Ezan semalara kadar yükselirken aşkın her halini görmek mümkündü. İslamiyeti çevreleyen bu vazgeçilmez aşk insanın kalbinde görmeksizin bulunuyordu. Ramazan orucu son bir yedi gün kalmıştı. Üstelik ramazan onun içine inanılmaz bir aşk yerleştirmişti. Aklına istanbul'daki ramazan orucu gelip gidiyordu. 'Şimdi İstanbul'da kermesler kuruluyor, ramazan orucun şenlikleri düzenleniyor' diye geçirdi içinden. Uzun zaman önce bu tarz şenlikleri pek fazla sevdiği sayılmazdı. Sokaklarda çalan davulculardan nefret ederdi. Aniden kulaklığının çınlamasıyla ürperdi. Martıların sahilde tur atarken, vapurlar sahili çevreliyordu. Boluk bereketin olduğu o şehirin muazam yaşamı anımsadı. Sonra annesi, babası, ağabeysi hepsi gözünün önünde canlandı. O heycan verici duyguları yaşarken ansızın irfan'nın sözleri kulaklarında dolandı.
"Ben onu nasıl bırakıp gideceğim" diye söylendi. Pencerenin önündeki ağaç yeşilliklerin arasında riyad'ı görebiliyordu. Eski tuğlalarla yapılmış kül rengine karışmış kahverengi evler, cami minarelerin yeşiliğini görebiliyordu. İçinde yaşadığı evin güzeliğini suudi'lerin standart eski evlerin restore etmiş modern yaşamıydı. Bu yaşam içerisinde şeriatın hüküm süren orta doğuyu temsil eden petrollerin yaşam hayatı gibiydi.
Pencereden bir kuş gibi süzüldü ve evin içinde dolaşmaya başladı. Beş odadan oluşan ev yaz mevsiminden holi havalandırmasında süzülen güneşin canlılığı bir mucizeydi onun için. Bahçenin küçüklüğünü kapsayan dev büyüklüğündeki ağaç onun penceresinde yer vermekteydi. Evin içinde her seferinde son uğurlama gibi seyrediyordu. O kadar alışmıştı ki bu evin sadeliğine, onu kendine getiren rüya gibi bir aşkın kanatlarında uçuşmaya, bu hayalin sonsuza kadar sürmesini istiyordu. Oysa kendini şimdi tanıyormuş gibi geliyordu. İrfan onu benliğini ruhuna yerleştirmişti. Son günlerde ikisi arasında bir dayanılmazlık vardı. Bazen dile getirmeye yeltensede buna cesaret etmekte çekinir olmuştu. Bu aşkın dayanılmaz çekim gücü birbirilerine kenetliyordu. Ve bir sabah yaz sıcaklığı tüm evi kapsarken öğretmen izinini evde kulanmaya bırakmıştı irfan. Odaya giren gölgeliğin ardında serin rüzgarı esen kilima buna eşlik ediyordu. Her ne kadar odasında otursa dayanamayıp salondan ilerleyerek irfan'nın yanına gitmişti. Oysa irfan onu beklermiş gibi bir hali vardı. Kirli sakalarının ardına düşen gözlerinin zeytin karsı gözleri arada onu süzüyordu. İlk defa birbirlerinden çekinir bir vaziyete gözlemliyorlardı. Bu dayanılmaz aşkın sırları ikili arasında büyük bir heycan katmıştı. Sesizliği bozan irfan boğazını temizleyerek
"Pasaport, vizeni hazırlamak için işlemleri başlatacağım. Buradan ne kadar erken gidersen tehlikeden o kadar çabuk kurtulursun" dedi.
Tuana, tepki vermeden başını salamıştı. Ömrünün en güzel gününü yaşıyordu. Tamda irfan'nın karşısında saatlerce onu izleyebilirdi. Bunu büyük bir şükür olarak gören tuana bakışlarını ondan hiç gizlemiyordu. Hata gözleriyle ona bir tür konuşma yapıyor gibiydi. İkili arasında ilk aşk yaşanırken aşkın acemiliğini her türlü yaşıyordu. Hata arkadaş sevgisi diye nitelendirdiği aşk olduğunu bile bilmiyorlardı. En son irfan televizyonu kapatarak gözlerini tuana'ya çevirmişti.
"Be..n gerçekten.. sana o kadar alıştım ki evde olmaman beni üzecek galiba..!" Dedi.
Tuana bu sözler karşısında aciz kalmıştı. Ne yapacağını bilmeden eliyle parmaklarıyla oynadı. Dahası irfan'nın ne manaya getirmek istediğini çözmeye çalıştı. Her defasında aklında geçen aşkın tutkusu geçiyordu.
"Gitmek zorundasın biliyorum.. ama keşke kendini bu kadar alıştırmasaydın. Şimdi sen gidince kim musab'ın ağzının payını verecek, kim benim düşüncelerime ortak olacak." Diyerek derin bir nefes aldı.
Tuana bir anda heycanlanarak 'oda benim hissetiğim duyguları hisediyor' diye geçirdi içinden.
"Sen çok iyi bir arkadaşsın" dedi ve tuana bir anda yüzü düşüverdi. 'Arkadaş' çok mantıksız geliyordu ona. Gözlerindeki aşkla dolmuş nemlenmeyi eğdirerek gözlerini hafif bir şekilde kapattı.
"Hayatımda ilk defa benim böyle bir arkadaşım oldu. Onunla herşeyi paylaşıp tüm düşüncelerimi ona aktarmam bana büyük bir azim getirdi."
'Evet bende ilk defa bu kadar aşık oldum' bunu söylemek istesede bir türlü kendisine yediremedi tuana. Bu aşk uğruna her şeyini feda etmeye hazırken nasıl olurda bu kadar çaresiz kalıyordu.
İrfan devam ederek "oraya gitiğinde beni mutlaka ara ve de ailen ile resim çek, bana gönder. Hasret çektiğin ailenile birlkite Fotoğraflarını görmek isterim. Ha.. birde sürekli kavga etiğin eğebeyindi değil mi?"
Başını evet anlamında saladı.
"İşte ona sana çok iyi davranmanı söyle çünkü bir pırlantayı kırmak hem mati hem de manevi kırmaktır. Kaybetiği kişilerin değerini bilsin. Senin gibi iyi kalpli bir kızı üzmek tıpkı bir pırlantaya kırmaktır." Diyerek sustu sanki boğazında bir düğüm kalmış gibi yutkundu irfan.
Tuana başını eğerek göz yaşlarını gizliyordu. Çünkü irfan onu ağlarken görmesini hiç bir zaman istememişti. Bu kadar sevgi dolu sözler onu çok duygusalaştırmıştı. Aslında oda bir kaç sevgi dolu kelime etmek istiyordu ama yapamadı öylece susarak bekledi. Bir müddet irfan ondan bir söz bekler gibi durdu.
"Bir şey demek istemiyormusun?" Diye sordu.
Gözlerinde biriken yaşları gizliden silip gözlerine baktı. 'Ne dememi bekliyorsun sana deliler gibi aşığım bunu görmüyor musun' demek istesede.
"Bana böyle söylemen beni çok sevindirdi teşekkür ederim" cidiyetini koruyarak.
Odanın içinde ağır adımlarla kapıya yönlendi. Arkasına dönüp baktığında ise gözlerini irfan'dan ayıramadı. 'Seni seviyorum' demek Defalarca hata haykırmak istedi. Ama tek yapabilidiği gözlerinin içine anlamsızca bakınmaktı. Kapının tokmağını eliyle kavrayıp odasına doğru hızlı adımlarla yürüdü. Kapıyı açtığında göz yaşlarını tutmak için çırpındı ama elleri istemsizce titriyordu. Zigon sehpanın üzerinde beyaz bir kağıt alarak üstüne mürekep kalemi sürtü bir süre üzerine
"Aşk hiç beklemediğin bir anda seni ele alarak yıkar, öldürür, kurşuna dizer. Keşke aşktan önce kurşunlara dizilseydim, ölmeden önce gömülseydim ama seni görmeseydim. Nasıl bir yaratıksın sen! Görünce kurşuna dizen, baktıkça diri diri öldürmen. Ve sen aşkı arkadaşlık bilen adam 'seni seviyorum' bunu defalarca demek istedim ama yapamadım. Keşke cesaretim olsada tüm dünyaya haykırsam seni sevdiğimi. Ve sen aşkı arkadaşlık bilen adam 'beni sev' ama öldürme diri diri göm ama bakışlarınla öldürme. Ve sen aşkı arkadaşlık bilen adam kalbimi işgal altında bırakma" kalem elinden bir anda kayı vererek göz yaşları boğazına kadar inmişti. Kızaran yüzü tüm kalbini titretiriyordu. Aşkın bu kadar acı olduğunu ve onu bu kadar canını acıtacağını düşünmemişti. Elini acıyan kalbinin üzerine koyarak
'Aslında kalbim ağrımıyor tüm vücudum, ciğerlerim yüreğim, başım, midem aslında kalbim tüm bedenimi acıtıyor' diye geçirdi içinden. Yatağa uzanarak bir saate yakın ağlayıp uyuyakaldı. Güneş doğuyor, batıyor gün ağrıyor her geçen gün bir işkence gibi geçiyordu. Bu aşkın tutsaklığına yanıp yanıp daha sonra kül oluyordu. Ateş kavruldukça yüreği onu söndürmez oluyordu. İçindeki atom küçüklüğündeki aşk büyüdükçe büyüyor sonra patlamaya hazır bir hale geliyordu. Secde yaparken dua eder ağlar, yakarır yalvarırdı. Güneş doğuncaya kadar aşkı görünmez bir hale geliyordu. Artık kalbi daha şiddetli, daha azgınca çırpınıyordu. Bir gece uyanarak feci bir şekilde kalbi çırpınıyordu, bunu nasıl telafi edeciğini, nasıl açıklayacağını bilmiyordu. Bir yumruk gibi boğazında takılı kalıyordu. Tüm hislerine yenik düşerek kapı aralığında irfan'ı gözlemeye koyulmuştu. Oysaki irfan son bir kaç gündür onunla konuşmaya kalksaydı, tepkisi hep soğukkanlılıkla karşılık verirdi. Her ne kadar irfan buna bir anlam vermesede sevgi dolu bakışlarını mahrum etmiyordu. Duygular karmaşası yaşayan tuana irfan'nın verdiği duyguları teşhis ediyordu. Onun duygularını görebiliyor ve sanki onun duygularıyla konuşuyor gibiydi. Bir türlü cesaret edemediği bu karmaşa duygular onu ele alıyordu. Kapı aralığında onun yatmasını seyrederken aniden kapının gıcırtısıyla irkilip, sağına soluna baktı. Bir an için musab'ın heybetini hisseder gibi oldu. Kapı aralığı iki santimetre açılmıştı. Aklında içeri girip girmeme düşüncesi girdi. En son ise kendini kapı aralığında ses çıkartmadan sıyrılarak içeri girmişti. Tek kişilik yatağın üzerinde desenli pikeyle örtülmüştü. Gözüne çarpan çalışma masanın üzerinde bir sürü adört kağıt yığınlarıyla doluydu. Diz üstü bilgisayarı toplu bir şekilde kenarda duruyordu. Hiç ses çıkarmadan çalışma masasına yaklaşıp üzerinde arapça yazılarıyla dolu kağıtları gözlemledi.
Latince arşiv dünyası..
Kadın hakların yasa dışı kurallar..
Türk milletin tarih unsuru..
Selçuklu devletin kuruluşu..
Osmanlı dönemin kuruluşu..
Orta asyadan göç eden türkler..
Mustafa kemal Atatürk savaşları..
Türkiye Avrupa'ya giriş sistematiği..
Lozan anlaşması..
Bunun gibi bir çok teori içermekteydi. Şaşkın bir vaziyete hepsini gözlemledi.
'İrfan türkiye'yi merak mı ediyor? Peki neden!' Bir anda kendisine yönlenen bir hisse kapıldı. Heycan doruğu yaşayışını sürüyordu. Her seferinde 'irfan da benim hissetiklerimi mi hisediyor' diye düşündü. Artık bu aşka mantığı alınmayacak bir duygular içeriyordu. Bu duygular onu sarmalarken, yanı başında yorgun bir vaziyete sanki nefes almıyor adama baktı. Öyle şahane uyuyordu ki, bir anda ona yaklaştı. Kendisi bile bu manyetik çekime bir anlam veremiyordu. İçindeki aşk onu sardıkça kendisini irfan'a yaklaştığını bile kavrayamamıştı. Peki ya uyanırsa? Ya soğukkanlı bir tepki verirse? Bu gibi düşüncelere aldırış etmeden ağır bir düzeyde elleri ona doğru hareket ediyordu. Titreyen kalbini umursamadan ellerini saçlarının arasında gezdirdi. Bir sağa bir sola hareket eden kalbi duracaktı. Odanın sessizliğini kapsayan kalbindeki hızlı titreşim onun duygularını daha yoğun bir hal alıyordu. Saçları bir çim kadar sert ve yumuşak şeffaflığı vardı. Elini bir çimin arasında sıkılmadan gezdirir gibi hareketler yapıyordu. Kirli sakları yastığa batımış gibi hareketsizdi. Sol gözünde görünmeyecek şekilde bir benek vardı. Ve bu beneği ilk defa görüyordu. Öyle şahane bir görüntüsü vardık o an tutsak kaldı. Bir saatin geçmesiyle öylece bakındı. Dışarıdan gelen bir gıcırtıyla hızlıca ayağa kalkıp odasına parmak uçlarıyla koştu. Odasına girdiğinde deli gibi çarpışan kalbi ile ruhu bir yarış halindeydi. Gözlerinin önünde gitmeyen o görüntü adeta hayatının hayal olarak gördüğü paha biçilmez portre gibiydi. O görüntü mekanizmasına ezber gibi koplyalanmıştı. Tüm vücudunda yapıştırmalık bir hale gelmişti. Peki gözünde kusursuz gördüğü adam onun hayatında ne gibi bir roli vardı? Yaşamını bir adam için burada kalacak ne gibi bir ihtişamı vardı? Sadece yoğun duygularda oluşan bir terimdi. Ama onun için öyle büyüktü ki yaşam olasılıkların en büyük duygularıydı. Kolay vazgeçecek kadar ufak değildi. O gece sabah etmekle beraber secdeye kapanmak onun hayatında önem kazanmıştı. Ve her defasında 'şükür' diye anardı.
Öyle bir aşktı ki bu kadar acıyla mutluğu bir arada görmemişti. Gözleri bir anda dönüyor o esrarlı titrek nöbeti geçiriyordu. Ne yapacağını bilmeksizin öyle duvarlara bakar onu görür olmuştu. Hani gözler kör oluyor ya imege olarak hep karşısında onu görüyordu. Kağıtlara türkçe alfabesiyle şiirler geçiriyordu.
'Nereye baksam sen! Bazen illüzyon gördüğümü düşünüyorum ama öyle ki bu aşk beni illüzyonlaştırdı. Kendi varlığımdan şüphe eder oldum. Söyle bana ben nerden geldim? Nereye aitim? Bırak gözlerin konuşsun aşkımız çayır gibi yeşil ama kayalıklar altında açmayan çayırlar gibi olmasın. Sev beni sev beni' diye yazardı. Kağıtlar bile sönük kalıyordu yazdıkları karşısında. Bazen roman yazmak gibi gelirdi. Bazen karikatür gibi komik imegeler çizerdi. Aşkı ruhunda büyür yanar dağ gibi fıçkırırdı. Aşk onu bazen sersemleştirmişti. Oysa gitme hevesini içinde sönük kalıyordu duyguları karşısında. Hafifçe yatağından doğrularak pencereden riyad'ın sokaklarına süzülen yaz sıcaklığı pencereden yüzüne vuruyordu. Gözlerinde rengi değişen evlerin konukları her gün yüzlerce insanın ayak bastığı bu diyar onu kendisine çekiyordu. Güzeliği, yaşamı, kuralları hepsinin ayrı bir ayrıcalığı vardı. Şimdi daha çok iyi anlıyordu irfan'nın neden bu toprakları bu kadar sevdiğini. Vatanın bir taştan olsa bile, her gün eziyet etseler bile insanın ülkesinden kopması ailesinden, eşinden, dostundan ayrılmak gibidir. Bunu nihayet anlamıştı. Artık her ülkenin kendine has bir güzeliği vardı. İster kuraklık, ister aç bıraksın doğup büyüdüğün yerden kopamasın. Sokaklarda gölge düşene kadar düşünüp uzaklara dalmıştı. Daha sonra ordan sıyrılıp evin içinde bir süre dolaştı. Musab'ın eve bir yabancı gibi gidip gelmesi onu memnun etmişti. Arada inleyici kelimeler kulansada tuana susmayı tercih ediyordu. Çünkü zaten içi içini yerken onunla muhatap olup kendine zarar verme gibi düşüncesi yoktu. İrfan'nın okuduğu kitaplardan öyle etkileyici sözler çıkıyordu ki, onu derinden etkiliyordu. Hata bazen irfan'nın okuduğu kitapların altını kırmızı kalemle altını çizmişti. Bir ara altını çizdiği kitapta şöyle geçiyordu
"Bu can emanet zarar vermeyin"
Bu söz onu yaşamağa bağlı tutmuştu. Bu can emanetse değereni bilmek gerekirdi. Aklına hücre gelirdi, o sıralar çok intihar etmeye kalkışmış ama yapamamıştı. Şimdi ise şükrederek yapamadığı için allah'a dua ediyordu. Mutfağa dalgınca girerek irfan'ı karşısında gördü. Bir süre ona öylece bakıp düşündü. Hayal olup olmadığını düşündü bir an ama irfan onu sarsıtarak kendisine getirdi.
"Tuana" diye fısıldadı.
"Haa!" Diyerek gözlerini kocaman açtı.
"Ne oldu?" Diye sordu.
"Yo..k bir şey sadece ben.."
"Tamam her neyse sana bir şey demek istiyorum."
Tuana aniden kalbi hızlıca çarparak aklında türlü düşünceler geçirdi.
"Bir an önce konsolosluğa giderek pasaport vize işlemleri haletmemiz gerek" dedi irfan endişeyle.
"Ne zaman peki?"
"Bugün gidebiliriz"
Tuana, yüzü birden düşerek 'bu kadar erken mi' diye düşündü. Aslında pek gitme gibi bir hevesi yoktu. Dahası irfan'dan kopacağı için biraz endişe duyuyordu. Oysa irfan işe gitiği zaman bile canı acıyordu. Bu kadar uzak durmak acı vermez miydi? Yoksa unutur muydu? Yok! Yok! Bu kadar küçük bir duygu değildi onun aşkı. Peki ne olacaktı? Aşkı bu kadar yoğun duygular yaşarken nasıl olur da ondan ayrılacaktı? Kalbi bu kadar acırken ona söylemeden nasıl onu unutacaktı? Mutfağın içinde dagın bir şekilde yürüdü. Habersizdi yaşadıklarından.. habersizdi dugularından.. öylece yürüdü. Ne kadar acı versede yürümeye devam etti. Odanın içine vuran gölgeliğe bakarak "ben çok seviyorum onu" diye fısıldadı. Ona kızıyor neden aynı duyguları oda yaşamıyordu. Bu kadar severken neden karşılığını alamıyordu? Aşk neden bu kadar acı verciydi? Sevmek bu kadar derinken aşk nedendi? "Konsolosluk. Ben nasıl giderim oraya? Ben oraya gitmek istemiyorum gideceksek beraber pasaport çıkartalım" diye söylendi. Ağır adımlarla deri çantasından kimliğini çıkartı. Kimliğe bakarak "benim gitmemi isteyen biri için buradan kalmam" diyerek sitem etti. Çantasına kimliğini koyarak irfan'nın aldığı abayı üstüne geçirip çantasını koluna taktı. Hızlı bir o kadar sitemlice mutfağa yürüdü.
İrfan'nın karşısına diklerek
"Hadi gidelim" diyerek ses tonunu yükselti.
İrfan şaşkınca bakınıp başını iki yana saladı. Tuana omuz silkip önden yürüdü.
"Allah allah suphanallah" diye mırıldadı irfan. Tuana'nın neden böyle davrandığını anlam vermesede 'kadınlar ne kadar tuhaf' diye düşündü. Arkasından ürkekçe yürüdü irfan. Oysa daha önce bu kadar ürkek davrandığını hatırlamıyordu. Bir kadın ona hüküm sürdürüyor onun gözlerini korktmuştu. Aslında tuana'ya hep iyi davranmak için çok dikkat etmişti. Bu konuda bu kadar hassasken tuana neden böyle davrandığını anlamıyordu. Onu gözünde tuana kusursuzken böyle davranarak komik buluyordu. Onun hayatını sıradanlıktan çıkartıp yoğun duygulara itmişti.
Tuana, cadeleri izlerken mutsuz üzgünlüğü gözden kaçmamıştı.
İrfan sessizce ve ürkekçe arabayı sürerken
"Bu şehir güzel ama yine yanında sönük kalıyor" Dedi.
Tuana gözlerini ona çevirip sırıttı.
"Güzelik insana zarar vermekten başka hiç bir işe yaramıyor" dedi sessizce.
"O zaman çirkin yap kendini"
"Nasıl yani"
"Hani etetik yapıyorlar"
Tuana tebessüm ederek "etetik değil estetik"
"Her neyse işte onu yap kurtulursun bu güzelikten"
Tuana gözlerini yere indirerek " güzellik yapışan bir illetir olmsa ayrı bir dert olsa ayrı bir dert. İnsan işte güzel olmak için estetik yapar ama olmasa her şey daha güzel"
"Güzeliğini bozma. Sevap kazan"
"Nasıl yani insan sevap mı kazanıyor?"
Başını aşağı yukarı salayarak
"Herkes bir güzel şeye bakmak ister bazen onu çeken bir şey hissederiz ama güzelik allah'ın yüceliğini anımsatır. O yüzden güzel insan allah'ın severek verdiği birşeydir"
Tuana, duyguları yoğunlaşarak başını olumluca saladı. İrfan'nın şiir gibi sözleri kulaklarında çınlıyordu. Yol boyunca onu süzerek yolun güzeliğine kapıldı. Konsolosluğa yetiştiklerinde ise kalbi şiddetle çarptı. Bir anda gözleri dolarak irfan'a baktı. Sonra başını eğip büyük dev yapıtan yapılmış konsolosluğa yürüdü. Avcunu çantasını sıkarak tüm duygularını sindirmeye çalıştı. 'Ben ne kadar ahmağım buradan gitmem gerekiyor, nasıl aşık olabilirim. Benim bir ailem var' diye geçirirdi içinden. İçeride çalışan bir tür adamlara bakınıp irfan'ı süzdü.
"Kimliğini verirmisin? İşlemleri bir an önce haledelim"
Tuana başını olumluca salayıp çantasından sahte kimliğini çıkartmıştı. Bir sağa bir sola koşarak imzalar atmış ve bundan bıkmıştı. Suudi'lerin tuhaf bakışlarıyla onu süzmesi şüpheli bir vaziyete bakması onu daha tedirgin yapmıştı. Sahte bir kimlik olduğu anlaşacağı ve onu kasım'a teslim etmesi onun irkilmesine neden oluyordu. Bu düşünceler her ne kadar tuhaf gelsede korkarak etrafını gözlemliyordu. İrfan'nın yanında olması ona güven hissettiriyordu. Pasaport kayıt işlemleri sona ermesede bazı işlemler bitmişti. Neyseki kefil olarak irfan kendini ön atılmıştı. Bir sürü yasa, şeriat kanunları hepsi bağımsız olmadığının çağrısı gibiydi. Şeriat kanunları ona çok saçma gelse bile buna boyun eğmemek kırbaç anımsattırıyordu. O şiddetli vurguların yaptığı işkence odaların ardına saklanan dehşet verici çığlıklar kulaklarında fısıldıyordu. Korkmamak demek ölüm demekti. Şeriat hukukları bu yasayı ön planda tutuyordu. Kadınların otuz beş yaş üstü olduğu zaman tek başına gidebilirdi. Neyseki sahte kimliğin ayrı bir devantajı vardı. Güzelliklerin ardında saklanan şiddetli yasalar istemsizce ürkütürüyordu. Arabistan caddelerin içinde girirken her zaman gördüğü sahra mall kapalı alışveriş merkezi merak uyandırıyordu. Bir anda ağzından sözcükler dökülüvermişti.
"Burayı çok merak ediyorum biraz gezelim mi?" Dedi. İrfan arabayı tam karşısında frenleyerek durmuştu.
Bir anda bunu söylediği için utanmıştı tuana.
"Elbette ama tehlikeli olabilir"dedi irfan.
Tuana omuz silkerek alışveriş merkezine baktı ve dışarı çıkmıştı. İrfan her ne kadar tuana'nın çocuksu huylarına öfke duyarsa bile onu kırmaktan aciz kalıyordu. Hele ona karşı gelemek istemsizce üzüntü duydu. Arabanın içinde çıkarak
"Sen nasıl istersen" diyerek sahra'ya doğru yürüdü.
Tuana arkasından koşar adım yürüyüp irfan'nın hizasında yürdü.
"Aptalca davrandığımı biliyorum ama bu benim suçum değil özür dilerim"
"Bazen davranmak gerekir" diyerek sahra'nın içine girdiler. Özel yapımlı devasa büyüklüğüyle gözleri kamaştırıyordu. Suud kadınların kapalı alan tercih etiği adeta bir şehir alışverişi gibiydi. Tüm kıyafet, eşya, ayakkabı, çanta hepsinin ayrı bir gelenekseliği vardı. İrfan girdiği kadın bölümünde tuana'ya kıyafet seçerek neyseki aldığı elbiselerden dolayı kaç beden giydiğini biliyordu. Otuz yedi beden olması zarif kadınların has seçimi beyaz elbiseler olurdu. Desenli sarıyla beyaz işlemli elbiseyi paket haline getirerek poşete koydu. Dışarıda kadın tuvaletin yanında bekleyen tuana'nın yanına yürüdü.
"Burası çok güzel" dedi tuana o sıra irfan poşetin içinden paketlenmiş elbiseyi tuana'ya uzatı.
"Bu ne?" Diyerek paketi açtı. Gözleri kamaştıran dönemin en modalı elbiseyi görünce şaşkınca.
"Bu çok güzel" dedi elini ağzına götürerek. "Be..n çok teşekkür ediyorum" elini omzuna vererek bir anda sarılmak için yaklaştı. İrfan'nın tedirgin olduğunu görünce aniden geri adım attı. "Be..n çok teşekkür ederim"kısık sesini kulanarak yutkundu ve başını eğdi. Bir müddet orada eğlenceli vakit geçirip her ne kadar bu anın sonsuza kadar sürmesini istediler ama ayrılmak zorunda kalmış gibi oldular.
Ertesi gün işlemler devam ederken pasaport işlemleri bitmişti. Geriye vize işlemleri kalmıştı. Bir kaç gün içinde onlarda bitebilmişti. Hergün aynı yoldan üzgün hüzün saçarak eve varırlardı. Gün ağrırken uçak biletine bakarak riyad'ın ağaç arasında gözüken evleri izlemeye koyuldu. Her gün bir parça eksilirken arkasında bırakacağı irfan'ı düşündü. En güzel günlerini, en acı günlerini onunla paylaşmıştı. Nasıl olurda onu arkasında bırakıp unutabilirdi. Peki ya irfan onun yaşadığı duygular tuana'yla aynı iken buna nasıl göz yumabilirdi. Tuana, ondan daha zayıf davranıyordu. Bazen sitemlice bakarken bazen olmadık yerde bağırabiliyordu. Bu davranışlarına bir anlamı olmasa bile böyle davranması çok saçmaydı. Hata bir ara aklını kaçırmış gibi hissetti. Rüyalarına eşlik eden irfan'a aşkı daha derin ve daha çılgınca bir durum oluyordu. Oysa gitmesine son bir gün kalmıştı. Dünyada inancına bağlı olanlar akın ediyordu bu diyarlara. Şimdi daha karabalık ve yoğun bir hal almıştı ülke. Kimin kim olduğunu kimin nerden geldiği zaman kaybı bir şeydi. Turistlik bölgeleri dolup taşmış bölgelerde olmadık karabalıklar göze çarpıyordu. Oysa tuana bundan hiç memnun değildi, çünkü insanlar akın ederken o irfan'dan adım adım uzaklaşıyordu. Bu durum onu sarhoş gibi yapsada kaleme aldığı şiirleri okurdu. Tam saatlerce öyle derin duygular içeriyordu ki, o bile bunları yazdığına inanamıyordu. Son olarak köşede irfan'nın söylediği bir söz geçiyordu.
"Sevgiliden gelen her şey sevgidir" diye mırıldadı tuana. Bu söz her defasında heycan, mutluluk, aşk veriyordu. Sabaha kadar şiir yazarak irfan'nın kitaplara kırmızı kalemle çizdiği satırları not tutuyordu. Onu asla unutmayacaktı hata onu unutmamak için hergün mısraları okuyup onu anacaktı. Arap edebiyatın gözde Filistin şairi Mahmut derviş en beğendiğiydi. P
Unutmak istemiyordu aslında, onu unutmak kalbine istemsizce acı verirdi. Bazen boğazında bir düğüm kalır yutkunarak içine alıp kalbini acıtırdı ve bazen midesine giren karıncalamalar onu hayallere itiyordu. Bazen irfan'nın ona "gitme" dediğini görürdü. Bazen ise irfan onun gitmesini istemeyip üzüldüğünü görürdü. Bir yandan arabistan ona cehenem gelirken biryandan cennet diyarları gibi gelirdi. Şartlar öyle olmasaydı belkide irfan onu gitmesini istemezdi. Bu düşünce bile saçma gelirdi. Artık oda biliyordu ki gidiyor ve onu hiç bir şey durduramazdı. Ne kadar kalbi acı versede yenik düşmesi gerekiyordu. Yaşamak ailesine geri dönmek zorundaydı. Gece hilalın göklerde yeni yeni yerleşirken yıldızlar etrafında çemberler oluşturuyordu. Kum fırtınalarına karışan riyad'ın sokakları tıpkı gün ışığı gibi alev alıyordu. Çölere eşlik eden fırtınalar yavaş yavaş yüzüne ve iliklerine çarpıyordu. Ağaçların arasına saklanan bitki hayvanlar hepsi kulaklarına acı bir şarkı gibi geliyordu. Gün kül rengine dönerken ezan semalarda, dualar kalpte yaşamak ise geri dönüşüme yol açmıştı. Aşk tekrar kendi yolundan ilerleyip uzaklaşıyordu. Yüzü kireç gibi beyazlarken secdeye varırken tek isteği saatlerce dua edip her şeyin yolunda gitmesini istiyordu. Saate baktığında 08:12 geçiyordu. Elindeki vize pasoporta bakıp öğleden sonra uçak havalimanında uçucaktı. Bir yandan kalbi heycan duyarken bir yandan hüzün saçıyordu. Oysa geldiği ilk günden bu yana ülke ona hiç iyi gelmemişti. Dahası dehşetli bir şekilde kaçırılmış ve aylarca yılarca bir hücrede tutmuştu onu. Şimdi ise tüm hayatını feda ederek ona yardımcı olmuştu irfan. Zayd'ı anımsadı.
"Nerde olduğunu bilmiyorum ama çok teşekkür ederim. Bana yardımcı olduğun için. Sen allah katından mertebeli bir insansın" diye söylendi. Yatağın üzerinde doğrularak çok değer verdiği kağıtları toplayıp deri çantasının içine yerleştirdi. Son olarakta irfan'nın verdiği telefon masanın üzerinde duruyordu. Sahra mall'da Çekilmiş bir kaç fotoğraftı. Gerisi boş bir telefondu. Eline alıp Fotoğrafları silerek masanın üzerine verdi. Android bir telefondan ne gibi faydası olabilirdi ki. Son bir kaç saat kala üstünü giyerek peçesiyle yüzünü sabit bir şekilde kapatı. Odayı baştan aşağı süzerek tüm eşyalarla veda eder gibi dokundu. Tüm kitaplara bakarak tek tek dokundu. Gözleri istemsizce yaşlar akıyordu. Bir anda yere çökerek hıçkra hıçkra ağladı. Bir ağlayıp kendine gelmeye çalıştı ama bir türlü güçlü duramıyordu. Yavaş hareketlerle ayağa kalkarak çantasını elinin arasına aldı. son olarak irfan'nın aldığı sahra alışverişteki elbiseyi koydu. Odanın içinde kendini dik tutmaya çalışarak yürüdü. Holide bekleyen irfan'ı süzüp ona yaklaştı.
"Musab nerde?"
"Ne!"dedi şaşkınca irfan.
"Ondan teşekkür edip vedalaşmak istiyorum"
"Delirdin mi sen! Nereye gittiğini ve neden gittiğini sormaz mı? Kim olduğunu öğrenir"
"Bunun ne önemi var"
"Sen delirdin" diyerek arkasına döndü " bunca çaba boşuna mı gitsin. Bunu boşver ve acilen evden çıkalım" dedi evin kapısından dışarı çıktı. Tuana, son bir defa holide gezinip kapıdan ağır adımlarla çıktı. Dışarısı sıcak olurken yazın sıcak fırtınaları iliklerinde hissediyordu. Arabaya binerken bile son bir defa sokağın kavşağına baktı. Evlerin eski yapımı sokaklara yavaş yavaş saran öğle sıcaklığı ateş gibi yakıyordu. Arabaya bindiğinde göz yaşları istemsizce aktı.
"Sen her zaman ağlar mısın? Yoksa gideceğin için mutlu değilmisin?"dedi.
Tuana başını hayır anlamında salayarak daha çok ağladı. Ağlama sesi arabanın içinde yankı yaparken irfan bir anda elleri titredi.
"Vallahi. Ben öyle demek istemedim lütfen ağlama. Eğer abimin veda etmeni engeldiğim içinse gerçekten özür dilerim. Bunun senin için dedim"
"Hayır" dedi ağlamaklı sesiyle
"Anladım sevinçten ağlıyorsun"
Tuana sırıttmak istedi ama daha çok ağlayarak içindeki acı veren duyguyu sindirmek istedi. Havaalanın devasa büyüklüğü vardığında kalbi aniden duracak gibi oldu. Öyle yoğun duygular oluyordu ki kimseyi görmez olmuştu. Özel yapımlı king khalid ulsalarası havaalanı devasa yapımıyla yüksek konfora sahipti. Şehirden yaklaşık otuz kilometre uzaklığındaydı. Ne havalimanı ne de insanları hiç birini görmez olmuştu. İrfan'nın arkasında yavaşça ve bulanık gören gözleriyle yürümeye çalıştı. Kalbine engel olamaz olmuştu. Ne yapacağını bilmeden irfan'nın arkasında yürüyerek giriş işlemleri haledebilmişti. Uçağın uçmasına bir saat kalmıştı o sıra irfan
"Gel bir şeyler içelim" dedi.
Tuana olumsuzca gözlerine bakarak gözleri ağlamaktan boğulmuş hale gelmişti. Aynı hizada yürüyerek ayrı bölümleri olan masaya oturdular. Sipariş etikleri arap kahvesi gelmişti. Etrafta yoğun gürültü koparılırken aniden karabalık basar gibi oldu. Havalimanın verdiği boğuk havayı burnuna çekiyordu. Göz ucuyla irfan'a bakıp bir iç çekti. İrfan kahvesini yudumlayarak
"Ağlama!"diyerek yutkundu "sen ağlayınca banada bir ağlama geliyor. Ben öyle yetiştirilmedim abim ağlamak insanları değersiz kılıyor derdi. Biliyorum sen sevinçten ağlıyorsun ama ben öyle olduğunu zannetmiyorum, insanların en aciz kaldığı şeydir ağlamak." Diyerek kaşlarını havaya kaldırdı.
Tuana yüzünü eğerek istemsizce bir damla göz yaşı döktü. bu kadar çok ağladığının farkında değildi. Tek bildiği ise onu acıtan bir yara hep sızlıyordu. İrfan tekrar ona bakarak "ağlama!" Dedi ses tonunu yükselterek.
Tuana sol eliyle göz yaşlarını silerek tebessüm etmeye çalıştı. Bir süre oturup gözleriyle bakışıp sevgiyle baktılar. Gelen kadın anos sesiyle ayağa kalkıp toparlandı. Aniden gelen hiç tükenmeyen göz yaşları tekrar süzülmüştü. Girişe doğru yürüyerek birbirine baktılar. Son anda tuana ona sarılmak için yaklaştı. Gül kokusuyla harmanlaşmış vücut kokusunu içine çekerek irfan'nın gözlerinin içine baktı.
"Çok teşekkür ederim" diye mırıldadı.
İrfan tuana'nın bilekliğini kavrayıp avuçlarının içine aldı. Parmaklarını hafifçe kavradı. "Sen gördüğüm en güzel kızsın ve en iyi dostsun. Bu dünya'da en iyi yaptığım şey seni evime alarak ülkene yolamam. Tekrar olsa tekrar yaparım ucunda ölüm olsa yine yaparım."
Tuana yeşil gözlerinden yaşlar sıyrılaıp kenetlenmiş ellerinin üzerine kaydı. O yumuşak dokuyu irfan iliklerine kadar hissetti.
"Amcam tüm günahlarını sevdiklerin yüzünden derdi. Bence uğruna seveceğimiz dostlarımız olsun ülkenin firavunu olalım. Yeşil gözlerinin yaşlarını sil bir daha görmeyebilirim. Şeriat yasakları olmasaydı. Sana dostça sarılırdım ama sadece ellerini gizlice kavrayabiliyorum. Beni af gör amacım kötü değil" diyerek gözlerini aşağıya indirdi.
Tuana sağ elini irfan'nın ellerinin üzerine vererek olumluca baktı. İrfan gözlerini kaldırdığında kızıla bulanmış gözleri belirginleşti.
"Şimdi Anlıyorum neden ağladığını dünyaya en iyi bağışın sevdiklerin için yaşamak, dünyaya en iyi bağışın dostların için iyilik yapmak ve en iyi bağış onlar için kendini feda etmen" diyerek anos sesi daha belirginleşti. İrfan ellerini çekerek uzaklaştı. Tuana ağır adımlarla yürüyüp arkasına baktı. Ama irfan gitmişti bile. Bu sefer kalbi şiddetli bir vaziyete çarpıntı yaptı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
TeenfikceBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...