhunda estetik hale gelmişti. Bakışlarındaki o cesaretin verdiği güç sonra tekrar sevgiyle bağdalaştırmış, estetik hale getirmişti.
"Bunları düşünme" dedi "bir yol çizmişsen ordan ilerle"
"Haklısın galiba bunları düşünmem gerekir"dedi tuana.
"O zaman süre içerisinde kitap okuyarak geçirebilirsin" dedi irfan sonra içtenlikle bir bakış attı.
"Olur" diyerek bakışlarına karşı bir tebessüm attı.
İrfan, odasına doğru yürüyerek bir dakika içerisinde elinde bir kaç kitapla ince koridordan belirlendi.
"Evet bunları okuyabilirsin"diyerek kitabı uzatı.
İnce yapraklarla belirgin harfleriyle okunur türdendi. Tuana eline aldı bir müddet bakındı, uzun zamandır öğrendiği arapça harfleri hızlı olmasada akışkan bir şekilde okuyabiliyordu.
"Bilim felsefesi"diye mırıldadı. "Ben eskiden biyolojiye çok meraklıydım" dedi.
"Öyle gözüküyor. Çiçek, böcek" Dedi irfan
"Hayır aslında fazla üzerinde durmazdım ama farklı cinsten görmeyi çok severdim"
"İyi o zaman" dedi iki elini birbirine şakırdayarak
"Evet bunları okursan hem kendi düşüncelerinden uzak durur bunlarla oylanırsın" Dedi irfan.
"Hayır" diye itiraz etti.
"O zaman bunları düşünme"
"Tamam" Dedi.
Bir süre kitaba baktıktan sonra irfan'dan izin isteyip odasına gitti.
Pencereden dışarıya bakarak derin bir iç çekti. Yıldızların ve evrenin verdiği yaşam olasılıkların o ince kuytuların ardından saklanan yıldızları bir süre izledi. İki haftanın nasıl geçeceğinin heyacanı ve korkusu taşıyordu. Bazen bu düşüncelerden uzak dursada, yaşayacağı büyük gerilim onu daha korkuya sürüklüyordu. Sanki onun bilmediği ve bilmekten korktuğu bir yaşam sürdürecekti. Gökyüzündeki karanlık efsanesinin altında yatan bir sır gibi görmediği o dahi sonucu kafasında kurgular gibi arıyordu. Elinde bulunan kurgu dolu kitaba baktı, ama daha sonra onu eski zigon tarzı sehpanın üzerine verdi. Yatağa oturduğunda, derin bir nefes alıp baş köşesindeki zigon tarzı sehpaysa istemsizce elini uzattı. Kitabları eline alıp sayfaları çevirdi.
'Bu arap mitolojisi' diye geçirdi içinden.
Sayfayı bir makanizmanın ölçülü bir şekilde gözlemler gibi baktı. Daha sonra kafasını karıştıran bir takım arap alfabesini doğrulamaya çalıştı. İki büklüm olan kelimeler, herhangi bir benzerliği olmayan temel bir bir bilgisiyarın yazılanıydı. Meraklı bir şekilde gözlemleyerek farklılık yaratmaya çalıştı. Hücredeyken yaptığı bir takım düşünce kavramın nerden geldiğini, ve bunu ağırsamak için çok çaba sarf ettiği hatırlamıştı. Bu düşünce bazen onu çok derin kuytulara götürseydi, ancak bilinci kaybetme gibi düşüncesi vardı. Bu kitap ve irfan'nın söylediği sözlerle, düşüncelerle zıttılar 'Aman Allah'ım irfan'nın amacı ne?'diye düşündü.
Oysaki onun düşüncesi ülkesine gitme arzusu doluyken, irfan onu bu düşüncelere teşvik ediyordu. Peki neden? Hiç bir sebep yokken, irfan neden onu bu tür kitaplarla onu bu tür metodolojiye sürüklesin ki? Belki de tuana'nın düşüncelerinin biyoloji ile ilgili olduğunu fark edince onu bu tür düşüncelerle doldurmak istemiştir. Bunlar ona çok saçma gelmişti, belkide onun öğrendiği bir takım sorular vardır ve bunun cevabının tuana'dan almak istemiştir "irfan'nın amacı ne?"diye söylendi. Aklında bu sorular varken, kimliğinin çıkacağını ülkesine döneceği düşüncesi onu heycanlandırmıştı. Böylelikle gece olmuş uyku tutmamıştı. Kitapla oylanayıp derken, sabah camilerin ezan sesleri şehrin sessizliğinde gür bir şekilde yankılanıyordu. Bu hoş ve huzur verici ses onun içine hiç korku, düşünce uyandırmıyordu. Şeffaf ses kulaklarında çınlarcasına din ve düşüncenin hiç olasılık olmadığını düşünüyordu. 'Bu din yerel seçimse arabistan şeriatı yanlış yönelikteler' diye düşündü. Bu düşünce her ne kadar saçma olduğunu yönlensede kendi düşüncelerinin mantıksal olarak düşünürdü. Sabaha kadar bilim felsefeyi vurgulayan kitabı okudu. Arap düşüncesi bilim insanlarıyla farklı özeliği taşıyan bu düşünce onun kafasını allak bullak etmişti. Neyse ki ara verip evin içinde musab'ın olmadığını, rahat dolaşacağı için kendince bir bilgi bulabilirdi. Bir anda aklında 'musab neden şehir dışına çıktı?' Düşüncesi girsede bu düşünceden kendinden uzaklaştırmıştı. Çünkü ne zaman onun hakkında bilmek istediği bazı nedenler arasaydı. İçinde olmadık korkular ve nedensiz düşünceler girerdi. İrfan abisi için onunla tartıştığı günü hatırladı. 'Musab, kibirli düşüncesiz olsada bu onun kötü biri yapmazdı, belkide eyşe'nın dediği gibi herkes göründüğü gibi değil' bu düşünce çok haklı nedenler çıkartıyordu. Daha önce bunu düşünmediği için kendi kendine kızmıştı. Şartlar gereği musab öyle bir yapıya sahip olmalıydı. Böylelikle kendi iç yapısından kopar ve islamiyet için katkıda bulunacaktı. Musab ve irfan bir islamiyet için yetiştirilmiş suudi mensupları için büyük katkıda bulunmak istemiştir. İrfan, yerel yaşantısız için çaba sarf edereken, musab islamiyeti için kendi vicdansızlık ve acımasızlık sağlıyordu. Tuana bu aklından hata düşüncesini bile kurgulamıyordu. Sadece tek bildiği 'herkes göründüğü gibi değil!' Tıpkı türkiye'deki aldığı samimi teklif gibiydi. Buraya gelerek hayatının bir daha eskisi gibi olmayacağını, aynı düşünce yapıya sahip olmayacaktı.. eski umut hayalperestliği olmayacaktı.. belki ülkesine döndüğünde bile aynı yaşam, aynı hayat yaşamıyabilirdi. İşte bu tür sorunlara cevab vermek için yaşamadığı gereken bir takım gerçekler vardı. Odaların içinde gezerken televizyon inüteye baktı. Daha önce hiç dikkatini çekmeyen çekmeceleri, ayrı bölümdeki raflar aynı özeliği taşıyan sol taraftaki bulunan kapalı dolaba iyice odaklandı. Bir dakika baktıktan sonra merakla o tarafa doğru yürüdü. İnce sivri demirden yapılmış kulpu, elinin arasına alıp kendine doğru çekti. Kapağı açılmayınca sert bir şekilde çekti. İmkansız olduğunu anlayınca bu şekilde bir şey anlayamazdı. En doğrusunu yapıp irfan'a söylemekti. Neden bu kadar taktığını, neden tuhaf sorularla kafasının karıştığını anlayamıyordu. İrfan, bilerek bir kitap vermiş böylelikle tuana'nın kafası karışsın, takıntı yaptığı sorular kafasında uçup gitsin diye ama tuana daha mantıklsal olarak irfan neden bu tarz kitapları okuyor? Diye düşünürdü. Hiç tahmin etmediği bir açık bulmuştu. Bunu kitap sayesinde ve mantığını ters yöne çevirmişti. Hücrede kaybettiği bir aklı sanki geri gelmiş gibi vızıldıyordu. Aynı düşünce yapısal olarak değişmişti sanki yönünü bir takım kavramsal ve felsefe düşünceye vermişti. Bu felsefenin adı"İslamiyet felsefesi"idi.
Bunun hakkında görüş ve düşüncesi olmadığı kanaatini vurgulanabilirdi, ama yeni bir düzey oluşumu hakkında bilgisi olabilirdi. Bu görüşlerini nasıl kanıtlayabilirdi. Peki bu konuyu neyin üzerinde vurgulayabilirdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Novela JuvenilBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...