Başını havaya kaldırmasıyla gözleri aniden kararmaya başladı. Henüz nerede olduğunu kavramamasıyla beraber, ölmediğini hala yaşadığını sezmişti. Bir metre büyüklüğündeki pencereden karanlığın aradında gizli bir perde sinmişti. Sokak lambaların loş ışıkları, ardına kadar açılmış yıldızların çokluğundan görünmeyen hilalin cılız rengiydi. Bir sağına bir soluna bakınca dalgınlığı bir anda onu sarmıştı. Düşünmeye fırsat vermeyen ağır tonundaki adam
"Şükürler olsun Uyanabildin" dedi.
Tuana gözleri şişmiş ve dalgın bir vaziyete kaşlarını birleştirdi.
"Sen" diye mırıldadı. Genç adam iki adım uzaklaşıp sır çantasından küçük bir kutu çıkartı.
Loş ışığı olan gaz lambasının cılız bir ışık yanıyordu. Ortalık sakin sessizliğe bürünmüştü. Şehirden uzak olduğu sessizliğinden belli olabiliyordu. Tüm yaşananlar gözünde bir filim şeridi gibi canlandı. En son onu idam yapan celladın sesi, kulağında daha sonra birbirine ateş açan silah sesleri bu sesler cızz sesi çıkartan kulak kışkırtması gibiydi. O an bir anda ölüm arzusuyla gözlerini sonsuzluğa vermişti. Bunlar bir kabus gibi canlanırken gözlerinde alev fışkırıyordu. Şimdi karşısında genç adam onu bir hayli kafasını karıştırıyordu.
Şok bir vaziyete karşısındaki adama bakındı. Onu ölümden niye kurtardığını? Neden bu tuhaf rutubetli odanın karanlığına getirmişti? Nasıl getirmişti? Niye onu zifiri karanlık bir evin içinde bulunduruyordu? Dahası neden bunu yapıyordu?
"Beni neden?" Demeye çalışırken
Adam sözünü kesip
"Senin kim olduğunu bilmediğini mi sandın! Sen ve irfan'nın neler çevirdiğinizi mi bilmediğimi mi sandınız,"
"Ama irfan" dedi ve ağlamaya başladı.
"Yeter ağlama! Kadınların ağlamasından nefret ederim"dedi sakince.
"Kardeşin öld.." demeye çalışırken
Elindeki sakinleştici hapı ona uzatı.
"Bunu al şimdilik. " dedi "Eğer ifade verseydin kırbaç cezası alman gerekmiyordu. Ah..."
tuana titreyen eliyle habı istemsizce yutu. Aniden gelen bir sancıyla inledi. Tüm vücudunda sanki bir arabanın üzerinde geçmişte tüm kemikleri kırılmış gibiydi. Musab sağ eliyle suyu uzatığında yüzünü öne doğru eğmişti. Tuana yutkunarak suyu içti ve sessizce onu süzdü.
"Beline antibiyotik melhem sürdüm bir kaç gün ağrıyabilir, dikkat etsen çabuk iyileşir. Az önce verdiğim hap bir kaç saat dinlendirecek belki bilincin açık olabilir" dedi bardağı kenara bıraktı.
"Ama.." dedi tuana yutkunarak. "Neden beni kurtardın? Ben ölmeyi istiyorum. İrf-an o öldü."
Musab ahşap masanın üzerinde silahını eline aldı. Emniyet çekip daha sonra içindeki kurşunları masanın üzerine verdi.
"Nerdeyim ben?" Diye sordu.
Musab silahını ona başına verip bir müddet gözlerinin içine baktı.
"Korkma sana bir şey yapmayacağım" dedi sakince silahı geri çekip tekrar iligisini silaha vermişti.
"Nasıl bu kadar rahat davranabiliyorsun? Kardeşinin öldüğünü söylüyorum o öldü"dedi hıçkıra hıçkıra ağlayarak.
Musab soğukkanlı bir şekilde silah emniyetini içine doğru çekiyordu.
"Benim yerimde sen olsaydın, şu an burada değilde kafa dinlemek için cidde'de olurdun."dedi silahıyla meşgul olurken.
"Nasıl?" Diye mırıldadı "onun ölümü seni mutlu mu ediyor?" Dedi sinirlenmiş ses tonuyla.
"Evet" dedi sakince "neden mutlu etmesin gitti işte.. kurtuldu. Şeytan gibi insanlarla savaşmaktan kurtuldu. Sen yaşadığın için mutlumusun?" Dedi bağırarak. O an sesi tuana'yı ürkütmüş hata irkilmesine neden olmuştu.
Tuana başını olumsuzca sallayarak bir anda gözleri uyku moduna giriyordu.
"Nerdeyiz?" Diye sordu gözleri uykuya girmişti bile. "Be-n"
"Sana iyi geceler uyandığında merakını giderirsin" dedi musab. Daha sonra silahını sağ kemerine sıkıştırıp kanepenin üzerinde ayağa kalktı. Sonra çantasına bir kaç eşyasını koyup en sonunda üç bağlatılı renkli kabloları koymuştu. Rutubet kokan binanın koridordan çıkarken karanlığın ve sıcaklığın en verimli hali vardı. Vücudun sıcaklığını uyuşturan bu sıcaklık tüm bedeninde yayılıyordu.
Musab alt bölümünden yapılmış binanın içinde bir kaç bölüm koridorundan gezdi. Daha sonra dışarıya çıkarak arabasına binince zifiri karanlıktan sıyrılmış şehrin renk renk ışıklarına varmıştı. Riyad şehri, gece başlarken saat üç ile dört arası son buluyordu. Şimdi en verimsiz saatlerden üç gelinişti. Yorgunluğun en yoğun saatleri üçte buluyordu. Bu saatlerde insan yüzü görmek olanaksızdı. Çünkü riyad şehri bu aylarda heleki sabaha doğru çok sıcak olurdu. Şehrin en kuytu köşelerinde olan tüm zenginlerin barındığı alana varmıştı. Malikanenin dış cephesi, beyaz renklerle ve altın kaplamalıydı. Gösterişten hiç kaçınmayan malikane sahibi her yerde özenle tasarlamıştı. Malikanen dört bir yanında korumalar güvenlik kameraları bulunurken, bununla hiç ilgilenmeden iphone aracılığındaki bağlantı kurduğu güvenlik kameralarını devre dışı bırakmıştı. Özel güvenlik aracılığıyla, iphone'ye özel programlar ayarlamış her sistemi uyguluyordu. Musab, bunu uygularken hiç bir tereddüt yaşamadan yapmış ve malikanenin içine girecekti. Eline bağladığı örümcek ağıyla duvara tırmanmıştı. Tıpkı sürünerek giden bir maymunu anımsatılıyordu. malikanesinde üst bölümünde olan araba garajına titizlikle girebilmişti. Oysa alt yapılı malikanenin üst bölümüne çıkmak örümcek ağı gerekiyordu. Onun mebahis ve mutevin polisleri gibi eğitim almamıştı. Kendi yapısal güç iradesine yönelik bir eğitimi vardı. Geçen sene gündemde olan kasım'ın araba merakı yüzünden, yüksek yapımsal teklonoji arabasına doğru bir düzenleme kurgulamıştı. Bu yüksek kaliteli en üst düzeyde olan ağdalı arabanın, her türlü bağlantı kurulabiliyordu. Üst düzeyinde olan panel eşitliğindeki siyah hiç bir manyetik alan çekmeyen bakır tellerden ve en kaliteli fon dekor kaplamalıydı. Bulduğu bir cihaz sayesinde uzaktan kumanda olan bir programla iphone bağlantısı kurduğu arabanın kapısını kolaylıkla açmıştı. Cebinde bir kağıt çıkartıp siyah dekore edilmiş koltukların üzerinde bıraktı. Bağlantı kurduğu arabanın bilgisayar programına takip edilen bir program yerleştirmişti. Arabanın özel yapımlı program eşitliğindeki benzin depolama alanına kablo bağlayıp, arabanın programı üzerine bir bağlantı kurdu. Ve bu bağlantı arabanın kulanma süresi üzerine iki saat içerisinde durmasına sebep olacaktı. Genel olarak bağlantı kendi bilgisayarı üzerine kurulurken musab bunu şifretik alanında kılmıştı. Geriye ise arabanın programını kendi iphone aklı telefonuna bağlantısını ayarlamıştı. Bu tür arabaların milyonda bir olması şaşırtıcı olsa bile, ilerki yirminci yüzyıl ilerisinde daha aktif kulanılacaktı. Oysa kasım el-fadıl milyonda bir olması ona ayrıcalık kazandırıyordu. Orta doğu batı Avrupa'ya karşı bir rekabet içerisindeydi. Teklonoji meraklısı olan kasım ülkesi açasından zengin kültüre sahip kazandırıyordu. Musab işini tamamen bitirdiğinde alt yapı binasına doğru istikamet etmişti. Korumalar arkasında gelirken bir sis perdesi gibi aralarında sıyrılmıştı. Korumalar tüm malikanenin etrafında çember gibi dönüyordu. Bu korumaların bir çoğu özel tim gibiydiler. Bir çoğunun elinde silahlar bulunurken bir çoğu şahin gözlerle malikanenin dört bir yanını gözlemliyordu. Oysa musab, bir hayalet gibi aralarında sıyrılmış dışarı çıkmıştı. Arabasına bindiğinde tereddütsüzce gaza basıp arabayı üçyüz derecelik bir dönüş yaptı. Şehirden uzak olması ona zaman kaybı yaratmıştı. Çöl diyarına bağlantısı olan kuzeybatı el zülfi yaklaşık ikiyüz kilometre uzaklığındaydı. bu bina hiç kimsenin bilmediği bir alandı. Binaya vardığında Tuana henüz uyanmamış onun için rahat bir nefes almasını sağlamıştı. Güneşin doğmasına bir saat kalması onun çok çalışmasını sağladı. Elinde riyad haritasından güney kısmında bulunan faysal, bir kilometre uzaklığında bir alanı elindeki kurşun kalemle işaret etti. Daha sonra elinde iphone ile google maps programında faysal alanın bir konum ekledi. Sabah iş saatinde ilk programı olarak ulusal müze alanında bulunucaktı. Yaptığı program eşitliğindeki ulusal kral abdul aziz tarihi müzede gereken işlerini haledicekti. Tabi tuana'nın yardımı sayesinde orada gereken işlerini haledicekti. Sağ tarfta bulunan iskembenin üzerinde oturdu ve kafasında tüm yaşanacakları tek tek kurgulayıp, senaryo haline getirmişti. Tabi o sıra uyku muhabbetine katılmış kendi dünyasından kopmuştu. Sabah sekiz ile arası bir anda gözleri açılıvermişti. Ayıklamak için suudi'nin en kaliteli arap kahvesini içerken tuana'yı haififten süzüyordu. O, sıra tuana bir sağa bir sola döndüğünde gözleri aralanmış bir ifadeyle musab'a baktı. Bedeninde hap etkisiyle yayılmış tüy gibi hafifliği hissetmişti. Gece uyumadan önce ağrıyan kemikleri şimdi daha iyiydi.
"Sabah-ul hayr" dedi arapça aksanıyla musab.
"Inte" diye yanıtladı.
O an bilinci pek fazla yerinde olmadığı için öylece musab'a baktı.
"Arap kahvesi içermisin?"dedi musab.
yanıt vermeden gözleriyle musab'ı süzdü ifadesiz tavrı musab'ın sinirine gitsede aynı kahveden hazırlayıp ona verdi.
"Bunu içince gözlerin ayılacak eski sofiler arap kahvesini içerek gece boyunca ibadet ederlerdi." Dedi sert bakışlarıyla.
Aniden tuana'nın aklına rehber zayd'ın geceleri ibadet yaptığını söyleyen irfan, aklından geçivermişti. Oysa en mutlu ve hayatının en huzurlu anını yaşamıştı onunla. Hatırladıkça gözleri doluyor kalbine inleyici bir acı girmişti. Gözleri esrarlı bakışları ardından bir damlayla doldu. Yüzünü hafifçe eğdi ve kahveyi istemsizce içmeye başladı. Her defasında bir yumruk gibi boğazında dökülüyordu. Yutkunuyor içmeye çalışıyor ama bir türlü kendine gelemiyordu. Ara ara gözüne kadar gelen kumral saçlarını kulaklarına sıkıştırırdı. Dolgu yanakların, sönük göz torbalarında eğrice çıkmış yara izleri taşıyordu. Zaman irlerledikçe bakımsızlıktan çıkmış yüzündeki çiller, elmacık kemiğine kadar uzanıyordu. onu her geçen zaman yaşlı biri gibi hisi veriyordu. Bir arap gözüyle kusursuz olan bu güzellik Suudi'leri büyülüyordu. Kahve bitikten sonra gözü aniden açılmış hata vücudundaki hücreleri bile hissediyordu.
"Beni neden kurtardın?" Diye devam etti "Be-n ölmek istiyordum. Ve ayrıca sen nasıl olurda rahat davranıyorsun? Beni niye burada tutuyorsun? Biliyorum. Benim yüzümden bu olanlar yaşandı ama ben istemezdim böyle olmasını. Belki benden intikam alma gibi düşüncesindesin ama lütfen öldür beni bende kurtulayım" dedi çaresizliğindeki ifadesiyle ona baktı bir göz yaşı dökülmüştü.
"Bunları konuşacak zamanımız yok. bir an önce seninle bir anlaşma yapalım"
"Ne!" Dedi şaşkınca tuana.
"Bak senden bir şey isteyeceğim. Bunu yaparsan özgür olman için sana yardımcı olacağım"
"Ama.. nasıl? Sen ne diyorsun!"
Musab yüzündeki soğukkanlı ifadesindeki sakin tavrı onu ayrı bir şaşırtıyordu.
"Bu duruma bir son verip sakin bir hayat yaşamak istiyormusun?"
Tuana kararsız hata yaşama gibi umudu yokken, beyninde bir anda alev alan ışık gibi parıldıyıvermişti. Gözlerini aşağıya doğru kaydırarak
"Ama.. beni bir terör olarak görüyorlar, nasıl olur ki? Hem ben artık yaşamak için tek bir nedenim yok"dedi yüzündeki hüzün aniden onu sarmıştı.
"Sen bunları düşünme ve sadece sana diyeceklerimi yap."
"Sen ne diyorsun anlayamıyorum!"
"Şimdi birazdan arabaya binince sana anlatacağım" dedi.
Musab, sır çantasını koluna takıp masanın üzerinde duran silahı, giydiği asker tarzı dar lastik bileğindeki geniş rahat duran pantolonun sağ kemerine sıkıştırdı. Arkasına döndüğünde bir şeyler unuttuğunu sezince tekrar masaya yönlendi. İki farklı kabloyu sağ cebine koydu. Yerde bulunan siyah deri çantayı tuana'ya uzatı
"Bunu.. havaalanında düşürmüşsün?" Dedi sakince.
Tuana çantasını görünce zihninde havaalanındaki dehşetli anılar canlandı. Heleki bu çantayı ona alan irfan.. bu onun canını daha çok acıtıyordu. Çantayı hafifçe tutup gözleriye süzdü. Ona çok şey yaşatan, duygularını yoğunlaştıran, mat kıvama getiren adamı düşündükçe gözlerinde bir burkulma oluyordu. Titreyen eliyle çantasının fermuarını açtı. Sadece bir elbiseden ibaret çantasında irfan'nın aldığı siyah peçe vardı. Mall Sahra'da aldığı beyaz elbiseye baktı ve gözlerinden üst üste düzinelerce göz yaşı dökülmüştü. O öldü ve artık yaşamıyor hata ismi bile anılmıyordu. Ne kadar acı bir durumdaydı oysaki. Elini çantasına koyduğunda içinde ona yazdığı ama bir türlü anlatamadığı aşkı vardı o sayfaların içinde
Sağıma bakıyorum sen, solumda yine sen! Nedir diyorum allah'ım bu.. hani sen sağımızda solumuzda melekler bulunuyordu? Hani sevenler allah katında makul diyordun? Şehrin dört bir yanında kum fırtınaların ardından sığmamış bir aşkı, neden bu kadar acı veriyorsun? Şimdi bu memlekete hiç bir güzellik kalmadı işte ben gidiyorum. Bu memleket dar geldi bana.
Gözleri dolu bir şekilde içine doğru çekti sözleri.
Hiç bir şiir senin yaptığın iyilikler karşısında güzel durmaz. Yine hiç bir memleket senin yaşadığın memleket kadar güzel olmaz. Ve yine hiç bir aşk senin yaşattığın kadar yüce durmaz
Senin yaşadığın her yer, cennetten bir köşk..
bu sözlerle dolu şiir yığınlarıydı.
Musab ona döndü şaşkınca yüzüne baktı.
"Niye hazırlanmıyorsun?" Diyerek sitem etti.
Tuana, herzaman musab'tan korkmuş öyle davranması onu ürkütmüştü.
"Se-n nasıl bu çantayı.."
"Bunun detayını verme gibi bir niyetim yok. Çabuk hazırlansan sevinirim" dedi sinirli ifadesiyle.
Tuana, Başını onaylarcasına salladı ve korkan gözlerle başını eğdi.
Çantasından peçesini çıkartıp kumral saçlarını topladı. Çekinir bir vaziyete demir aliminyüm kasenin içindeki suyu yüzüne doğru serpti. Gözlerini ovup açtı. üzerinde bulunan siyah fercesi hücrenin içerisinde yıpranmış hata kirlenmişti. Çaresizce abayı bakındı o sıra musab elinde bulunan lacivertli bir feraceyi ona uzatı.
"Bunu senin kaldığın odada buldum." Dedi bir çanta daha tuana'ya uzatı.
"Kard-eşim insanlar için her türlü fedakarlığı yapar senin için elbise almayı ihmal etmemiş" dedi. sesindeki acı dolu, bakışlarındaki hüzünü görebilmişti tuana.
"Sen.. Onun için yani.. hiç üzülmüyor musun?" Diye sordu titreyen sesiyle.
Musab, aniden duyguları tüm duvarlar görmüş gibi gözlerinde hüzün saçmıştı. Bir süre gözleri derin kuytuların içinde kaybolmuş gibi daldı. Yutkundu bir anda gözleri alev almış gibi kırmızı tonlarına bulandı. tuana bunu görmüş açıklama bekler gibi bekledi.
"Çabuk hazırlan" dedi bir anda soğukkanlı bir şekilde. Demir kapıdan hızlı adımlarla çıkmıştı.
Donuk bir ifadeyle öylece baka kaldı.
'Bir insan bu kadar düşüncesiz olabilir mi?' Diye düşündü.
Arabanın içinde onu bekler bir vaziyete durdu. Aniden gelen titremeyle iphone'den bir bildirim gelmişti. Programa giriş yapıp bildirimdeki kamera eşitliğinde olan bölümde kasım'ın kral faysal yolundan ilerlediğini gördü. Eğer kasım, bir kaç saat işiyle meşgul olursa onun açıdan daha pratik sağlamış olurdu. Telefonunda güvenlik kamerasındaki kral abdul aziz müzesindeki gelişmelerine baktı.
Pc 96.03
Turistlerin yeni yeni akın etiği bu alan onu daha rahat davranmasını sağlamıştı. Tuana, aniden kapı aralığında belirlendi ve ön koltuğa oturdu. Musab arabayı çalıştırmak için gaz pedalına basınca aniden hızlanan araba yüzyirmi hızına vardı. Şehirin çöl diyarları, büyülenmiş kum fırtınaların gökyüzünde bir yağmur havası katmıştı. Develerin tepelerde gezileri, kervanların durmaksızın develerle ilgilenmesi ona daha merakla bakmasını sağlamıştı. İleride gözüne çarpan deveyi gözlemledi, genç bir adamın devesinin üzerinde peçeyle bağlanmış bir kadın duruyordu. Aniden aklına irfan geçmişti ve çöllerde develerin en güzeliyle tuana'yı tüm diyarları gezdiriyordu. Dinmeyen aşk acısı gözlerinde bir firarın aktığı o masum gözyaşına sebep oldu. Solundaki adama baktığında irfan değil, hata araba mercedes bile değildi. 2018 model bir BMW siyah panelerle kaplanmış suudi zenginlerine ufak gelen bir arabaydı. Konuşmaya cesaret etmediği bu adam irfan'la zıt kutuplardandı. Şehire vardıklarında musab arabayı hızlı bir şekilde durdurup
"Tuana" dedi sakince tuana daha önce ismiyle hitap etmediği karşısındaki adama baktı.
"Birazdan kral abdul aziz tarihi müzesine gideceğiz." Diyerek elini gaz pedalin olduğu bölümünde bir hançer çıkarmıştı. Sivri ucundaki parıldayan kol bölgesindeki özel tasarımlı ve göz kamaştıran ayna gibi parıldayan keskinliği.
"Birazdan müzeye vardığımızda içeri gireceğiz, seni bu hançere benzerinin yanına götüreceğim bu kemik plastiklerden yapılmış bir hançer feracenin içinde saklacaksın. Seni cihaz taramasından geçirdiği zaman, bunu bulmayacaklar. İçinde elektironik bir veri var ve tüm cihazlarda gözükmeyecek"
Tuana, şaşkınca
"Nasıl!.. ben bunu yapamam"
"Hayır hiç bir şey olmayacak. Sadece dediğimi yap"
başını olumsuzca saladı
"Bu neden yapayım. Kime ne faydası olacak! Neyin peşindesin"
"Kes ve beni dinle" dedi rahat durmaya göstererek "kimseye faydası olmayacak ama bizim için çok faydası dokunacak. Şimdi beni dinle ve dediğimi yap!"
Tuana başını korku salan bir edayla saladı.
"Hayır bunu yapamam"
"Derdin ne senin, allah aşkına! Bu kadar bencil olmak zorundamısın"
"Bunun bencillikle alakası yok! Bunu beceremem ve yapamam"
"Hayır yaparsın" dedi ve ona güvenircesine bir bakış attı.
"Ama.."
"Lütfen. Bunu yaparsan çok sevinirim" dedi kaşlarını havaya kaldırdı.
Tuana derin bir nefes aldı.
"Ta-mam.." dedi titreyen sesiyle
"Şimdi oraya gittiğimizde bu hançerin aynısı bulunacak ve sen ikisini yerini değiştirip. Rafta olan hançeri elbisenin içinde saklayacaksın. Ha birde"
Hançer ucunu tutu ona doğru yaklaştırdı "içinde bulunan şu veri cihazını buradan çıkartıp diğer kılıcın yapıştıracaksın. Böylelikle hiç kimse bunu fark etmeyecek"dedi
"Ama ben.. yapmam.."
"Bak bunu yaparsan hayranlıkla izlediğin develere bindiririm"
Tuana aniden öfkeyle ona baktı ve yüzüne sinirli bir ifade belirlendi.
"Ben çocukmuyum eline şeker verip susan"
Musab yan bir sırıtmayla arabayı çalıştırdı.
"Bir çocuktan farksızsın. Sabah ağladığında zannettim ki.. ama eline tatlı bir kahve verince ağlamayı kestin bilseydim her zaman eline tatlı bir şeyler verirdim."
"Sen çıldırmışsın. Beni kölen olarak görüyorsun, ben köle değilim."
"Kim söyledi köle olmadığını, bak benim kölemsin işte.. neyin itirazı bu!"
Tuana derin bir nefes alıp yolu izlemeye koyuldu. Bir süre sessiz kaldı ve ona hırsla döndü
"Kimse beni hiç bir şeye zorlayamaz. Be-n oraya girmem! O şeriat polisleriyle karşılaşmak istemiyorum, bana sürekli hakaret dolu inleyici sözler ve bakışlar atıyor."
"Ama şu an bir şeriat polisin yanındasın ya.. oraya gitmek zorundasın"
"Hayır zorunda değilim" diye itiraz etti "beni hiç bir şeye zorlayamasın. Buna hakkın yok! Çünkü sen şeriat polisi olarak yanlış bir şey yaptın. Cellatı öldürdün ve beni kaçırarak yasal olmayan bir şeye zorluyorsun" tuana aniden bu kadar sitemli konuştuğunu fark etmemişti. Gözlerini sıkıca kapatıp dişlerini sıktı.
"aha.. karşı çıkıyorsun hemde seni ölümden kurtaran bir adama şükredeceğine bunu yasak olduğunu söylüyorsun. Peki insanları ölüme sürüklemen çok mu yasal? Kim bilir bunu yaparken mutlu oluyorsun. Sen kasten kardeşimi ölüme sürükledin"dedi musab.
Gözleri aniden dolmuştu bile
"Bunu bilerek yapmadım" dedi sakince
Musab, sessizce arabayı sürdü ve yola izlemeye koyuldu.
Bir süre sessiz kalan tuana
"Tamam dediğini yapacağım. Evet bunu yapacağım" dedi.
"Bu kılıcı bir yerinde sakla, müzenin içine girdiğimizde seni oraya götürdüğüm an ben polisleri oyalayacağım. Sende tam bir dakika içerisinde bu işi haledeceksin. Sakın telaş yapayım deme! Çünkü oradaki bir şeyleri kırma ihtimalin var, eğer bu dikkatsizliği yaparsan güvenlik bunu fark edebilir. Ve sakın hançerleri birbirine karıştırma! Bu bizim yaptığımız işlerin hepsini boş olduğunu farkedince süremiz dolar. İkimiz için çok kötü sonuçlar çıkar" dedi.
Sağadan sola ilerleyip kral abdul aziz yolunda ilerledi. Düz olan yol şehirdeki en uzun yoldu. Şehirdeki kocam arazilerinde inşa edilen kubbelerin, uzun caddelerin ardında dar sokakları çevreleyen insanları hepsinin kültürel bir yaşamı vardı. Futbol sahaları dolup taşıyan erkeklerin merakla izlediği bu maç statları, inanılmaz büyüklüğündeki kadınların dolup taştığı alışveriş merkezleri, zengin bir kültüre sahip olan islamiyeti yaşıyor hevesiyle dolup taşıyan insanlar camilerin ardında saklanan şeytanların gizlenişi hepsi ona yaşadığına dair dışlandığı hissiyetini veriyordu. Kral abdul aziz tarihi semtine vardıklarında içinde istemsizce bir korku yerleşti. Bunu nasıl yapacağını? Başarıp başarmayacağına dair şüphe duyuyordu. Aniden gelen bir cesaretle kendine güvenme hisi vermişti. İçinde sürekli bir duayla bunu ört pas etmeye çalışıyordu.
'Allah'ım bana yardım ett' duasıyla bir ara mırıldadı.
"Hazır mısın?" Diye sordu musab.
"Ev-et" dedi kekeleyerek.
Hançeri ona doğru uzatı.
"Umarım düzgün yerleştirirsin. Kimse fark etmesini istemiyorum" diyerek kapıyı açıp çıktı. hançerin ince ve uzun olması etrafını çevreleyen desenler bulunmaktaydı. Ucuna bağlanılmış kaplamasıyla çekici bir görünümü vardı. Hançerin kopyasını bulması hiçte zor gibi görünmüyordu. Bu kopya sanki bir makinaya vurulmuş aynısını çıkarmış gibiydi. Özel tarihi adamların kopya yaptıkları bu eserler çok zor bulunuyordu. Hata suud vatandaşı tarihe olan merakı yüzünden, bir çok insanın yargısız infazla suçlu bulunmuştu. Bu tarihi merak dünyanın bir çok alanında bulunmaktaydı. Hançeri bir süre süzüp, fermuarını açtı ve sağ tarafına dikkatlice yerleştirip fermuarını kapatı. Feracenin ipiyle sabit tutmaya çalıştı. Neyseki haletebilmişti. Kapıdan çıktığında tekrar feracesini kontrol etti. Hala vücudundaki derilerin sızlamasıyla hançer onun başını döndürmüştü. Sırtını hafifçe dik yapınca sızlamalar aniden belli oluyordu. Müzedeki tabelaya bakındığında arapça ve İngilizce yazısını okudu.
King abdul aziz historical museum
O an bahçelerde yosunlarla kaplamalı, yapımsal şelaleler ve hiç unutmadığı an aklına gelmişti. İrfan'nın onu bu güzel semtlerde gezdirmesi.. bu kadar tehlike altında onu bu güzel yerlerde mahrum bırakmamıştı. Kalbi bir anda delicesine çarptı. Ve o an verde fısıltıları geldi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Teen FictionBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...