İçindeki duyguları onu sarsıtırken vücudunda titremeler meydana geldi. Gözlerini fil dişinden yapılmış klozete baktı. Bir sağa sola çevirip
Gözlerini tekrar entari giyimli adama çevirdi.
Ensar gözlerindeki gizemlilik tuana'nın tekrar tekrar düşünmesine neden oluyordu. Bir intikamın peşindeymiş ve bunu bir hırs yapmış gibi gözlerinde ifadeler seziyordu.
Tuana titrek bir sesle
"Nasıl yani?"
Ensar gür bıyıklarının altında mizahi gülümsemeleri ihmal etmiyordu. Bu ne kadar tuana'yı deli etse bile sabretmeyi diliyordu. Merakla cevabı beklerken bir yanda ineleyici bakışlarına sabrediyordu.
"Evet tuğana sevgilin burada"
Diyerek sırıtı.
Tuana, tekrar gözlerini kaçırarak gözlerindeki biriken yaşları gizliden akıtı. İnce dudaklarını dişlerinin arasında sıkarak, içindeki birikmiş acıyı klozete dökme düşüncesi girdi içine. Bu mücadeyle savaşırken daha derine girmesi onu ruh haline getiriyordu. Çıldırma gibi vakalar yaşamasada bu duygular aklını bulandıryordu. Nasıl bir oyundu? Bu neden oyunda seçilmişti! Bu oyun daha ne kadar devam edebilirdi? Sürekli bu odanın içinde ruhuyla savaşmaktan artık bıkmış, tükenmişti.
Bir uçurmda sürekli yuvarlanıp tam düşeceken onu tekrar hayata tutan neydi? Ölmek varken yaşamak ne içindi? Bunları düşünüp düşüp durudu. Artık ne kadar savaşsada buradan kurtulmak imkansız gibi görünse de şimdi ise henry çıkmıştı ortaya. Peki o ne olacaktı?
'Peki ya ailem onlara da zarar verdiyse'
Bu düşünce birden aklından geçti. Sanki uçup gitmiş gibi
"Henry neden getirdin buraya? Bana zarar verdiğin yetmiyor mu?"
Diyerek sinirine ortak olan tüm organları titrek sesiyle meydana geldi.
Ensar tuana'nın siniri onu hoşnut ediyordu.
"Evet sana zarar verdiğim yetmiyor, sevgilin ölüme geldi kendi isteği üzere" ensar gizemli sözleriyle tekrar mide bulantısı karnına girip çıkıyordu. Oysaki o zorla kendini midesini bulandırmıştı. Şimdi ise tuana'yı çıldırtarak midesini bulandırıyordu.
"Ne diyorsun sen? Ben bişey anlamıyor" dedi Bozuk aksanıyla
"Ben diyeceğimi dedim. Seninle konuşarak oyalandım zaten. bundan sonrası Allah büyük"
Üstünü düzelterek ayağa kalktı. Elbisesini silkti. İyice gözlemledikten sonra herhangi bir kir olmadığını anladı. Kendisinin bir mikrop olduğunu bilmiyorcasına tuana, ona tiksinircesine baktı. Zor tutu kendini her an bir aslan gibi pençelercesine gibi baktı tuana.
Ensar yavaş adımlarla kapıya yönelip Arkasına bakmadan kapının çilingirini açıp uzaklaşmıştı.
Tuana öylece bakıp arkasına yerde bulunan yemeklere öylece yeşil gözlerini odak tutu. oysaki aklında bir sürü soru varken, bir sürü korkular, endişeler hepsini bir kenara atıp sadece uzaktan izleyip düşünmemek istiyordu. Ama bir türlü yakasını bırakmayan acısı onun boğazında bir düğüm gibi geçip ciğerlerine, midesinden inip karın kaslarını sıkıp tekrar göğsüne iniyordu. Ve tam olduğu yerdeydi. Bu onun en acıyan yarasıydı. Kalbi orasında hep sakladığı ailesini yer vardı. Bu acı daha ne kadar devam edebilirdi ki? İşte o his o sizi uzaklara en derin kuytulara götürür. Aniden sağ elini göğsünün üzerine koydu.
Bir düşünce girdi aklına
'Peki ya ailem ne olacak? Onlar güvende değillerse?' bu düşünce onu ürperitiyordu. Onu daha ince düşüncelere sokan vesveslerden kaçıyordu. düşündükçe gözlerinde yağmur damlacıklarıyla bir olan yaşlar akıyordu. Dakika dakika hızlayan ağlaması bu sefer daha yükseliyordu. Sesi, ağlaması, acısı her ağladıkça annesi bağırma seslerini duyuyordu. Çok korkup bir titreme girdi içine. Ürperdikçe nefesi daha hızlanıyordu. Bütün duyguları içinde burkulup kasılmalar hisseti. Umutlar yeltendi; içinde bir yük gemisi gibi ağır ağır giderken o, mahallenin çığlıkları kulaklarında vurguluyordu. Tüm aile bireyleri zihininde dönüp durdu. Ve onların tehlikede olma korkusu girdi içine.
'Belki geç değil. Belki tekrar onlara ulaşabilirim tekrar onlarla yaşayabilirim' diye düşündü.
Aklına bir fikir gelmişti. Bu fikir daha önce düşündüğü fikriydi. Ayağa kalkarak yatağın sağ tarafında bulunan sopaya baktı. Evet hala ordaydı. Birden hayallere kapıldı ve Bu tıpkı yirminci yüzyılın ilk kavuşma anıları olarak kalacakmış gibiydi. Bu düşünce onu heycanlandırmıştı. Bir umut ışığı belirlemiş onu bekliyor o koşuyor umutlarına yetişmek için. Bir daha asla mutsuz olmamak için.
Kendini bıraktı tüm umutlara
Tüm hayalere..
Tüm yaşamadıklarına..
Ve tekrar yaşananlara..
Bu onu ürperti.
Aniden o düşünce geldi aklına, sopayı elinde tutarak bayan peçeli nasıl vuracağını zihninde canlandırdı.
Dakikasını saydı. Eğer bayan peçeli gelirse onu nasıl vuracağını düşünüp durdu. Hepsini zihninde canlandırdıktan sonra sert tabakası olan sopayla evirip çevirdi, Bunu yaptıkça hoşnut duyuyordu.
Bu onu çok mutlu ediyordu.
'Peki ya henry o ne olacaktı?'
Diye düşündü.
Ne olacak diye defalarca düşündü.
'Eğer ben buradan kurtulursam henry'i de buradan kurtarmam gerekiyor? Peki ya ne yapmam lazım' diye düşündü defalarca düşünüp
"Ah buldum polislere ihbar ederek onu kurtarmış olurum. Evet evet bunu yaparsam oda kurtulur."
Tuana ani bir heyecan yaşarak söylendi.
Kendini bulutların içinde olan bir kuş gibi özgür hiseti, sanki odadan kurtulmuş gibi bir mutluğu vardı. Bunu yaşarken zevk duyuyordu.
Kapının karşısına gelerek bayan peçeli beklemeye koyuldu. Dakika, dakika bekliyormuş gibi odanın içinde dört duvar dönüyordu. Beş metre kare şeklindeki odayı dikizleyip oradan kurtulacağının sevincini, mutluğunu, tüm umutların bitiği ve tekrar umut ışığının tekrar yanması gibi mutluluklar yaşıyordu. Oysaki nedimeyi beklerken saniyeler saatte dakikalar günlere saatler ise haftalar aylara bürünmüş gibiydi. Her dakika kalbi yerinde çıkacakmış gibi titremeler yaşıyordu. Düşünürken bile kalbi sıkışıyor göğsünde nefes almaktan zorlanıyordu. Henüz saniyelerin bile durduğu o rutubet odanın içinde tavandaki ışıklar yüzünde bir ışınlanma gibi hızlı akarken saniyeler durmuştu. Zamanın akmaya niyeti yokken tuana'nın vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Zaman kavramı durmuş ışınlanma gibi hızlı akan dünyanın etrafında çember oluşturmuştu. İnsanlar metrobisteyken, yoldayken, çalışırken, koşarken, eğlenirken, spor yaparken, dans ederken, ahbablarla birlikteyken, özel günler kutlarken, savaşırken, ağlarken, hüzünlenirken, ve yaşarken bunlar hepsi yaşarken zaman aşamı aniden durması onu çileden çıkartıyordu. Bir sağa bir sola dönerken kendini vurgu yapıyordu. Zaman su gibi akarken saniyeler tik tak ederken saat gibi gelmişti. Belki dakikalar biribirini kovalamış ama çok zor geçen dakikalar kapının önünde durup beklemesi tıpkı umutsuzluk içinde beklemesi gibi.
Biraz zaman sonra bir çıtırtı sesiyle yerinden fırlayıp kapının pervasında beklemeye başladı. Yüzünde aniden bir kızarıklık ve aniden vücudu kireç gibi kesildi. Kendine gelmeye çalışırken yüzü birden morarıyor, sararıyor ve kendine gelmeye çalışıyordu. Kapının tokmağını birden çeviriyor sert demirden yapılan kapı siyah küçük desenleriyle büyük bir alıcığıyla göze çarpıyordu. Kapının tokmağı aniden açılıp bayan peçeli siyah çarşafı gözüktü. İçeriye bir adım atabilmişti.
Tuana'nın kalbinin ritmi biraz daha yükseliyordu.
Bayan nedime içeriye girdiğinde tuana sert tabakası olan sopanın yapmış olduğu tarafıyla başıyla ensesi arasına sert bir şekilde vurdu.
Bayan nedime bir baş dönmesi yaşayarak elindeki tabakları yere düştü. O an tuana'da bir baş dönmesi yaşadı. Midesinde karıncamalar beyninde ise şimşekler çakıyordu.
Tuana tekrar bayan nedimeye vurdu. Bayan nedime aniden yere yığılıp kaldı. Tuana bir kaç saniye ona bakarak nefesinin şimşek gibi göğsünde vurup vurup duruyordu. Yavaş adımlarla kapıyı aralayıp boş koridoru olan tarafa yöneldi. Bir metrelik olan koridorda sessizce ayaklarının ucuyla yürümeye başladı. Ayaklarını zemine basarken sinir damarlarının birleşip bir titreme meydana geldi. Yüzü aniden heykel gibi donmuş gibiydi. Elleri, ayakları ve tüm vücudu titriyordu. Zihnindeki tüm düşünceler gitmiş sadece ne olacağının düşüncesindeydi.
Adımlar atarken kalbi bir an duracak gibiydi. Gözlerindeki biriken yaşları akıtı. Daha hızlı yürümeye özen gösterdi. Bir süre sonra sağlı solu bir koridor çıktı karşısında iki arasında gelip giderken aniden duraksayıp bir ses duydu. Kulaklarını sağa sola çevirip nerden geldiğini öğrenmek için yöneldi. Sağ tarafta iki kişinin sesini duyar gibi oldu. Sola yönlenerek nereye gideceğini bilmiyordu ama kimsenin olmadığını anladığı bir yere yöneldi.
Diğer koridora, göre daha aydınlık olan koridorda yürümek heyecan verici gibi geldi ona. İlerlerken sağ bacağı onu itiyor gibi daha hızlı yürümeye koyuldu. Vücudu alev alırken bedeni yok olacakmış gibiydi. Her an birinin çıkma korkusuyla yaşarken adımları gerinsigeri gidiyordu. Bir kaç dakika sonra karşısında iki kapı bulundu. İkisinin arasında kalıp durdu. Biri çift kapılı olurken diğeri ise ondan daha küçük ve daha biçmsiz duruyordu. ikisi zıt gibi duruyordu.
Sanki cennetle cehennem arası arftaydı..
Sanki yerle gök arası gibi..
Beyazla siyah arası gibiydi.
Tuana şaşkınlıkla ikisine baktı. İkisi arasında kalıp birini seçmek zorunda kalmış gibi hissediyordu. Küçük kapılı olan kapıyı yöneldi. Siyah biçimsiz kapı göz önünde daha çok paslanmış kokusu gelmişti. Kapının tokmağını çektiğinde açılmadı. Defalarca çekmenin ardında açılmamıştı. Diğer kapıya yönelip çekti. O ise aniden açılmıştı. Kapıyı aralayıp odanın içine girdi. Ahırdan farksız oda rutubet kokusuyla boğazı yakacak şekilde pistilikle doluydu. Etrafta kırık dökük plastik çöplerden ibareti.
Birden sert bir sesle tuana irkildi. Omuzları aniden havaya kalktı, kalbi fırlayacakmış gibi korkular girdi içine. Arkasına dönüp bakmak için yöneldi. Aniden korkular sardı etrafında. Dönüp baktığında gözlerini kocaman açmış ne olacağından habersizce kapıya bakıyordu. Kapı kapanmış öylece kapıyı dikizliyordu.
Koşar adımlarla kapıya yöneldi, kapının tokmağını kendine doğru çekip bir sağa bir sola çeviriyordu. Avucunu sıkıp kapıya vurdu. Her seferinde tokmağı sağa sola evirip çevirdi. İçine işlenmiş korku bütün bedenini sardı, her an orada yok olacakmış gibi telaşlar, yaşıyordu. Göğsünü sıkan o düğüm şimdi ise gözlerinde etki olmuş ruhuna kadar işliyordu.
Orda yok olup evinin bir köşesinde ölüp bir daha yasamamayı diledi. Diğer hücreden daha kötü odaya tıkılıp ölecekti. Belki de cesedini bile görmeyeceklerdi. Bunu düşündükçe aklı bulanıyor başı dönüyordu. Artık yaşamak istemiyor, sadece öylece oturup ölmek istiyordu. Bir hücreden kaçarken daha kötü bir hücrenin içindeydi. Elinde sopasıyla kapıyı açmaya çalışıyordu. Mermer görünümlü hata kile benzeyen türdendi oda. Kırık dökük boş plastiklerle doluydu.
Tuana arkasına dönüp baktığında rutubet kokulu odanın çirkinliğine bakıp yüzünü sömürtü. Kumral saçının bukelerini kulağına sıkıştırdı. Gözlerindeki yaşları akıtı. Tekrar göğsüne inen yangın bu sefer daha şiddetli bir acıya neden oldu. Bir doludan kaçarken şimşeke tutulmuş gibi vücudu alev alıyordu. Bu kadar çok kötü olacağını bilmediği bir durumun içindeydi.
Yere çöküp dakikalarca ağladı. O ağladıkça odanın her köşesi ağlıyor gibiydi. Belki bir umutu onunkisi belki bir çıkş yoluydu. Yerdeki plastik parçaları bir araya toplanmış onun etrafında çember oluşturmuş ne kadar üzgün olduklarını beli ediyorcasına haleri varmış gibiydi. Başını yere eğmiş bir şekilde ağlıyordu tuana.
Artık ağlamak bile fayda etmez diye düşündü.
'Ben ağladıkça hayat daha çok seviniyor'
Diye düşündü.
Başını havaya kaldırarak
"Ne istiyorsun benden hayat"
Diye bağırdı.
Tekrar bağırarak
"Ben sana ne yaptım... Ne istiyorsun benden" diyere yutkundu. İki elini yüzünün arasına alıp.
Artık bağırmak isyan etmek bile faydasız duruyordu duvarın karşısında. Beli edilmeyen duvarın ton rengi sağdan soldan vuran ışığın farlarıyla önünü görebilecek türdendi.
Tuana; havaya kalkarak etrafı gözemledi. Neyin var olduğunu bakıp durdu. Bir ara aklına iyi bir fikir gelmişti.
Yerde duran plastik parçayı elinde tutarak kapının bulunan kilitli yere sıkıştırdı. Evirip çevirdikten sonra denemenin faydasız olduğunu düşündü.
Yere öylece bakıp neyin var olacağını düşünüp durdu. Zamanın geçmesiyle büyük bir umutsuzluk içinde her yeri süzüp duruyordu.
'Belki bu odanın içinde öleceğim. Cesedim bu odanın içinde yok olacak. Hayır olamaz!'
Bunları düşünürken var olan tüm gücüyle etrafı iyice gözlemliyordu. Birden gözüne öyle bir şey çarptı ki o bile inanmakta zorluk çekti.
Bu bir havalandırmaydı. Boynuna gelen havalandırma karanlıktan fazla göremiyordu. Yanına yaklaşarak
"Aman Allah'ım sen gerçekten mucizelerle dolusun"
Diye söylendi.
Yanına yaklaşıp pas tutmuş plastikten yapılmış havalandırmanın plastiğini kısım kısıma ayrılmış tarafı parmak uçlarıyla açtı. Onu evirip çevirdikten sonra havalandırmanın kısım olan yer açılmıştı. Onu kendine doğru çektikten sonra birden gözüne anahtar bölümü çarptı.
"Nasıl olur olamaz"
Diye söylendi. Sert bir şekilde kendine doğru çekip durdu. Ama nafileydi.
Yerde bulunan küçük diken şeklindeki plastiği eline alıp anahtar bölümüne koydu. Daha önce tel tokalarıyla kilitlenmiş kapıları açardı. Şimdi bunu yapmak büyük bir güç isterdi. Diken şeklindeki plastiği içine koyup bir aşağı bir yukarı açmaya çalışıyordu. Sonunda bir tıkırtıyla plastik şeklindeki havalandırma açılmış pas tutan etrafı sabit durmuştu. Tuana onu kendine doğru çekti. Sonunda açlmış öylece heyecanla bakıyordu tuana.
Aniden üst üste heyecanlar yaşadı. Kalbi bir an duracakmış gibiydi. Belki bu yol onu dışarıya sürüklerdi. Hızlı bir şekilde içine girip içinde bulunan küf kokuyu aldırmadan küçük boyutunu aldırmadan içinde mahkum kalmayı aldırmadan yürüdü. Belki bu daha kötü olabilirdi. Ama bunu göze alarak ne olacağını bildiği halde bir umut ışığıyla havalandırma bölümünde yürüdü. Küçük olmasına rağmen yürüdü. Boynu biraz tutulmasına rağmen umursamadan yürüdü.
Saçlarını gözlerine gelmesinden sinir oluyordu. Eliyle iterken tekrar gelmesinde sinir olmuştu. Boncuk boncuk terlemeler meydana geliyordu. Beyaz sade uzun elbisesi onu baştan çıkarmış gibiydi. Beyaz elbisesi siyaha bürünmüş gibiydi. Her yanı kömüre bulanmış Beyaz yarasa kolu elbisesini söküp atmak geldi içinden. O kadar sinir olmuştu ki oysaki pantolonunu dururken rahat elbiseler dururken abiye türü elbiseye kalmıştı. Yürüken zorluk çekmesi onun gücüne gitmişti. Hava o kadar boğucu gelmişti ki Bir an nefes almadığını düşündü. Uzun olan havalandırma bir türlü çıkış bulamamıştı. Sonunda karşısında bir havalandırma çıkmıştı. Dışarda gelen ışık loş bir hava görünüyordu. Havalandırma bölümüne giderek bir ses ilişti Arapça aksanıyla
" iinaa.. dhahib"
Arapça bir şeyler mırıldıyordu.
Birinin koşa koşa nefesini duyar bir vaziyette onlara yaklaşıp
Arapça aksanıyla bir şey diyordu.
Tuana kulağını yaklaştırarak anlamaya çalışıyordu.
"Tuğana aleanan"
Tuana birden ürpererek hızlı adımlarla yürüdü. Adamların sesinden uzak tutu. Düz panelde yürüdü. Defalarca korktu, ürktü ama pes etmedi. Sonundaysa başka bir havalandırmanın yanına gelip açık duran deliklerden etrafı dikizledi. Kimse olmadığını anlayınca sağ bacağını sert bir şekilde vurdu. Defalarca vurmanın ardında sonundaysa lastik olan kısım kırılmıştı. Oysaki onu kırmak büyük bir güç isterdi ve bu güç onu büyük bir çökerti üzerinde hiseti.
Hızlı bir şekilde etrafa bakıp çıktı. Mavi farlar etrafta çember olmuş gibi tuana'nın terli yüzüne inat gibi vuruyordu. Dar labirent şeklindeki koridorda yürümek çok yorucu gelmişti ona. karşısına bir kapı çıkmıştı. Her seferinde karşısına çıkan kapılardan bıkmış bir duruma geldi. Arkasına döndüğünde ise çıkmaz bir labirenti. Kapının bulunan tokmağını çekti. Bu sefer daha özen gösterip kapı yine açılmamıştı. Hiç bırakmadığı sopasını elinden bırakıp çekti. Ama yine açılmamıştı. Arkasına dönüp baktığında mecbur bir şekilde koridordan dönecekti. Beyaz görünümlü beyazla mavi arasındaki farlara dikkatlice baktı.
'Acaba nasıl bir yerdeyim ben? Burası neden bu kadar tuhaf?'
Diye düşündü. Zaten hep bu gibi sorular kafasında dönüp duruyordu. Biraz yürüdükten sonra karşısına otomatik olan bir kapı çıkmıştı. Bu parmak izi isteyen bir kapıydı.
'Belki bu çıkış kapısıdır'
Diye düşündü.
Kapıyı iyice süzdükten sonra net bir kararla çıkış kapısı olduğunu anladı. Buradan çıkmak için yaratıcı bir yöntem bulması gerekiyordu. Bir süre sonra aklına bir şey gelmişti.
'Eğer buranın güvenlikçileri gelirse kapıyı açarlarsa arkalarından sopayla vururum bu iyi fikir'
Düşünerek uygulamaya koyuldu.
Kapının geldiği sağ kısmın köşesine iyice sığdırdı. Uzun zamandır zayıfladığını bile fark etmemişti. İki elleriyle sopayı sıkıca tutu. Bir müdet sonra bir mırıldanma sesi duydu. Arapça aksanıyla
" asrae"
Diye mırıldanıyordu.
Tuana aniden ateş basar gibi tüm vücudu alev aldı. Adam mırıldanıkça sesi daha yakın geliyordu. Birinin sesini daha duydu.
"Çabuk ol tuğana bulmamız lazım. Patron duyarsa bizi mahveder."
Tuana aniden gözlerini kocaman açtı kalbiyle birlikte tüm bedeni orada eriyor gibi hissetti. Kendini toparlayarak, adamın ayak sesleri daha yakın gelmişti. Kapıya yöneldiklerinde tuana, elindeki sopayı havaya kaldırıp adamlar kapıyı açar açmaz tuana hızlı bir şekilde ikisinin kafasına sert bir şekilde vurdu. Aniden ikisi yere düşerek kendini kaybetmişlerdi.
Tuana, içinden büyük bir hırsla onlara baktı. Yavaş ve korkusuzca aralanmış kapıyı açtı. Karşısında daha aydınlık bir koridor çıkmıştı. Karşıda duran kapı onu daha çok endişelendirdi. Koşar adımlarla yaklaşıp iyice süzmeye başladı. Anahtarlı olduğunu görünce şükretti. Koşar adım adamların bulunduğu kapıya gitti. Üzerinde bulunan anahtar göze çarptı. Hızlıca üzerinden alarak diğer kapıya yöneldi. Kapıyı açarak daha büyük bir koridorda buldu kendisini. Pencere olduğunu fark etti. Koşar adımlarla pencereye bakıp Ani bir heyecan yaşadı.
Uzun zaman sonra dışarıyı görmek büyük bir mutluluğa neden oldu. Gece olmuş karanlık çökmüştü. Bu karanlık pasif zifri karanlıktı. Yıldızlar semada şafağın sökmesine uzun bir süre vardı. yıldızların evrimleştiğini hissetmişti, ya da uzun zaman sonra gördüğü için öyle gelmişti. bir müdet pencernin önünde kuşların, bitkilerin, tüm canlıların sesini duyar gibi oldu. İyice pencereye yaklaşarak dışarıda bulunan sesi duyup içine, hücrelerine kadar çekti. Bu mutluluk tüm mutluluğa bedeldi. Dışarda değildi, ama onun hisiyatını yaşamak bile bir mucize gibiydi. tek gördüğü gökyüzündeki yıldızların etrafa loş bir hava katışını. Bunu hissetmek onu dışarda özgür olma hayalerini anımsatırıyordu.
Bir tıkırtı sesiyle irkilerek, hızlı adımlarla düz yoldan yürüdü. Tekrar adım sesleri duydu. İleride bulunan masanın üzerindeki beyaz desenli bir şal duruyordu. Duvara asılmış geri kalan kısmı masanın üzerinde sarkmış bir şekilde duruyordu. Hızlı adımlarla masanın bulunan şala yaklaştı. Beyaz elbise giydiği için, büyük bir avantajı vardı. Şalın arkasına girerek saklandı. Sesler daha yakın gelince tuana daha çok ürküyordu. Biraz heyecan, biraz korku onun tüm bedenini sarmıştı. Beyaz desenli çizgi yapılı şala baktı. Bir an annesini anımsadı. Küçüklüğünü göz önünde bulundu. Oysaki o saklambaç oynuyordu o zamanda. Annesi her seferinde onu azarlıyordu. Bunu düşünükçe bile gözlerindeki yaşlar akıyordu.
'Üzülme anne yakın zamanda sana ulaşacağım.' diye fısıldadı.
Adamların sesi daha yakın geldikçe tuana ürküyordu.
İki kişi konuşurken birinin sesi daha garip gelmişti tuana'ya. Biri Arapça aksanıyla konuşurken diğeri daha farklı. Sanki Fransızca konuşuyor gibiydi.
'Acaba zanetiğim gibi Avrupa ülkelerinde bir yerde miyim?'
Diye sorular kaldı aklına.
Bir kaç dakika sonra sesi daha uzak gelmişti. Yavaşça şalı çekerek yürümeye devam etti. Sanki o gün hiç bitmeyecekmiş gibi yürüdü. Çeşit çeşit kapılarla karşılaşıp duruyordu. Önüne bir merdiven çıkmış İlerleyip ilerlememekte zorluk çekti. Aniden adımlarını hızlayarak merdivenin üstünde yürüdü. Yine bir merdiven çıkmıştı. Tekrar yürüdü. Aynı şekilde bir daha çıkmıştı. Dört defa merdivende yürüdü. Boş bir koridor daha çıkmıştı.
"Allah'ım bugün koridorlar bitmeyecek. Çok mu büyük burası?"
Diye söylendi.
Adımlarını hızlandırıp daha çok ilerledi. Bir oda daha gördü. Oraya yaklaşıp kapının kenarına gelip birinin var olup olmadığına baktı.
Birden bir uzaktan gelen bir çığlık duyar gibi oldu. Erkeksi bir ses gibi.. birazda acı çeken bir ses gibi geliyordu.
"Kim olabilir ki?" diye söylendi.
İçine bir merak girdi. Adımlarını çığlık atan yere yürüdü. Giderken korkuyla yürüyüp sanki onu biri zorluyor gibiydi. Adımlarını daha çok yavaş attı. Biraz daha çabuk yürümeye özen göstererek yürüdü. Ama içinde hep bitmek bilmeyen korkuyu taşıyordu. Ses kesilir gibi oldu. Bir müddet sonra tekrar sesi duydu. Sağdan ilerkeyerek karşıda duran odaya yaklaştı. Ses daha yakın gelmişti.
Demir bir kapıda bulunan dörtken şeklindeki özenle yapılmış teller vardı. Kapının aralığında bulunan dörtken şeklindeki tellere baktı. Ses çok tanıdık gibi geldi. Yüzündeki yerleri sol eliyle silerek demir kapıdaki tellere baktı. İki adam ayakta durmuş biri ise acı çekiyormuş gibi bağırıyordu. Ses o kadar tanıdık gelmişti ki, bir türlü çıkartamıyordu.
"Bu kim? bu kim?" diye söylendi.
Demir tellerden öylece baktı. Yanında duran adam Arapça
"Întı tél"
Diye bir şey dedi.
Tuana karşıdaki adama bakmaya çalıştı. Yandaki adam sağa çekilerek sandalyenin üzerinde oturan adama baktı. Yüzü kan içinde terlemiş yorgun bir hali vardı. Adam bağırmaktan çaresizce öylece oturmuş yere bakıyordu.
Tuana aniden ürpererek kendine gelmeye çalıştı.
"Aman Allah'ım ne yapıyorlar bunlar? Neden zavallı adama işkence ediyorlar"
Diye mırıldandı. Tuana artık bakmaya gücü yetmedi arkasına döndüğünde aniden aklına bir şey geldi.
'Bu... Acaba.. Aman Allah'ım bu o olamaz'
Düşündükçe başı dönüyor beyninde ampul çakacasına elektrikleniyordu. Bu oydu. Henry idi çocukluk arkadaşı, onu buraya vesile eden kişiydi. Tekrar başını çevirip baktı. Kötü bir manzarayla karşı karşıyaydı. Elmacık kemikleri şişmiş yaralanmış, kabuk tutmuş, ve tekrar yaralanmıştı. Her iki kaşının üstü çatlamış içinden kan akmış akan kan kurumuştu. O sade güzel yüzü tıpkı bir kanla görünmez hale gelmişti. Yüzünün her karesi çatlamış yaralanmıştı. Tuana göz yaşlarına engel olmadan öylece bakıp ağladı. Çaresizce henry'e bakıyordu. Henry bir anda gözlerini kaldırıp demir tellere baktı. Gözü tuana'ya ilişti. Yorgun gözleri bir açılıp bir kapanıyordu.
Bir tebesüm belirledi, yaralanmış mimiklerini zorla bir tebessüm etti. Sanki o görüyormuşta tuana görmüyormuş gibi hali vardı.
Birden henry
"Sana diyorum" türkçe kelimlerle diye bağırdı.
Tuana aniden irkilerek
'Kime diyor bu?' diye düşündü.
"Beni dinle.. sakın kendini... ona gösterme"
Zorla konuşmalarını tamamlayarak etrafındaki adamlar
Arapça aksanıyla
"Ne diyor bu?"
Diğer adam
"Delirdi herhalde!"
Tuana onları duymadan henry baktı.
Henry tekrar kımıldayarak
"Buradan düz git.. sağda.. soldan sap.."
Öksürerek devam etti. "Orada karşında beyaz.."
Bir an duraksıyarak boğazını temziledi.
Tuana hala ne olduğundan habersiz henry'e bakıyordu. Henry tekrar söze devam ederek
"bir kapı çıkacak o.. kapıyı açtığı.. Anda karşına masanın üzerinde duran.. Telefondan ihbar hatını ara" dedi ve duraksadı.
Tuana bunları ona söylediğini anlamak için kulağını dört açıp dinledi. Kaşlarını havaya kaldırıp ağladı. 'Ben bunu yapamam korkuyorum' der gibi.
Henry "çabuk ol.. küçük arkadaşım"
Tuana yüzüne ufak bir tebessüm indirerek başını iki yana saladı.
"İhbar hat...... Ara hadi hadi.. Daha fazla vaktimiz yok" dedi cılız ses tonuyla"Hadi benim güzel arkadaşım"
Tuana onaylar gibi başını saladı. olumsuzca başını sallayarak ayağa kalkıp adımlarını gerisin geri attı. Ama kalbine bir sancı inip çıkmıştı. Sanki onu ölüme terk ediyormuş gibi korkular girdi içine.. Arkasına son bir defa bakıp adımlarını hızlandırdı.
Henry arkasında bağırıp bu sefer aniden çektiği acıları tekrar yaşıyormuş gibi bağırıp
"Benim küçük arkadaşım.. İyi kalpli küçük arkadaşım.. Hiç bir zaman hata yapmayan küçük arkadaşım kendine iyi bak.. Ben hep senin yanındayım küçük arkadaşım..."
diyerek bağırıp yüzündeki yaraların üstüne birde ağlayıp tuzlu kıvamındaki sular yaralarını daha çok inleti.
Tuana, aniden ne yapacağını bilmeden düz koridordan hızlı adımlarla, gözlerindeki yaşları silmeye fırsat bulmadan koştu. Korkuyla yürği daha çok acıyor ve arkasında bıraktığı çocukluk arkadaşını düşünüp duruyordu. Yüzündeki yaraları gözünün önüne geldi.
'Nasıl yaptılar sana o güzel yüzünü mahvedip bir daha asla düzelmeyecek duruma getirdiler.. Allah'ım adalet mi bu..' diye içinden geçirdi. Son sözleri kulağında çınlıyordu. Daha hızlı yürüyüp odayı bulmaya çalıştı. Bir oda karşısına çıktı. Kapıyı açtığında açılmamıştı. Hızlı adımlarla yürüyüp başka odaya baktı. O odayı bulmuştu. Kapısı aralanmış bir şekilde duruyordu. Kapıyı açar açmaz
Gözüne çarpan ünlü ressam tabloları özel sokakları özenle çizilmiş, krem rengideki duvarlarda yapılan ince çizimler kişiye özel bir oda olduğu belliydi. Ahşaptan yapılmış masanın üzerindeki telefona gözü çarpar çarpmaz koşar adımlarla yaklaştı. Titreyen eliyle eline alıp bir türlü beceremediği numarayı bir kaç dakika sonra çözebilmişiti. Aradığında ise bir kadının bir şeyler söyleyip duruyordu.
"Beni dinleyin lütfen.. Beni ve arkadaşımı kaçırdılar" dedi kekeleyere.
Ses tonu genç olan kadın
"Lütfen nerde olduğunuzun yakında bilgi verir misiniz?"
Tuana titreyen sesiyle
" nerde olduğumu bilmiyorum.. Bu numaradan.. yerimi tespit edebilirsiniz"
"Hanımefendi lütfen bir bilgi vermeniz yeterli"
Tuana biraz düşünerek
"Şey.. Ben aslında.. Bizi bir saud'lu kaçırdı." bir tıkırtı sesiyle diyerek aniden duraksadı. Başını sağa çevirdi.
"Bakın beni ve arkadaşımı kaçırmışlar.. Acil...."
Diyerek elindeki telefonu biri çekti. Kalbi tir tir titrerken donup öylece kaldı. Tuana kalbi yerinden çıkacakmış gibi sarsıldı. Oysaki bir umutla bu yollardan gelmişti. Bir umut ışığıyla
Nerde bilirdi ki küçük arkadaşının bir daha görmeyeceğini..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Teen FictionBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...