Güneş, semada binbir çeşit rengini dağıtarak sabah, öğle akşamı buluyordu. Günler geçtikçe göz halkalarında bulunan enerji daha rengine bulanıyor ve tüm güzeliğini sergiliyordu. Bu güzel görüntü sadece aynanın karşısında görüntüsünü kapsayabilecek türdendi. Önce aynada kendisine bakıp sonra koşar adım takvime baktı. Bugün yoğun günlerden biriydi. Çünkü buraya geleli tam iki senesini geçiyordu. Bunu her ne kadar kabul etmesede, bir kaçış yolu bulmasada buraya sürgün edilmiş ve esir alınmıştı. Heryerde o aranıyor o ise isimsiz, kimliksiz hata ruh gibi yaşıyordu. Duyguları, tavırları değişirken son iki yılının bir gün sayarak yaşıyordu. Uzak iklimlerde, metrolojinin en çarpıcı iklimlerini yaşarken etrafında halka gibi çevreleyen bu görkemli şehir, tıpkı kalbinde yer alan biri gibi riyad şehrine daha bağımlı olduğunu hisseti. Riyad yoğunlaşan ve islamiyeti ön planda tutarak camilerin, ezan sesleri semada tıpkı bulutlar çevreleyen beyazlı halkalar gibiydi. Her sabah kalktığı gibi harfleri tekrar tekrar edip eğitim yolundan ilerliyordu. Şimdi ise roman eline almış kelimeleri hece hece okuyarak ilerlemesini yapıyordu. Etrafı saran bir gürültü kulağına geldi. Bunun irfan, olduğunu anlayınca rahat nefes aldı. Kapıyı çalarak içeri girmiş yüzündeki telaş sanki korkuyormuş gibiydi. Bunu saklar gibi yapıyordu. Tuana aniden ayağa kalkıp yüzü sapsarı kesilmişti gibi
"ne oldu?" diye sordu.
İrfan sakin olmaya özen gösterip
"amcam" diyerek gözleri siyaha bulanan kızıl rengine bulandı. "amcam haftalardır ulaşmıyoruz. Sen en son yanımda olduğunu söyledin."
"evet âmâ.. Bana geleceğini ve.."
Diye sustu tuana.
"musab kaç gündür onu soruyor ben ne diyeceğimi bilemiyorum."
"âmâ bana geleceğini ve.. Hata havalandırma bölümünden sığmayacağını ve kapıdan çıkacağını söyledi. Bende tamam dedim."
"tamam. Bunu sakın musab'a söyleme yoksa seni.. Onlara teslim eder. Kim bilir amcam yine yurtdışına çıkmıştır" dedi irfan.
"peki ya oradan kaçamamışsa?" dedi tuana.
"ben zaten bakacağım. Eğer ona bir şey yapmışlarsa.. Yapamazlar zaten amcam suud büyüklerinden biri ona bir şey olursa ortalık baya bir karışır" dedi irfan başını iki yana salayarak.
Tuana gün geçtikçe irfan'nın gözleri içinde boğuluyor kat kat artan ilgisi bazen ise gözlerini ondan ayıramıyordu. Daha ne kadar devam edebilirdi ki bu gizli bakışlar? Ve yine karşısında sanki saygıyla revaranslar sergiliyor gibiydi. Bunu kendinden alıkoyamadığı o neyzen bakışlar atıyordu, boynu bükük bir şekilde. İrfan ağır adımlar atarak odanın içinde ayrılıyordu. Arkasında hüzün saçan tuana, sanki ele alamadığı o tutsaklık içinde yanıp kavruluyordu. Bir kelimeyle anlatılmayacak tüm hisiyatını duygularıyla ifade edilmeyecek türdendi. Aşk.. Kimsenin çözemediği herkesin bibrine olan bağını gerçek anlamda kapsayabilecek, bir sevgi dirimsel bir yaşayış içindeydi tuana. Bunu anlam, isim vermeyen tuana sanki yaşayışını bu gizli dirimsel irfan'a adamış gibiydi. İrfan, aniden durarak arkasına baktı. Tuana, kalbi bir an için duracak gibi oldu âmâ sakin olmaya özen gösterip kalbine hakimlik sağlayabildi. Bir cihaz gibi titreyen kalbi dudakları ısrarla terleyen alnına dikat sağlıyordu. İrfan dudaklarını haifif oynatıp
"ben.. Bugün derneke gideceğim seninde her zaman katılmanı istiyorum. Gelirmisin?"
Tuana, aniden heycanlanıp şimşek gibi çarpan kalbini bir an için irfan şöyle diyecekti 'bu kalbim biri için bu kadar hızlı atarken hayır demek mantıklı geliyor mu' diyesi geldi âmâ sadece "ev..et tabiki" diyebildi.
İrfan, bu sefer tebessüm edip seri bir şekilde odadan çıktı.
Gitiğini görünce tuana, kalbinin ritmi normaleşti. Üst üste sırıtmalar yağdırarak gözlerini kapatıp "aman Allah'ım benim yanında bulunmamı istiyor. Birde teklif ediyor sanki hayır diyecemişim ben senin için ceheneme gelirim" dedi söylenerek. Oysaki çılgınça davrandığını farkında değildi. Bir sağa bir sola dönerek delice hareketler yapıyordu. Buraya geldiği ilk günü hatırladı. Çaresiz, korkak, çekingen bir kızdı. Şimdi ise irfan'a aşık olarak tüm çaresizliği, korkaklığı atlatmıştı. İçi kıpır kıpırdı. Kendisi bile çözemediği o eşsiz duygular ruhunda dağılıyordu. O hücreye girmeden öncekiden bile sevinci, heycanı yaşıyordu. Bu heycan dünyayı gezerek yaşayacağı heycana benzemiyor bu heycan tıpkı çocukluk yılarında yaşadığı mutlu, yılardandı. Şimdi tıpkı bir çocuk gibi hareketler yapıyordu. Eşarbına çeki düzen verip odadan ağır adımlarla çıktı. Kahvaltıyı hazırlarken sırıtıp değişik yemekler sergilemek istiyordu. Yemekler hakında bilgisi olmadığı için sabahları ne yemek iyi gelir, neler yapılır bir bilgisi yoktu. Buna lanet edip duruyordu. Birden aklına ablasının sabahları yaptığı krepler aklına geldi. "evet ablam bir kaç mazemeyle yapıyordu" diye söylendi.
Sabahları uyandığında prensesler gibi kahvaltısını yapar dışarı çıkardı. Âmâ bazen, işi olmadığı zaman mutfakta bir kaç işle uğraşıp ablasının yaptığı krepleri izlerdi. Aklına bir kaç kesinti görüntüler gelmişti. Antik buzdolabından birkaç yumurta çıkartıp, dolaptan un torbasını çıkartıp ve sütü az kala unutuyordu. Bunları yaparken ölçüsüz yapıyordu, tabi krepleri tavaya döktüğünde biri tavada bozulurken diğeri tavaya yapışıyordu. Hepsini çöpe atarak içeriyi boğucu bir sis doldurduğunun farkında değildi. Mutfağı temizlemekle uğraşırken irfan, şok bir vaziyete tuana'ya baktı.
"ne oldu? Yoksa mutfak mı yandı!" diyerek telaş yaptı.
"tabiki hayır! Yansaydı benim burada işim ne!" diyerek sitem etti.
Oysaki bir kaç kreple buranın bu hale geldiğini söylese çok komik bir hal alırdı.
"şey.. Ben" diyerek yüzünü yere eğip irfan ise meakla buranın neden bu hale geldiği anlatmasını bekliyordu.
"aslında krep yapıcaktım âmâ.. Ateşi fazla yaktığım için burası bu hale geldi" dedi utanarak.
İrfan anlayışlı bir şekilde davranıp "olur öyle şeyler mutfakta yanar, tavada yanar önemli olan senin bir şeyi yapmaya çalışman" dedi otoriter ses tonuyla.
Gözlerini tekrar çevirip tuana'nın gözlerinin içine baktı.
Tuana içi içini yiyerek 'ah.. Sanki bilerek gözlerimin içine bakıyor. Ah.. Kalbim' içinde haykırıp bunu birde sesli söylemek istiyordu âmâ sadece onu izleyebiliyordu.
"bak tuana, vallahi senin kötülüğünü söylemek istemiyorum. Sen yemek yapmayı bilmiyorsun sadece kafanda görüntülerle yaparak yemeğe benzetmek istiyorsun. Güzel yapıyorsun âmâ sen yemek yapmayı bilmiyorsun çünkü daha önce hiç yapmamışsın. Bak şöyle yapalım sana bir yemek tarifi kitapları getireyim diyeceğim âmâ sen arpça yazıyı kavrayamasın" dedi.
Tuana, boynu bükük bir şekilde ona bakıyordu. Haklıydı. Yaptığı lapalı pirinç, ondan sonra makarnanın tatsız, tutsuzluğu yaptığı çoğu yemeklerin mutlaka sorunları bazen annesi güzel yemek yaparak ondan bir kaç yemek yapmayı bilmediği için pişmanlık yaşıyordu.
"benim iki lisansım daha var o dilden yemek kitapları getirebilirsin" dedi Tuana.
"gerçekten mi! Sen bana hiç bahsetmedin! Bu çok iyi bir haber Hangi dilleri"
Tuana tepki vermeden
"fransızca ıngilizce" dedi.
"bu çok iyi sana yarın bir kaç yemek kitapları getireceğim. Bulamasam sana android bir telefon alarak uygulama üzeri veya youtube üzeri bakarsın"dedi irfan.
Tuana, ne diyeceğini şaşırarak
"buna gerek yok kitap yeterli"
"olmaz sana android telefon şart." diyerek konuyu değiştirip
"Çabuk kahvaltıyı odaya götürelim ki musab'a hesap verme gibi zorunluğun olmasın"irafan'nın öyle söylemesi tuana'nın ürpermesine neden oldu. Bir yandan kahvaltılıkları odaya taşırken bir yandan irfan'ı süzüyordu. Boyu, gözleri hepsinin ayrı bir havası vardı. Sadece tuana ondan bir santim uzun olmasına rağmen çok yakıştırıyordu kendini ona. Hayalerini süslüyordu, umutlarını tazeliyordu, yaşamak için umut veriyordu. Her geçen saat daha sadık kalyordu, onun hayat enerjisine. Kara gözlerinde süzülen kirpikleri, enerji dolu bakışları, anlayışlı olması hepsi tuana'nın ihtiyaç duyduğu duygulardı. Arada tuana'ya tebessüm edişi sanki kalbini sökercesine acılar giriyordu içine. Bu duygular tıpkı tatlı bir o kadar acı verici duygulardı. Ses yüksek ürkütücü odayı kaplayan musab, homurdanarak
"kahvaltıyı niye burada yiyiyoruz."dedi.
"her sabah mutfakta yemekten sıkıldım" dedi irfan sesinde titremeler oluşuyordu.
"iyi"diyebildi musab.
Neyseki tuana, rahat nefes alabilmişti. Kahvaltıda bir eksiklik varmı diye son kotrolü gözden geçirdi.
Musab, tekrar şahin bir bakışlarını atıp
"nasıl bir hizmetçisin. Çayı doldurmaya niyeti yoksa kalk burdan" dedi.
Tuana, aniden beyninde ters çevirilen bir kafa gibi zonklamalar etrfında uçuştu. Bu ses tıpkı ensar'ın ona karşı tavırları gibiydi. Aniden dudakları titremesiyle o rutubet hücreye geri dönüşüm yaptı. Gözlerini bir kapatıp bir açıyordu. Ensar'ın konuşmaları kulaklarında çınlıyordu.
'ailen senin gibi ahmak' bu kelimeler bir an için kulaklarında çınlama yaptı.
"ben senin hizmetçin değilim" işaret parmağını kaldırıp yutkunarak "burası senin evin diye kimseye işinizin şeriatını buraya getirmeye hakın yok!" diyerek derin bir nefes alıp yutkundu. "zor bir meslek yapıyor olabilirsiniz âmâ bunu irfan veya benim üzerime sinirinizi atamasınız buna hakınız yok! Ben bu ülkenin vatandaşı değilim. Olmamda zaten sizin gibi insanlarla karşılaşmak en büyük tahlisizlik ve ben bu tahlisliğin en büyük acısını çekiyorum. Sizin gibiler yüzünde kimseye güven duygumuz kalmadı." diyerek ses tonunu inceltip kaşlarını hafifçe oynatarak ince davranmaya özen gösterdi. "Bunu yapmak zorunda değilsiniz" dedi sakince "insanlara acımasızca davranamasınız, bunu yapmak zorunda değilsiniz. Böyle yaparak kendi kurallarınızı ugulayamasınız, bunu sizi sevmediğimden değil. İrfan'ı çevrenizi üzüyorsunuz." dedi elini çaya uzatarak musab'a çay doldurdu.
Musab, öfkesi yüzünde kırmızı rengi katarak kaşlarını şiddetlice çatıp
"bu ne saygısızlık!" diyerek
Tuana, sözünü kesip
"sizin yaptığınız saygılıca, benim yaptığım saygısızlık öyle mi? O zaman şunu söyleyim yıl milatan öncesi değil, sonrasını yaşıyoruz ve ben senin kölen değilim. Aynı şekilde irfan'da köleniz. Herkes kendini savunma hakı vardır, bir adalet polisi olarak buna karşı çıkamasınız. Bende bu hakımı kulanıyorum izin verirseniz. İdam alınan bir adamın bile son isteği yerine getirlir. Lütfen." tuana bunları söylerken kendi düşüncelerinden, kendi savunmasını yaparken hiç bir şekilde suçluluk, pişmanlık, acıma hissetmedi. Öyle ki, bunları söylerken arada irfan'nın mahsum bakışlarını süzüyordu. İrfan'nın bakışlarında gurur ve asaletin en derini tuana'ya yüklemiş gibiydi. Bu bakışlar ona azim cesaret veriyordu. Kelimelerini tıpkı arapça aksanı kulanıp hiçbir hata olmaksızın, gözünde harfleride geçiryordu.
Musab bakışlarının en keskini kulanıp
"bunu yaparak bana meydan mı okuyorsun?" diye sordu.
Tuana hiç beklenti yapmadan
"evet" dedi.
"siz kadınlar çok aptalsınız. Hata aptal değil şeytansınız" dedi ses tonunu yükselterek.
"peki sen! Sen çok mu mahsumsun görende melek zaneder" dedi tuana alay ederek.
"benim evimde benimle böyle konuşmayın"
"olur sizde musab, bayım bizi güzelce ezin. Bizde buna susalım, oldu çok güzel keşke herşey istediğimiz gibi olsa"dedi tuana.
Böylelikle kahvaltı masasında büyük gürüntüler oluştu. Bu hep böyle devam edecek miydi? Musab, hep böyle kaba davranmaya tuana'yı hep ezicek miydi? Ortada kalan irfan, buna ne diyecekti? Saygınlığını hep koruyabilecek miydi? Tuana'ya hep sahiplenmiş gibi onu baştan çıkartacakmıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Teen FictionBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...