15

153 49 1
                                    

Şimdi zaman durmuş gibi öylece genç adama baktı, o kadar huzur o kadar içtendi ki bir an için kırk yılık arkadaş gibi geldi. Hata kırk yılık arkadaştan bile öteydi, uçsuz bucaksız kelimelerin bile sönük kaldığı bir diyardı. Genç adam ismini söylerken Tuana bir anda tebessüm edip kahkaha attı.
Bu duruma şaşıran adam öylece baka kaldı.
"afede...rsin haa.. İsmin çok ha.."
Diyerek tekrar güldü. Uzun zaman böyle gülmemiş hata gülecek o kadar abartılı bir şey yoktu, ortada. Tabi ismi çok uzundu âmâ bu normaldı, âmâ tuana'ya çok anormal geliyordu,
Yaşadığı durumun etkisindeymiş gibi sosyolojik bir durum yaşıyordu.
"ben.. Çok özür dilerim isimin çok uzun olduğu için aklıma bir.. Anım geldi. Çok özür dilerim.."
Diyerek hüzün saçtı.
"hayır! Hayır özür dilemene gerek yok yabancı bir insanla karşılaştığımda çok uzun bir ismin olduğunu söylüyorlar. Buranın genelinde bu tarz isimler çok bulunur. Bana yalnızca irfan diyebilirsiniz"
Tuana başını tamam anlamında saladı.
İrfan aklında bir sürü soru dururken söylemekten çekinir gibi duruyordu.
Tuana irfan'ın neden böyle anlamsız baktığını kavrayamıyordu.
"aç mısın?" dedi irfan
Tuana ilk defa aç olduğunu hisediyordu. Evet anlamında başını saladı.
"hadi gel mutfağı göstereyim sana. yaptığım yemeği yersin."
Tuana ürkek bir şekilde irfan'ın arkasında yürüdü.
Bir kaç odadan ibaret olan ev tüm duvarların bej rengindeki duvarlar, altın sarısı yaldızlı sekilindeki avize, etrafta duran plastik âmâ gerçeğe kaçan çiçek ve gülerin karşık bir şekilde vazolardaydı. Ortalığın düzensiz olması evin içinde erkek yaşadığı beli oluyordu. Bej rengindeki duvarlarda asılı duran kadınlı erkekli fotoğraflar, sıcak bir aileyi anımsatıyordu.
Salona girdiklerinde karşıda göze çarpan bir bahçe'yi anımsatan tablonun değerli olduğu kesindi.
Mutfağa girdiğinde ahşaptan yapılmış dört dolabın ard arda konulmuş, büyük bir dolab buzdolabının kenarına konulmuş raflı kiler, kahverengi buz dolabı klasik antik bir arabayı andırıyordu. Kenarda duran çemberli dört kişilik kahverengi masaya yaklaşıp
"oturabilirsiniz" dedi irfan
Tuana çekinir bir tavırla oturdu.
İrfan servis tabağına koyduğu habeşten gelen değişik tür pilavı tuana'nın önüne verdi.
Marketen aldığı sandeviç ekmeği önüne verip, bir bardak su da yanına koyup kenarda öylece durdu.
Tuana pilava bakınca ne kadar tuhaf olduğunu düşünüyordu. Yanında kaşık koymadığı için öylece bekledi.
"neden yemiyorsunuz?" dedi irfan
"kaşık!" dedi sessizce.
"biz pilavı kaşıkla yemiyoruz"
Tuana şaşırır gibi baktı.
"kaşık yok mu?"
"var tabi âmâ pilavı kaşıkla yemeğiz. Böyle ye çok seveceksin, bu evde asla pilav, bulgur, et daha bir çok şeyi kaşıksız yeriz. Âmâ istiyorsan vereyim"
Tuana her ne kadar istesede âdet yerini bulsun diye
"hayır" dedi.
Pilavı zar zor yerken güzel pilavın içine bir sürü yağ ve tuz eklemişti.
Tuana bir yandan yerken irfan'a ismini söylemediğini hatırladı.
"benim adım Tuana" dedi.
İrfan uzun zaman söylemesini beklerken
"güzel bir ismin var"
"öyle"dedi uzaklara dalar gibi.
Tuana yemeği yedikten sonra irfan tabağı almak için uzatı elini tabağın sadece bir köşesini yediğini görünce
"açım dediniz âmâ burada eksilen bir şey yok" dedi
"yoksa beğenmediniz mi?"
Tuana yediği yemeğin iğrenç olduğunu hata hücredeyken bile bunun yanında dağlar kadar fark olduğunu düşündü.
"hayır çok güzel olmuş ben fazla yemek yiyemiyorum" dedi tebessüm ederek
'aslında açlıktan ölüyorum âmâ yemeklerin görünüşü bile açlığımı giderti. O kadar ki kötü' diye içinden geçirdi.
Tuana uyuduğu odaya geçerek, çok bitkin düştüğü ve son iki gündür üzerinde duran fırfırlı elbisede kurtulmak için çözüm arıyordu. O sıra yatağın üzerinde uyuya kaldı.
Akşam safağı çökerken pencereden gelen kuş, ezan sesleriyle uyandı. zigon sehpanın üzerinde duran küçük siyah saate baktı 6:50 geçiyordu. Ne zamandır bu kadar huzurlu ve bir tüy kadar hafif güzel hissediyordu. Pencereden dışarıyı izlemek için adım attı.
Pencere ahşap işlemeli modern değil eskide değildi. Arabistan yaşayan bir aile standartı için burası fakir kalıyordu. Tabi ensar'ın altın evi dünyanın en güzel evi bile, bir altınla dekarasyon edilmemiş ve görülmemişti. Bu sınırı aşan ensar tüm iş adamlarına, tüm mimar, mühendislere meydan okurcasına bunu hırs yapmış gibiydi.
Sokak lambaları yanarken, sessizlik tüm mahalleyi kaplamıştı, şaşırılacak şey değildi.
Şehiri kaplayan kadınlara bu saat'e yasak edilmesi kurallar bu nedenlerdendi. Kadınlar çıkmasa otomotik olarak çocuk, bebek, seyar satıcılarıda pek fazla bulunmuyordu. Son yapılan eylem sonucunda biraz daha sıkılığı bırakmıştı. Zaten eskiden harıl harıl çalışan din şeriat polisleri, şimdi pek fazla bulunmuyordu.
Tuana pencereyi izlemek ona çok hoş gelmişti. Sanki daha önce hiç pencereden dışarıyı görmemiş gibiydi. Akşamın karanlığı çökerken bu görüntü ona muhteşem gelmişti. Bir süre pencereye bakarak ahşap pencerenin kapağını kapatıp odadan bir süre çıkmak istemedi. Dahası çıkmak ceheneme yol almak bibi bir şeydi. Akşamın sersemliği tüm bedeninde yayılırken yatağa yüzükoyun uzandı. Odanın içindeki hava azda olsa ona huzur veriyordu. Sabahın güneşi ağaç yaprakların arasında gözünde halkalar oluştururken, uyanmak bir rüya gibi geldi. Gecenin karanlığında terlemeler, titremeler, rüyalar kabuslar görürken üstü leş bir halde kokuyordu. Ayak uçlarını ahşap görünümlü mermer zemine değdirerek adım attı. Evde henüz kaç kişi, nerde olduğunu? Ufak bir fikri bile yoktu. Evın içinde ev sakinleri yemeği büyük ihtimale ya holde yada odada yemek yerlerdi.
Sağda bulunan odaya kapıyı tıklatıp içeriye giricekti ki.. Kapıyı açan irfan içeriye girmesini bekledi. Tuana ürkekçe içeriye girdi.
İçeride vanilya kokan bir tütsü burnuna geliverdi, burna hoş gelen koku odada bulunan modern koltuk takımları, odaya uyan avize ve arapça markasıyla bir televizyon, altında bulunan küçük ünüte ve kenarda arap usülü fincan bardağında bulunan çay, genç adamın duruşunun yanında boğuk kalıyordu.
Giydiği entari kıyafetin içinde duruşundan çok korkunç yüz ifadesi vardı. Daha çok çatılaşan kaşları katı yüz ifadesi tuana'nın ürkmesine neden oldu.
Koltuğa dayamış geniş belini zorla çekiyorcasına kendine doğru çekti.
"hâlâ gitmemiş mi bu?" diyerek irfan'a baktı.
İrfan tedirgin bir şekilde
"abi nereye gitsin!" dedi.
"banane nereye gidiyorsa gitsin. Birde bununla uğraşamam" diyerek öfke saçtı.
Tuana birden yüzü morlaşıp eli titremeye başladı. Bir yandan adamın söylediklerine haklı bulunrcasına bakıyordu.
"ismi ne bunun" diyerek tuana'ya baktı.
İrfan araya girip
"verde" dedi.
Tuana şok olmuş bir şekilde 'benim adım verde değil ki?' diye düşündü.
İrfan tuana'nın yanına gidip göz işaretiyle 'sus' dercesine baktı.
Genç yapılı boyu tavana yetişecek kadar boyuyla ayağa kalktıp, tüm boyu bir görünüm olarak direk gibi durmuştu.
"çok tuhaf" dedi elini arkasına kelepçeleyip "bu kız araplara benzemiyor, baksana bu nasıl rahatlık" deyip işaret işaret parmağını saçını göstererek
Tuana saçında bir kir taşıyıp taşmadığına bakıp kontröl etti. İrfan'nın kulağına yaklaşıp fısıldayıp
"irfan benim saçımda bit yok" dedi.
"hayır sen yalnış anladın şalını söylüyor"diyerek fısıldadı irfan.
Arkasına dönük bir şekilde omzu geniş bu tıpkı egzersiz yapan biri gibi duruyordu. Spor ve aktiviteyle ilgileniyormuş gibi sağlıklı bir yapısı vardı. Önüne dönüp
"bu itamesizliği ancak bir iran kadını yapabilir" dedi öfke duyar gibi.
Tuana tam ağzını açıp sayacak tı ki o sıra irfan araya girip
"yok abi bu ıranlı değil"
"sen nerden biliyorsun?"diye çıkıştı.
"be..n bugün onunla konuştum, o bir türk"diyerek gözlerini kapatıp söylediği yalandan bir an için pişmanlık duydu.
Tuana şaşırarak 'iyide ben ona türk olduğumu söylemedimki!' diyerek içinden geçirdi.
"bunu daha önce neden söylemedi?"
"bilmem abi korktuğunu söyledi"
Diyerek tedirginlik içinde boncuk terler meydana geliyordu.
Öfkeli adam tuana'ya yaklaşıp tüm gücünü gösterir gibi sinirle bakıp, yanında böcek gibi kalan genç kızı korkutmaya çalışırcasına
"bak vallahi seni bu evden dışarıya atmamın sebebi bir türk olman ki, bu hiç bir şeyi değiştirmez. Eğer bu evden bir kaç günlüğüne kalmayı istiyorsan başına bir düzen ver! Yok başıma düzen vermeyeceksen çık"diyerek parmağını kapıyı işaret etti.
Tuana kapıya yönlenerek dışarı çıktı. Arkasında irfan koşar adım yetişip
"nereye gidiyorsun?"
Tuana dolmuş gözlerindeki yaşları serbest bırakıp, ağlamaklı ses tonuyla bir türlü konuşamadığı arapça genzinde
"aben beni gitmemi istedi" diyerek hıçkırarak ağladı.
"hayır sen abimi yalnış anladın. Abimin demek istediği, başını örtünmeni istedi." diyerek kirli sakalarını göze çarpar bir şekilde tebessüm etti.
"ne!"diye şaşırdı.
İrfan tuana'nın gözlerinin içine bakıp, çok uzaklarda derinlerde girdi, bir an için. Eleriyle gel işareti yapıp sağ koridorda bulunan odanın içine girdi. Eski ahşap modeleriyle yapılmış gar dolabı, yanında duran çift kişilik yatak, üst duvarlarda eski çerçeveli resimler doluydu. Çift kapaklı pencereleri siyah çarşaflarla perde olarak kulanılmıştı. Odada bulunan eski eşyalarla birlikte nemli havayla karışmış tütün kokusuyla başı ağrıtacak kadar ağır ve şidetliydi. İrfan eski ahşap dolabın çift kapağını açıp, eski türden islenilmiş bohçadan siyah desenli eski türden eşarp çıkardı. Tuana'ya uzatıp
"bu benim annemden kalma biraz eski âmâ benim için madi değeri çok" diyerek içten ruhunun içinde işlenmiş ufak âmâ dağ kadar büyük acıyı gizler gibi, yüzünün her karesinde inleyen bir ton rengi vardı.
Tuana bir müddet eşarpa bakıp soğuk bir şekilde durdu. Omuzlarına kadar saçılmış kumral saçı en son kasım'ın kuaförü tarafından yıkanılmış bakılmış saçları bir halil kadar yumuşak, bir ipek gibi güzel, ve bir inci kadar parlaktı. Her ne kadar irfan o cennet kadar güzel saçlarını dokunmak istesede bundan sakındı.
Tuana firar eden gözleri şu an durmuş soğuk bir tavırla
"hay..r ben bunu alamam bu senin annenin. Bu senin için çok değerli anne yokluğunu ben çok iyi biliyorum" diyerek içindeki acıyı anlar gibi başını eğip gözlerini yerdeki eski desenli halıya dikti.
"tuana"diyerek arapça aksanıyla bastırdı. "sen kasım'ın elinden kaçtığını biliyorum." Tuana gözlerini kocaman açtı.
İrfan bir müddet durup
Tuana irfan'nın elindeki eşarpı alıp başını örtü. Her ne kadar istemesede artık, gurur yapmanın anlamı yoktu. Onun halil saçlarının arasında ipeksi yüzü hayranlık getirecek bir tebessüm ileti yüzüne. Tıpkı bahar ayında çıkan kelebek gibiydi.
"size kapanmak çok yakışıyor. Sizin için sakıncası yoksa neden bana hayatının tehlikede olduğunu söylemedin?"diyerek sordu irfan.
Tuana soğuk bir tavırla bir an için duygusalğa kapıldı.
Oysaki onu oraya getiren neydi? Neden kendini bu evin içinde güvende hissediyor?
'zayd neden benim onların arabasına binmemi istedi? Acaba zayd'ı tanıyorlar mı? Ben neden buradan gitmiyorum? Kimliğim yok diye mi?' bunları düşünürken uzaklara daldı.
İrfan elini çıtlamasıyla kendine geldi.
"sana diyorum!"
Tuana dalgın bir şekilde
"heh"dedi.
"neden hayatının tehlikede olduğunu söylemedin?" tekrarlayıp ses tonunu yükselti irfan.
Tuana dolmuş gözleriyle yerdeki halıyı dikti.
"neyden bahsetiğinizi bilmiyorum âmâ şunu söyleyim insan öyle korkuyor ki.. Kaçsan bile sonun olmadığın bir yoldasın, öyle çaresiz öyle umutsuzsun ki artık herşey bitsede hep aynı yerdesin, hücre ve dört duvar" diyerek hüzün dolu içini boşaltmıştı.
İrfan ne dediğini anlamıyorcasına bakıp
"anlıyorum"dedi duraksayarak "üzgünüm âmâ siz birinden kaçıyorsunuz ve bu kişinin çok tehlikeli, olduğunuzu bilmiyorsunuz"
Tuana ağlayarak içine bir kramp girmişti. O an ne yapacağını bilmeyen, uçmayı daha yeni öğrenmiş serçe gibiydi. Donup ona baktı, hiç âmâ hiç kötü birine benzemediğini sezdi.
"lütfen beni ona teslim etmeyin en kısa zamanda buradan gideceğim" dedi yalvarıp hıçkıra hıçkıra ağladı.
Genç adam ne yapacağını bilmeksizin ürkekçe
"hayır! Hayır sizi ona teslim etmeyeceğim. Siz.. Beni yanlış anladınız ben sizi istemeseydim en baştan istemezdim. Bu yüzden adınızı verde diyerek abime yalan söyledim, bu sabah haberlerde duydum çok ünlü iş adamın ikinci karısı olarak sizi kaçırmışlar diye yazıyordu. Sizin olduğunuzu hemen anladım âmâ fark etim ki onlar zalimlik peşindeler. Sizin gibi kızdan ne istiyor olabilirler ki, bunu çok düşündüm. Ve şuna karar verdim sizi asla onların eline vermiyeceğim." dedi irfan.
Tuana ağlayan gözleri son bulup kendini o an güvende gibi hisseti. 'Hani olur ya her romanda, filimde, zaferde her yerde iyi adam mutlaka olur, benim romanımda iyi adam olacak mı? Neden olmasın!' diye düşünürken kekeleyip
"be..n ne diyeceğimi bilmiyorum size çok teşekür ederim" diyerek minet dolu gözleriyle buğday tenli yüzündeki kirli sakalrına bakıp "en kısa zamanda buradan gideceğim. Sadece zamana ihtiyacım var" dedi.
"siz nerelisiniz?"diye sordu aniden.
"ben türkiyeliyim"
İrfan şok bir şekilde siyah kaşlarının arasında zeytin siyahı gözlerini açıp
"ne!" dedi.
Bir müddet susup tebessüm edip
"ben sizin iranlı veya dubai hata bir ara amerikalı olduğunuzu düşündüm âmâ yüz ifadeleriniz arap olduğunuzu düşündüm. Hiç zannetmemiştim abime yalan söyledim diye çok üzülmüştüm.. Amâ siz gerçekten bir türksünüz. Abim iranlı'ları sevmezde" diyerek çok sevindiği gözlerinde okunuyordu.
"ben odama gidebilirmiyim?"diye sordu Tuana.
"elbete"
Tuana kapıya yönlenerek kapının tokmağını tutup yavaş hareketlerle açıp, nedense gitmeme arzusu duydu. 'neden odaya gitmeme arzusu duydorum' diye düşündü. Kaç gecedir kabuslar görüp duruyordu. Bazen öyle terliyordu ki, sanki kıyafetiyle denize giren biri gibiydi, sanki sancılarını bir iğne gibi tüm vücuduna kendi eliyle batırıp deliyordu. Hergün o hücreye dönmek o korkuyu yaşamak tıpkı hergün ölümle savaşmak, her seferinde kaybetmek her seferinde ölmek..
Tuana arkasına bakıp
"iyi geceler" diyerek önüne döndü.
Kısık ses duyar gibi tekrar oldu, arkasına baktı.
"ben türkiyeli olduğun için çok sevindim" dedi yüzüne tebessüm ileterek.
Tuana başını aşağı yukarı salayıp odaya gitmeye koyulurken istemsizce yürüdü. Her ne kadar ayakları gerisingeri yürürken içinde bulunan korkuyla başbaşa kalmaktan tüm odaları içinde bir hücreymiş gibi zannetmekten bıkmıştı.

VERDE (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin