Sabahın ışıl ışıl renkleri etrafta saçarken, kuşlar bunlara ortak olup gökkuşağı havasını katıyordu. Ülkenin kuraklığı uzun zamandır meydana getirmediği için bir tutam yağmura muhtaç olan çiçekler, böcekler, bitkiler hata insanların bile bir tutam yağmura muhtaçtı. Açıkçası yağmur devletin elinde olsaydı vay devletin haline diyebilirdiler. Havanın ayrıcalığı kuru sıcaklık, kuru tozlara bürünmüş rüzgâr daha çok insanları bunaltma durumuna getirmişti. Ülkede yapılan her güzel sanatlar, renkler çeşit çeşit su ayrıcalığını taşıyan şelaleler bile bir tutam yağmurun yerini tutamıyordu.
beyazlara bürünmüş saçlarını geriye iterek mutfağa doğru yürüdü. Malikanenin içinde bulunan on yabancı işçi bulunmaktaydı. Bu kişiler genelde afgan, Endonezya, hint işçilerdi. Malikanenin asıl avantajlarından biri ise ensar'ın ailesinin genişliğiydi. Ensar, hem çevre açısından büyük değer hemde kendi ailesinde değer kazanıyordu. Asıl hedefi ne olduğunu bilmeyen çevresi ona yönelik dedikodu yapmıyor değildi. Çevresine karşı duyarsız olan ensar kendi hakimiyetinide güçlü tutuyordu. Şimdi tüm malikane onun için yastaydı. Yaşlı adam asıl amacı neler dönüp döndüğünü bulmaktı, âmâ bu öyle yaptığı ticaret işlerine benzemediğini daha çok şeytani işlerin olduğunu o daha çok iyi biliyordu. Uzun koridordan hizmetçilerin, koşup koşuşturmasına şüphe duyar gibi bir şeylerin olduğunu hemen fark etti. Sanki bu yas tutma merasim havasındaydı. evet öyleydi galiba. Peki ne oluyordu? Mutfağa girdiği an birinin 'ensar' dediğini fark etti. Şüphe uyandırmamak için asıl işiyle uğraştı.
Genç afgan hizmetçi Gözlerini kısıtı
"vah vah yazık oldu! allah düşmanım başına getirmesin" dedi üzülür gibi
Diğer afgan hizmetçi ise elini birbirine vurdu.
"tek başına bir odanın içinde yanmış" başını aşağı yukarı sallayarak
Karşısında olan kadın
Kilolu bir kadın kaşlarını çatıp
"çabuk olun, daha çok yemek yetiştirmemiz gerek" dedi. Daha sonra sinirli bir edayla karşısındaki yaşlı adama baktı.
"siz ne istemiştiniz Zayd bey?"
Zayd çatmış kaşlarını havaya kaldırarak
"ben... Ensar beye bakmıştım"
Orta yaşlı kadın kilolu bedeniyle titrek ve bir o kadar komik bir bakışla
"ûbey..."diyerek arapça aksanda bir şeyler mırıldandı.
Zayd bundan habersizce Başını aşağı yukarı sallayarak
"tövbestafurullah ne oldu ki?"
Orta yaşlı kadın üzülür gibi başını yere eğdi.
"ensar efendim, allah rahmetine kavuştu, allah onu cennet mekânına kabul görsün"
Yanındaki kızlar gözlerini kıstı.
"amin.." Diyerek işlerine koyuldu.
Ensar ne olduğundan habersizce başını iki yana saladı
"nasıl.. Öldü?"dedi şüphe uyandırmamak için yüzündeki mimiklere dikkat etti ve daha sonra soğukkanlılığını belirti.
Baş aşçı olan kilolu kadın
"vallahi çölde bir arazisi varmış, orada evi miydi?"
Zayd başını aşağı yukarı sallayarak
"hm.. evet vardı!"
Bilmiyormuş gibi davranarak bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu, ama bu seferki durum daha ilgi uyandırdı.
"ha işte orada yangın çıkmış, yanmış bedeni şu an hastanede. hastaneye gidince allah'ın huzuruna gitmişti bile, allah onun günahını affetsin" diyerek ilgilendiği yemeklere tekrar baktı.
"hadi çabuk olun"diye homurdandı.
Zayd aklındaki düşünceleri allak bulak halini belirtmemek amaçlı bir bardak su alıp mutfaktan yavaş âmâ bir o kadar hızlı yürüdü.
Koridorda yürürken Kendi kendine söylendi.
"inşallah düşündüğüm gibi değildir" bir süre düşünerek uzun koridorda yürümeye koyuldu.
"böyle bir düşüncesizlik yapmış olamaz, ya da yapmıştır. Peki Tuana nerde?"
Artık ortalık daha karşık bir hale gelmişti. Zayd, bunca zaman onu ararken şimdi bir çırpıda kaybetmişti. Şimdi ne olacaktı? Tüm planlar alt üst olurken Zayd ona verdiği sözü düşündü. Koridorda yürürken evin büyüklüğü daha yorulmuştu. Yaşlılığın verdiği etkiyle dizlerinde kramplar, duymama potansiyelide gerçekleşiyordu. Dahası onunda vakti geldiğini artık göçmek için dualarda bile bulunuyordu. Asıl amacı dünyadan kurtulmak değildi. Allah'ın huzuruna varıp aff dilemekti. Yoksa kendi yaptığı günahlardan bir sığınak dünyanın içinde arınamazdı. Yürürken neler hissettiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Bir anda evin hanimefedisi karşısına çıkıvermişti. O an vücudunda bir ürperme oluştu. Karşısındaki evin hanımefendiyi görünce şaşırmıştı. Çünkü daha önce hiç bu şekilde görmemişti. Gözleri dolu dolu hata evin içinde yankı yapmayacak bir şekilde sessiz sessiz yürüyordu. bu da onun ne kadar efkar saçtığının ifadesiydi. Zayd yanında sessizce yürüken zayd'ın yürüdüğünün bile farkında değildi. Bir anda durarak sağına baktı.
"Zayd efendi;" diyerek bir anda irkildi.
"efendim gülsüm hanım"
Gülsüm hanım ona dönerek güçlü durmaya çalıştı.
"Zayd efendi siz kaç aydır evin içindesiniz, arada bir ensar'ın işlerinde görüyorsunuz"
Zayd kaşlarını çatarak boncuk boncuk terler akmaya başladı. İçeride klimanın çalışmasına rağmen terler şüphe uyandırmaya yetiyordu. Zayd kendine gelerek alnındaki terleri silidi ve başını aşağı yukarı saladı. "evet"diye devam etti.
"ensar çöl; arazideki evde ne işi vardı?"
Zayd tedirgın bir şekilde baktı ve istemsizce tedirgin olmuştu.
"pek fazla işine karışmazdım, âmâ.."
Aklına daha çok fikrler gelerek bunun saklamasının faydası olmadığını hata ensar'ın aileside onu çok detaylarda uzak tutabilirdi.
"âmâ ne?" dedi sinirli bir edayla
"yani.. Bir ara işlerin sıkışıklığını ve.. Teyze oğluyla sık görüştüğünü o çöldeki evde ne olduğunu pek fazla bilmiyorum"
"Zayd ensar yalnızca çöldeki evde sadece yaz günleri giderdi, öyle görünüyor ki hizmetçiler almış ve sadece buda değil çok farklı şeylerle var, Hizmetçiler bir şey bilmediğini söyledi."
Zayd şüphe uyandırmaya özen göstererek
"ne demeye çalışıyorsunuz?"
Gülsüm hanım Zayd'ın gözlerinin içine bakarak
"ne dediğimi siz daha çok iyi anlıyorsunuz! Yani demek istediğim.. bu ensar'ın nikahlısı olmasın"
Zayd ne demek istediğim hemen anlamış, bu kondu aynı görüşü vermiyordu.
"vallahi benim hiç haberim yok." diyerek konuyu kapatmaya çalıştı.
"tamam" diyerek karasızca kafası karışmış bir şekilde yürümeye devam etti.
Zayd, bu dalgınlığından şüphe duyarak arkasında baka kaldı. Bir müddet kafasında felsefetik bir düşünce oluştu. Gülsüm hanımın bu kadar dalgın olmasını kendi bakış açısıyla tuhaf buldu. Ansızın onun peşinde yürüdüğünü fark etti. İçinden bir dua geçirdi.
Sen yücesin rabim. Biliyorum ki, sen beni buraya sürüklüyorsun. Şüphem yok! Sen beni kötülükten koru.
Gülsüm hanım sağ koridordan yürüyerek en alt bölüme gitti. Arada bir arkasına bakıyordu. Yürürken altınlarla süslenmiş çiçek yığınların arkasında saklanıyordu. Biraz sonra siyah kaplamalı bir kapının önünde durdu. Odanın içerisine girerek kapıyı arkasında kapatmıştı.
Zayd kapıya yaslanarak dinlemeye koyuldu.
İçeride hiç olmadık sesler geliyor ve bu seler ona şüphe uyandırmıştı. Hiç bir zaman tahminde bulunduğu kavramlar yalan üzerinde kurulmazdı.
Biraz sonra içeriye giren gülsüm hanım
"bak hatice eğer uyanırsa bana haber ver"
Hatice uyusal ve çok naif bir kadındı. Ayrıca hiç bir zaman kendi koşularıyla kendi yapısal gücüyle böbürlenmiyordu. Her zaman sevgi, saygı, anlayış çerçevesindeydi. Ailenin adaletini güzellikle yaşayan hatice ensar'ın karısıydı. Böyle bir adamın güzelliklerle dolu karısı olması büyük bir şansızlıktı. heleki içindeki iyi tavırların sergilediği yumuşak huyu ayrı bir güzellik katardı.
"tamam"dercesine yanıt verdi.
Gülsüm hanım, Ensar'ın annesi olmakla yetinmez tüm çevrede yararı dokunan bir güce sahipti. Tüm dernek ve kötü koşularda eli uzun olan gülsüm hanım fakirlerede eli uzun biriydi.
"hatice eğer bu olayla bir bildiğin varsa lânetler üzerinde olsun, bu kız lânet ediyorum allah'ın huzurunda"
Diyerek bedualar okudu. çünkü şeriatı içermeyen bu durumda nasıl karşılık verebilirdi ki. Ensar'ın evinde nikahsızca ve ayrıca herkesten gizli bir ilişki düzeyinde giden bir kadın, neler düşünemezdi ki.
Zayd kapının arkasında sesi duyabiliyor hata içeride kimin olduğunu biliyordu. Bedua okuduğu kızın Tuana olduğunu hemen anlamıştı.
Gülsüm hanım iri gözleriyle tuana'yı süzdü.
"hatice buraya göz kulak ol, sakın buraya gelen misafirlerin onu görmesini istemiyorum, eğer görürlerse basın medyası bizim peşimizi bırakmaz. Önce olayın astını öğreneyim" diyerekten boğazında kalan hıçkırığı bırakıp ağlamaya başladı.
Hatice Uyusal tavrıyla yanına yaklaştı. Nazik bir dokunuşla
"iyimisiniz teyze?" Diye sordu.
"hiç iyi değilim. Ensar oğlum gitti" diyerekten hıçkıraraktan ağladı.
Hatice'de onunla birlikte ağlamaya koyuldu.
"hatice ensar oğlum sana hiç iyi davranmadı. Yinede sen onun için ağlıyorsun" dedi gülsüm hanım acınırcasına.
"olur mu hiç öyle o benim kocam ben onun ilk karısıyım" diyerek kaynanasını teseli etti. Aslında ensar hiç kimseye iyi davranmaz hata evdeki kadınları köle gibi bulurdu. Zaten hatice onun bu huylarından duygusal yapısınıda etkilemişti. Böyle ilkel mantığı yaşayan ensardan ne gibi bir şey beklemeşti ki. Evdeki diğer kadınlar yani haticeyle birlikte dört karsı bulunmaktaydı. Diğer kadınlar ne kadar vurdumduymazsa hatice bir o kadar takıntıları vardı. Diğer kadınlar gurursuz davranıyorlarsa hatice aksine o kadar guruluydu.
Diğer kadınlar göre çok iyi huylu yumuşaktı. Son zamanlar ensar onu çöldeki araziye götürüp yemek yapıp ev işlerini yaptırıyordu. Hatice çoğu zaman 'niye burdayım neden yemek yapıyorum?'diye düşünsede hayasından utanıyor bunu söylerse evdeki diğer kadınlar farkı kalmazdı. O yüzden susmayı tercih ediyordu. Tabi acıdığı bu genç kıza hep dualar edip duruyordu. Oysaki hatice bile ondaki güzeliğe hayran kalmış her kadın gibi kıskanmıştı. Gülsüm hanım çıktıktan sonra Zayd koşar adımlarla uzaklaşmıştı oradan. Hatice tekrar tuana'nın kumral uzun saçlarına bakıp ne kadar mahsum olduğunu düşündü. burun yapısının ince zarif dokusu, beyaz teminde süzülmüş saçları ve hoş görüntüsü ince bir o kadar çekici dudaklarına hayranlıkla baktı. Tuana başını sağa sola çevirdi. Hafifçe kıvranarak gözlerini hafif bir şekilde araladı. Gözlerini bir müddet kapalı tutu. Gözlerinin önünde bir sis perdesi inmişti ve çığlıklar.. neydi bu? Bir adam sesleri bu kimdi? Her şey beyninde imegeler şekilde dizildi. Tek tek hatırlamaya başladı. Şimdi nerdeydi ki? İşte bu sorular dört dönüyordu.
'şimdi nerdeyim ben? Yoksa ölmedi mi ensar?' düşünüp etrafa göz atı. kahverengi ahşap ünitenin üzerinde altın renginde küçük küçük vazolar bulunmaktaydı. Yanında ise plastik ağaç vardı. Tavanlarada bulunan ustaca sanatlar gözleri yoracak kadar şık desenler vardı. desenler gold sarısı kulanılmış bir nevi altın kıvamında gibiydi. Her bir köşeye bulunan tablolar, büyük bir miras değerini anımsatıyordu. Odanın şıklığı daha göze batarken, kenarında oturan hatice'yi gördükten sonra anlamıştı ensar'ın ölmediğini. Veya kafasını toparlamadığı için kendini bu tür saçmalığa yönlendiriyordu. Tekrar bir hücrede olduğunu ve elinde olan tek umudunu kaybetiğini anlayınca, Birden çığlık bastı. Elinde bağlı olan serumu sert bir şekilde çekip yataktan fırladı. Hatice ne olduğundan habersizce
"ne yapıyorsun sen?"
Diyerek bağırmaya yeltendi.
Âmâ tuana onu dinlemeden koşar adımlarla ünitenin üzerinde altın rengindeki vazoları alıp beyaz kapıya fırlatı. Hatice ona engel olmaya çalışsa bile, tuana ondan daha güçlü davranıyordu. Ne kadar ıvır zıvır varsa hepsini kapıya fırlatı. Bir dakika sonra kapı açılmıştı ve elinde olan son vazoyu fırlatı. İçeriye giren kişinin tam alnına isabet ederek bağırmasına neden oldu. gelen kişiye bakıp otuzlu yaşlarında uzun siyah saçlarında bulunan beyaz telerle ve siyah birbirne karışmış sakaları ensar'a benzer bir hali vardı.
Tuana, durmaksızın tekrar duvarıda bulunan tabloları koşarak duvardan söküp, karşıdaki adama atacaktı ki otuzlu yaşlarındaki adam koşar adımlarla tuana'nın ince bilekliğini kavrayıp
"bu ne hayasızlık!" diye bağırdı. Sol elini havaya kaldırdı ve eliyle yüzüne sert bir şekilde okalı bir Tokat vurdu. Aniden tuana'nın başı dönerek sendeleyip düşmesine neden oldu.Tuana biraz önce geçirdiği nöbeti unutur gibi ayağa kalkıp ağlamaya başladı.
"benden ne istiyorsunuz? beni rahat bırakın, artık ölmek istiyorum" ne dediğini anlamaksızın tekrar ağladı. O kadar yorgundu ki, ölmek için büyük bir arzu duydu. Hatice karşısındaki adama bakarak başını iki yana saladı.
"hatice bu kadını kaç gündür arıyorum, neden saklıyorsunuz?" Dedi orta yaşlarındaki adam ve kaşlarını havaya kaldırdı.
"Qasım abi teyze kimse bilmemesini istedi. Senin dediğinide yaptım bak kızın yanındayım" dedi hatice
"ben onu karım olarak alacağım insanlar duymuş duymamış umrumda değil" diyerek öfkesini saçtı.
Tuana ne dediklerini hiç anlamamış ve tekrar boş boş bakındı.
"kasım abi"dedi hatice
Kapı açıldığını fark etiler aniden bir ordu girermiş gibi 10 kişi içeriye dalmıştı. Tuana'nın çıkardığı gürültü adeta herkesin gözünü açmıştı. Bu kadar gürültü herkesin kulağına gitmiş ve her kes koşar adımlarla odaya girmişti. Üç kadın aynı anda sinirli bir vaziyete bakıyor, sağ yanında iki yaşlı hanım duruyordu.
Ve yanlarında bulunan dört genç erkek onların yanında ise iki ortaca yaşlarında adam duruyordu. Sağ taraftaki orta yaşlı adam
"kasım bu ne?" genzinden konuşarak şaşkın vaziyete baktı.
Başında siyah eşarp ve giydiği şık elbiseden genç olan kadın
"hatice bu kız kim? Ne yapıyorsun sen burada?" diyerek sesini yükselti. Evin bu kadar yoğun olduğunu bilmeyen tuana kendini çaresiz hissedip gözlerini yumdu. Ne kadar canı yandığını bu insanları görmemesini diledi.
Birden kapı açılmasıyla ortada duran sessizliği bozan gülsüm hanım içeriye girmişti. O an kasım'ın bakışlarındaki ifadeyi okurcasına baştan aşağı süzdü. Bu felaket içindeki durum herkesi germişti. Gülsüm hanım sert bir mizahla
"kasım yoksa sen bu kızı tanıyormusun?" Diye sordu.
Kasım çatmış kaşlarını havaya kaldırdı ve yüksek sesle konuşarak
"hayır tanıyorum!" diye karşılık verdi.
Herkesin şaşkın ifadesini tuana'yı germişti. Oysa bu ailenin huzursuz havasını iliklerine kadar hissetmişti. Tıpkı yangından kaçan birinin yangına körükle gitmesi gibiydi.
"lakin ben şahsiyetime önem ve değer veririm" diyerek duraksadı. "bu kızı herkesin huzurunda en önemlisi ise allah'ın huzurunda karım olarak ilan etmele kabul görünür."
Gülsüm hanım yüzündeki şok ifadesi sert bir tepki vermeden.
"ne diyorsun sen!" Dedi. "Böyle bir günde yapılacak bir şey mi?"
Kasım ciddi bir tavırla kafasını yukarıya doğru kaldırdı.
"ben günah işlemiyorum! Senin oğlun ölmeden önce çok günah işledi. Onun günahını yalnızca allah affedebilir"
"Ne günahı!"
"Kumar oynadı gülsüm teyze"
"hayır!" Diye karşılık verdi "yalan söylüyorsun benim oğlum yapmaz" dedi gülsüm hanım tavrını ekleyerek
Tuana ne olduğunu kavrayamadan sadece kafasının karışmasına yol açan bir durumdu. Zaten zihinsel bir problem yaşamıyor değildi. Hücrede bunca zaman yaşamasıyla beraber beynindeki hücrelerde ölmüş durumdaydı. Peki ne olacaktı?
"evet" dedi ansızın "senin oğlun ölmeden tüm ihraç, finansal ekonomiyi alak bulak ederek gitti. Âmâ allah kumar oynayanlara çok büyüktür o günah işleyene mutlaka cezasını verir. Peki bunu yaparken hangi parayla yaptı ? şirketini hata evi bile vermeye kalkıştı. Âmâ siz bana dua edin, çünkü onu ben ikna ettim. Ve benden 5 milyar dolar borç aldı. Bunu vermeyince karşılığında bir kız vermeye kalkıştı. Önce kabul etmedim daha sonra güzeliği övüp durdu fotoğrafını göstererek daha çok etkilendim. Bu bulunmaz bir nimet diye düşündüm bu güzel kızdan soyum sürünmesini isterim." Diyerek duraksadı. Herkes şakın ifadeleriyle kasım'ı diliyordu. "Söyler misin teyze" diyerek kalın kaşlarını havaya kaldırdı
"siz onu niye burada tutuyorsunuz?"
Gülsüm hanım boncuk terler akıtarak sinirli bir ifadeyle susmaya yeltenmişti. Diğer insanlar ise merakla dinliyor ve bu söylenenler herkesi bi hayli şaşırtmıştı. Bu söylenenler aile bireylerini inanmış tavırlarından sergileniyordu. Çünkü kasım'ın kimseden korkusu olmayan, açık sözlü, sert mizahı var olduğunu biliyorlardı. Ki bu onun yalan söylüyor anlamına gelmezdi. O, zaten yalan söyleyecek kadar korkusuz değildi.
"vallahi senin niyetin bu bulunmaz nimeti kendi oğularından birine evlendirmek! amatör... size söyleyim oğlunuz bir suç işledi ve bunuda karşılığında bana verdi. Hiç boşa heveslenmeyin. Bu hadise kapandıktan sonra onunla allah'ın huzurunda evleneceğim buna itirazı olan karşımda beni bulur! Benim ne kadar güç sahibi olduğumu biliyorsunuz. Ölmek istemiyorsunuz Umarım bunu göze almazsınız" diyerek kapının önünde duran gençlere eliyle çekil işareti yaptı. kapıyı açıp yüzündeki sert mizahıyla heybetli bir şekilde içeriden ağır adımlarla çıktı.
Ev sahipleri durum karşında sessiz kalma mecburyetindeydi. Çünkü kasım çok tehlikeli ve bir o kadar güç sahibiydi. Karşısında kim dursaydı sonu hüsranla karşılaşırdı. Hata din adamları, ülkenin büyük şeriat hukukları bile es geçerdi. soylu iş adamları bile ondan çekinirdi. Tabi bu çekinme korkudan gelen bir davranıştı. Ve olaylara vürgül koyduğu yerlerde noktayıda rukiye hanım koyardı. Rukiye hanım gülsüm hanımın ablasıydı. Rukiye hanımın kasımın annesi olmakla yetinmez tüm işlerinde bile düşüncelerini hata işi evirip çevirirdi. Sinirli bir şekilde baktı ve gülsüm hanıma yanına yaklaştı.
"gülsüm bu olayı fazla kurcalama, karşı çıkmaya kalkma!" Bu sert tepkisi gülsüm hanımın sinirlenmesine neden olmuştu. İşaret parmağını havaya kaldırdı
"ne yani senin oğlun ben karşı çıkarsam benide mi susturmaya kalkışır!" diyerek öfke saçtı.
"evet!"dedi ses tonunu yükselterek.
"vallahi senide susturur. Onun güç ve iradesine kimse kalkışamaz. Ben bile. Üstelik seni tek değil ailenide yok eder. Aklını başına al şeytani şeyler yapmaya kalkışma!"
"öldürsün umrumda değil! Ben ölmüşüm ne fark eder, senin oğlun ölünün arkasında iftira atıp duruyor. Kasım küçüklüğünden beri ensar'dan nefret ediyordu. Bak işte nefreti oğlumu yakıp kül etti." dedi ansızın kendini yere atarak hıçkırarak ağlamaya başladı. O an Haticede ağlamaya başladı. Rukiye hanım kız kardeşinin ne kadar üzüldüğünü görünce teseli etmek için yanına doğru eğildi.
"allah sabredenlerle birlikte" diyerek yumuşak bir şekilde omzunu tutu. Ve odadan çıkardı. Haticeye kal işareti yaparak herkesin çıkmasını istedi.
Geriye kalan ise Tuana ve hatice'idi. Tuana herşeyden habersizce baka kaldı.
Oysaki asıl tehlikenin şimdi başladığından habersizdi. Ensar gitmişti yerine daha şiddetli biri ona musallat olumuştu. Peki ne olacaktı? Nasıl kaçacaktı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Подростковая литератураBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...