Harfler zihninde kuş gibi otüşüyordu. Bu harflerin onun için kutsal olarak gözüküyordu. Çünkü bu irfan'a beslediği yoğun duygulardan kaynaklanıyor Bu mucizevi duygular onu daha hayat dolu ve yaşamağa bağlı tutuyordu. Gün geçtikçe harfler zihninde daha ilgi alıyor çabuk algılıyordu. Musab, her sabah bağırıp çağırıp giderken gelirkende aynı huyları taşıyordu. Tuana, her ne kadar bu huylarından canı sıkılsada alışmıştı. Sanki yaşlı aklı gitmiş bir ninenin azarlayıp boş konuşmaları gibiydi. Tuana artık onun söylediklerine sırıtır irfan bunu görünce tebessüm edip göz kırpardı. Onun göz kırpması tuana'da yoğun hayaller görmesine sebep oluyordu. Siyah gözlerindeki alaturka bakışlar onu çılgına çeviriyordu. Göz kapaklarının altındaki bakışlarını süzüp, sürekli aklında uçuşuyordu. Ve sabah uyandığında pencereden çıkan güneşi izler dışarıdaki kuru sıcaklığı iliklerine kadar hisederdi. Daha sonra harfleri tekrarlayıp kahvaltı masasını hazırlardı. Gün geçtikçe suud geleneklerini öğreniyor sabah kalktığında günaydın yerine, 'sabah-ul ğeyr' diyerek alışma yapardı. Tabi burada kulanılan geniz entelektüel bir konuşmaya yol açardı. Sabah kahvaltısını yine irfan ona öğretmiş daha marifetli olmaya özen göstererek yapardı. Tabi musab bir eksiği görünce inleyici kelimeler kulanıp altan altan azarlardı. Sabah aynı şekilde kahvaltı hazırlarken son zamanlarda bir mide ağrısıyla kahvaltıyı hazırlayamadı. İrfan, onu o halde görünce
"iyimisin?" diye sordu.
Tuana bir başı dönüyor nefesi kesiliyordu. Bir şey demeden elini karnına koyarak öylece durdu. İrfan onu masaya oturtup
"neden kendini bu kadar yoruyorsun?"
"hayır ben yorulmuyorum"
İrfan kaşlarını havaya kaldırıp gözleri daha belirginleşti.
"bu halin ne!"
"ben iyiyim"
İrfan ayağa kalkıp dolaptan plastik bir kutunun içinde bir hap çıkartıp ona uzatı. Diğer taraftan suyu onun eline verdi. Tuana, 'bu ne?' der gibi baktı.
"ağır kesici" dedi irfan.
Tuana onu yutuktan sonra irfan kahvaltı masasını hazırladı.
"umarım gün boyu temizlik yapıp dersleri ihmal etmiyorsun. Temizlik yapmasaydın şimdi romanlar elinde okuyordun!"
Tuana tebessüm edip gülmeye başladı.
"ne gülüyorsun?" dedi arkasına bakarak
"bu halinle musab'ın takldini yapıyor gibisin"
İrfan tebessüm edip göğsünü şişirip sert bir bakış tuana'ya bakıp
"bu kahvaltı niye böyle! Bu kadın niye boş boş bakıyor! İrfaan sana kaç defa söyledim buralarda dolaşma diye. Senin kulağın sağırmı? Birde dindarım diyorsun allah'ın laneti üzerinde olsun. ahlaksız!" dedi musab'ın taklidini yaparak.
tuana aniden kahkahalara boğulup gülmekten gözleri doldu.
"ah.. Tıpkı onun gibi.. Birde göğsünü şişrmen aynı. Ha.."
İkisi gülüşürken aniden iniformasıyla içeriyi karabasanlar basar gibi heybetiyle içeriye girip çatı kaşlarını havaya kaldırdı.
"ne oluyor burada?" dedi herzaman ki sınırlı ses tonuyla.
Bir sağına bakıp birde soluna baktı. Tuana'yı oturarak görünce sesini daha yükseltip
"bu kadın niye oturuyor sen İrfaan sana kaç defa söyledim bu kadının inanma diye. Sen şimdi onun yalanlarına inanıp kahvaltı hazırlıyorsun. Vallahi eskiden evde kadın yoktu diye iş yaptırırdık artık senin erkek olduğuna şahid gerek yavel sen tıpkı kadın gibisin" diyerek öfke saçtı.
"abi Tuana hasta ona yardımcı olayım diye ve erkeklerde kadınlara her işte yardımcı olması gerekiyor. Bunu şeriat adamlarıda söylüyor âmâ sen yine şartlanmışlıkların etrafında çember olmuş."
"vallahi sen eskiden bu kadar saygısız değildin şimdi bir kadın için bunu yapıyorsun senin kadınlara düşkün olduğunu bilseydim halama söyler sana bir kadın getirirdik o zaman muradına ererdin"
Tuana, aniden beynine kan gelmiş gibi morarıp saradı
"sen ne dediğinin farkında mısın! Bu kadarı yeter artık. Sen ne kadar feminizim bir insansın. Birde polisim diye ortalıkta geziyorsun polislerin işi adaleti sağlamak değil miydi? Yoksa burada kurallar öyle değil mi. Yoksa burada polisler feminizim yaşaması gerek öyle ise bunu normal hayatınızda kulanmayın, demeki şeriat öyle demiyor siz bunları kural olarak yasaya koyuyorsunuz. Ülkenizi kendi şartlarınızla ve kendi kuralarınızla yürütüyorsunuz bunu başkalarını dahil edip kendi kötülüklerini onuda dahil etmek istiyorsunuz." diyerek eli, ayağı, hata sesi bile titremeye başladı. Bunları kendisi söylediğinden şüphe duymaya başladı.
"artık susmak yeter! Ve böyle çirkin sözleride söylemeye yeter! Buna hakın yok!" dedi ses tonunu yükselterek.
Sanki biri ona saldıracakmış gibi koşmaya başladı. Odaya girdiğinde kapıya yaslanarak elini dudaklarını kapatıp
"aman Allah'ım bunları ben mi söyledim" diye söylendi.
'yoksa irfan, benim eski hür yaşayan ruhumu geri getirmiş gibi..' diye düşündü.
Bir an için yanakları kızarıp vücudu alev almış gibi oldu. Derin bir nefes alıp karnın ağrısı yarım saat durduktan tekrar devam etmeye başladı. Yatağa yüzükoyun uzandı. Kapının bir kaç defa tıklamasıyla
"giir" diyebildi.
Bunun kim olduğunu biliyorcasına oturur bir vaziyete dik durdu. İrfan'nın onu biçimsiz durmasını görmesini istemiyordu. Aniden gelen bir mide bulantısıyla odadan dışarı koştu. İrfan arkasından yürüyüp onun peşinden giti.
"tuana" diyerek banyonun kapısında ona seslendi.
Tuana çıktığında yanakları kızarmış bir vaziyete dik durmaya çalıştı.
"hastaneye gidelim?"
"nasıl?" diye sordu tuana.
İrfan bir müddet susup
"bir arkadaşım var doktor değil âmâ hasta bakıcısı o sana yardımcı olur"
"hayır! Bunu asla kabul etmem be..n iğleşirim bir hasta bakıcısı bana nasıl yardımcı olabilir?" dedi tuana.
İrfan matıklı düşünüp sağ eliyle başını kaşıdı.
"ben Üşütüğüm zaman o bana yardımcı olur. Bir antibiyotik, serum takar o günü iyileşirim"
"gerçekten bunu yaparmısın?" dedi tuana şaşırarak.
"evet. Hem sırada beklemek zorunda kalmayayım, hemde serum bitene kadar hastanede durmayayım diye"
"çok komiksin. Ya serum sana zarar verse veya allah korusun sana alarji olurda müdhalle edecek bir doktor yoksa o zaman daha zararlı değil mi?"
"allaha hamd olsun ki şimdiye kadar bir problemim olmadı. Ölüm meleği geldi mi kimse karşı koyamaz. Bu isterse en iyi doktor olsun" dedi irfan rahat bir şekilde.
Tuana, Evde musab olmadığını anlayınca mutfağa yürüdü. Arkasında irfan yürüdüğünü fark edince
"seni bir profsyonel olarak düşünüyordum âmâ sandığımdanda geri kafalı çıktın" dedi mizahi bir şekilde.
"öyle mi! Beni yüce görmen çok tuhaf değil mi ya böbürlenip musab gibi davransam"dedi sırıtarak.
Mutfağın içine girdiğinde irfan'a bakıp yüzünü buruşturup
"İrfaan. Niye burası böyle?" diyerek gülmeye başladı.
İrfan, kahkaha atıp
"hiç benzemedi biliyor musun!" dedi.
"biraz olsun benzemedi mi?"
İrfan başını iki yana salayıp
"vallahi maske gibi durdu" dedi.
Tuana, kustuğu için midesi boşalmıştı. Kahvaltı masası yerde olduğunu görünce oturup yemek yemeğe koyuldu.
"bugün izinli misin?" diye sordu tuana.
"biliyorsun izinli günlerim verilen yardım ianelerini çocuklar için eğitim kitap defterleri hazilatıp gönderiyorum. Eğer istersen sende bu etkinliğe katılabilirsin. Tabi hasta değilsen"
Tuna, aniden gözü ışık almış gibi parladı. Heycan basarken
"gerçekten mi? Bu etkinliğe katılabilirmiyim"
"evet! Tabi hasta değilsen"
Başını iki yana salayıp
"hayır değilim. Âmâ ya anlarlarsa beni tutuklarlsalar"
İrfan, sırıtıp başını aşağı yukarı saladı.
"sana aldığım elbiseleri giyersen peçeni takarsan kimse anlamaz ve şunu unutma amca çocuklarıyız anlaştıkmı"dedi.
Tuana, büyük bir sevinçle başını evet anlamında saladı.
Koşar adım odaya gidip elbiselerini giydi. Peçe baglamyı bilmediği için salona yönlenip
"irfaan" diye seslendi.
İrfan yanına geldiğinde
"ne oldu?" diye sordu endişeli bir tavırla.
"şey.. Ben Peçe bağlamayı bilmiyorum yardımcı olurmusun?" dedi çekinerek.
"aslında bende bilmem âmâ bakalım"dedi.
Tuana, başı açık bir vaziyete irfan'a Peçeyi uzatı. İrfan aniden eli ayağı ürpermiş gibi titredi. Arada göz ucuyla Tuana'nın rengi gitikçe açılan kumral uzun saçına istemsizce bakıyordu. Kendini bir an için saçlarının diplerinde gezer gibi hiseti. Saçlarının hiç bilmediği kokuyu burnuna karınca girer gibi kokusunu burnun perdesinde çeker gibi oldu. Bu his onu tedirgin, endişeli yapmıştı. Peçeyi bir sağa bir sola çevirip iplik bölgesini kavrayıp
"sağa dön şu şekilde takılıyor" diyerek gösterdi.
Tuana'nın eline verdi. Anında yüzüne bağlayıp Peçenin altında boğuk çıkan sesi
"oldu mu?" diye sordu.
İrfan dalgın dalgın başını salayıp
"evet oldu" dedi.
İkisi hazırlanıp dışarıya çıktılar. Tuana, ayağı yerden kesilmiş gibi heycan tüm bedenini sardı. Hayatında ilk defa dışarı çıkar gibi yoğun hisler bedenini sardı. Evlerin birbirine yakın olması, tahtalı pencerelerde bulunan renkli yaz çiçekleri, sıcaklığın etkisiyle duvarıda çalışan klimalar bu ona büyük bir heycan vermişti. Arabistan ülkesinde ilk defa kendini özgür hiseti. Bu duygular ona ilk geldiği günü anımsatırdı. Arabaya bindiklerinde ön koltuğa oturdu. Araba hareket etiğinde irfan tuana'ya bakıp
"siz türkler çok hür yaşamayı seviyorsunuz"
Tuana yüzü Peçenin altında kaybolmuş gibi gözleri ansızın uzaklara daldı.
"evet biraz öyleyiz. Yani kurallı yaşamayı sevmeyen bir ülkeyiz. Sizin yaşadığınız kuralı biz yaşasaydık ülkemiz 'cahiliyet çağını dönüyoruz' evet sizin geleneksel haline soktuğunuz kavramsal düzey bizde berbat düşünceye götürüyor."
Aniden irfan'nın yüzü yüzünde hata mimiklerinde bile tuhaf hislere uyandıran eşitsel bir duyguya kapıldı. Böyle bir konuyu gündeme getirdiği için tartışamazdı. Tuana, bunu fark edince
"beni yanlış anlama kötü açıdan demedim. Yani şöyle mm sizde iğdam var! Kadınların bazı hatalarından dolayı kırbaç yapılıyor bizim ülke genelimizde kadına şiddete yasaktır bu sadece bizim ülke değil çoğu ülkelerde protestoda bulunuyorlar. Burada amacım gündemi konuşmak değil, sizmi ülkeyi yönetiyorsunuz yoksa ülke mi sizi yönetiyor beli değil. Yani kadın hakları seçme ve seçilme hakları tam tamına yetmiş iki yıldır bu yasa uygulanıyor. Siz peki bu konuda düşünceniz ne?" Diye sordu. Bir yandan kendi haklarını savunurcasına kendi dil düzeyinide uyguluyordu.
İrfan, elini başına geçirip tek eliyle direksyon hakimini yapıyordu.
"biz çok kuralı bir ülkeyiz âmâ şunu söyleyim ki bizim ülkede savaş, kin, düşman bulunmamaktadır ve uyuşturucu kulanan gençlermiz yoktur. İçki bizden uzak bir kokteyildir. Bunlar yüzünden çevre bozulmuyor mu bozuluyor."direkt bir konuşma yaparak devam etti. "Yasal haklar hukuk düzeyini bir arada tutan din, yasal burada en güzel bir biçimde uygulanıyor.
Tuana, dar sokakları izlerken ana yolâ vardıklarında düz yoldan ilerlediler
"birincisi" diyerek yolu izlemeye devam edip "uyuşturucu bizdede yasak, ikincisi sizin burada evde içki yapan insanları saymasak elbete ki dışarıda içen yoktur. Düşman hâkimiyeti farklı din, dil kültüründen gelen bir savaştır, bunu dünya bile karşı koyamaz. Ve şunu da söyleyim üçüncü dünya savaşı başladığında düşman ilk odağı siz petrol zenginleri olacaksınız basra köfrezi kale olarak kulanılacak" dedi altan inleyici kelimeler kulanarak.
İrfan sırıtıp tuana'ya süzdü
"sizin gibi bilgili bir hanımefendiye böyle siyaset içerikli gündemi konuşmak istemem, üstünlük taslayamam"
Tuana kendini dik tutup karnına giren kasılmalara aldırış etmeden kaşlarını havaya kaldırıp
"hadiniz değil" dedi.
İrfan, konuyu değiştirerek
"bu ara sana harflerin öğretmem yararları göstermiş. Arapçayı bir arap kadar güzel konuşyorsun"
Tuana, yüzü kızarıp elini birbirine ovuşturdu.
"evet. Biraz öyle sürekli çalışıp kitaplarında harfleri çıkartıyorum. Sonra kelimeyi doğru telafuz edip bana verdiğin sözlükten bakıyorum. Konuşmam eskisine göre zorlanmıyorum, teşekür ederim"
İrfan başını salayıp arabayı durdurdu.
"geldik mi?" diye sordu tuana.
"evet" dedi.
Tuana, indiğinde sıcak kuru hava yüzüne su gibi serpildi. Etrafı süzdüğünde aniden bir ürperme bedenini sardı. Kaçırlıdığı ilk günü hatırladı. Heykel gibi durarak öylece uzaklara daldı.
"gelmeyecek misin?" dedi irfan.
Tuana dolmuş gözleriyle öylece irfan'a baktı. Uzun yolu çevreleyen u dönüşü yapan arabaların korna sesleri kulaklarında labirent sokaklarda çığlıklarını duyar gibi oldu.
"hadi tuana!"
Cevab vermeksizin öylece durup heykel gibi durdu. İrfan ona yaklaştığında
"neden gelmiyorsun? Yoksa karnın hala ağrıyor mu?"
Tuana hayır anlamında başını salayarak ağladı.
"peki neden?" diye sordu irfan.
Tuana, gözyaşı Peçenin altında şelale gibi akarken
"korkuyorum!" diye fısıldadı.
"neden korkuyorsun"
"çünkü" diyerek sustu.
"çünkü neden? Korkma eğer korkarsan kendi varlığından bile korkarsın. Korkarsan gücünü iradeni kaybedersin. Savaştığın herşeyi kaybedersin. Sorun o adamsa ben senin yanındayım. Eğer kendime güvenip bunu yaptıysam bilki korkak biri değilimdir. İnsanlardan korkma, yaşamaktan korkma, hayatan korkma sadece allahtan kork ve yaşa." dedi irfan.
Tuana indirmiş gözkapaklarını irfan'a bakıp 'öyle midir acaba?' diye geçirdi içinden.
"hani.. Sen hür yaşamayı seviyordun. Böyle yaparak hüriyetini kaybedersin. Sen cesur birisin"
Tuana, gözlerindeki yaşları silip Peçenin altında sırıtmaya çalışarak
"tamam" dedi boğuk sesiyle.
Üç basamaklı merdivene sedeleyerek yürüyüp yeşil kapıdan içeriye girerek boş koridorda yürüyüp, ahşap kapılardan içeriye girerek büyük bir odaya girdiler yaşlı bir adam kahverengi bir koltuğa oturuyordu. İrfan ona selamlaşıp tuana'yı tanıştırma fastına geçti
"bu benim kuzenim verda"
Yaşlı adam başıyla selamlayıp
"selamu alleykum kızım" dedi.
"ve alleykum sellam" dedi tuana.
İkisi odadan çıkıp merdivenlerden üst binaya çıktılar, boş koridorda yürüyüp büyük olan odaya girdiler. İçeride erkekl, kadınlı gurup halinde kitapları tek tek bakıp ayıklıyordu. Tuana onlara bakarak kapının pervasında öylece onları izledi. İrfan tuana'nın kulağına fısıldayıp
"buradakilerin bir çoğu karısıyla, akraba kızlarıyla ve kız kardeşleriyle gelirler. Sende benim amca kızımsın ve sakın türk olduğunu söyleme eğer arapçan bozuk telefuz edilirse ana dilinin iran lisanı olduğunu söylersin tamam mı?"
Tuana başını salayıp
"tamam" dedi.
"birde adın verda. verde olarakta telafuz edebilirsin"
"tamam"
İrfan içeriye neşeli bir şekilde girip
"sellamu alleykum arkadaşlar"
Herkes irfan'a bakıp arkada duran genç kıza gözleri takıldı. İrfan bunu fark edince tuana'yı omzundan hafifçe tutup
"bu amcamın kızı verde"
Herkes genç kızı süzüp
"selamu alleykum" dediler
Tuana başını aşağı yukarı salayıp
"ve alleykum sellam" dedi arapça şivesini kulanarak.
İrfan ona kitapları gösterip
"bu numarlanmış kitapları hepsini ayır. Ayrı okular için karışıklık olmasını istemiyorum yoksa kitaplar başka okulara giderse işlerine yaranmayıp atarlar böylelikle emeklerimiz boşa gider" dedi otoriter bir sesle.
Tuana, irfan sayesinde öğrendiği rakamları gözlemleyip ayırmaya başladı.
İrfan kulağına eğilip fisildayarak
"Peçeni indirsen rahat edersin. Korkma ben burada olduğum sürece kimse sana bir şey yapmaz" dedi.
"hayır ben böyle iyiyim"
"indir. Herkes kuzenimin güzeliğini görüp kıskansın" dedi gülerek.
Tuana bir utanç duyarak elini istemsizce ensesi ile başı arasındaki ipliği çözdü. İplik açıldığında yüzündeki gizemli hatlar belirginleşti. Halkalı tonlarındaki yeşil gözleri aniden yüzüyle birlikte ortaya çıkınca insanların ona bakmasıyla elmacık kemiği arasındaki beyaz tonları teni aniden şeftali rengindeki tonlara büründü. Güneşi görmeyen yüzü mat bir beyazlıktaydı. Yanak kemiklerin gözükmeyen yeşil renkli damarlar anden yanaklarında hisseti. Üst dudakları altındaki ince dudağı kapatıyordu. Böylelikle herksin aklını başından alan güzeliği kimsinin muhataplığı olmasada kimisinin başını döndürürdü. Hata annesi güzliğini övünür ve şöyle derdi. "benim ğızım oyuncu olsa taş çıkartır o maken kızlara" derdi.
Bazen ablası selin şöyle derdi
"tuana neden oyuncu olup dünyayı gezmen için oradan paranı alabilirsin"
Selin'in dedikleri aklına yatmıştı o zaman hata fotoğraflarını ajansa göndermişti. Ajans kabul etmiştide tuana şartlar zor geldiği için gitmemişti ajansa. Ve herşeyi oluruna bırakmıştı. Nerden bilsin ki buralara gelip esir kalacağını ve güzeliğinin başına dert açağını. Belki güzel olmasaydı, ensar onu satmaz salıverirdi, belkide kasım ona aşık olmaz böylelikle rahatlıkla ülkesine dönebilirdi.
Kolileri bantlarken esmer tenli geleneksel kıyafetiyle
"verda ben bunu halederim" dedi.
Tuana, ona koliyi uzatınca esmer tenli adam elini tuana'nın elin üzerine sabitledi. Tuana adamın soğuk esmer elini vücudunda ürperme hisederek aniden korkarak elini çekti. sert bakış atarak yüzünü çevirdi. Esmer adam koliyi indirip yüzünün çevirdiği tarafa bakıp tebessüm etti.
"irfan bu amcanın kızı hiç araplara benzemiyor" dedi esmer adam.
İrfan, elindeki kitapları yere bırakıp onların yönüne yürüdü.
"maşallah amcam kızı güzeldir halil. Âmâ hiç sevmem böyle hareketleri" diyerek esmer adama keskin bir bakış attı. Esmer adam sert bir bakış yüzünde belirleyerek
"maşallah güzeldir.. Yemin ederim ki sen beni yanlış anladın, ben onun güzeliğinden kastetmiyorum. Yüz hatlarında hal ve hareketlerinde bir tuhaflık var. Arap değil bu kız"
İrfan soğuk bir bakış atıp bir an için dövmek geldi içinden.
"vallahi evet haklısın. Kökü arap değil üvey amcam karısı yunan soyundandır herhal sanada geldi."dedi idalı ses tonuyla.
"ha.. Vallahi işte bu kalıbını tutu." dedi esmer adam tebessüm ederek.
Genç bir kız tuana'ya yaklaşıp
"merhaba verda. Sen Riyad'a mı okuyorsun?" diye sordu genç kız.
İrfan tuana'yı yanında oturmasını işaret etti.
Tuana bir adım geri gidip yanında oturdu.
"ne oldu eyşe?" diye sordu.
Eyşa sevecen bir kız olarak güzel bir kızdı. İçindeki sevecenlik onu çocuk gibi yapardı. Eyşa çekinir bir vaziyete avcunu sıktı.
"verde riad'a mı okuyor?"
"hayır"dedi irfan.
"nerde okuyor?"
"okumuyor eyşe"
"nasıl okumuyor böyle bir kız okuması gerekirdi.."
"vallahi onun tercihi biz bilemeyiz"
"peki sık görüşürmüsünüz?" diye sordu.
İrfan, Eyşe'nin neden böyle davrandığını anlam vermeden.
"Eyşe sen buraya acayip sorular sormayamı geldin?"
Tuana kolilerle uğraşırken Eyşa tek kaşını kaldırıp
"güzel kızmış, senin yerinde olsaydım bu kızı buraya getirmezdim. Buradaki tüm erkekler ona sahiplenerek bakıyor" dedi yumuşak ses tonuyla.
"eyşe o benim amcamın kızı, vallahi ben olduğum sürece kimse ona sahiplenemez"
"sen sahiplendin mi ki?"
Eyşe yere oturup kitapları yerleştirmeye koyuldu.
İrfan ne demek istediğini anlayamadan susmayı tercih etti. Eyşe irfan'a bakıp
"geniniz kuvetliymiş bu kız sanki holiwood oyuncusu"dedi.
İrfan, tuana'yı süzüp sonra eyşe baktı.
"ah.. Eyşe ah.."dedi.
Tuana, irfan'a bakıp
"ne oldu?"dedi. Eyşe'yi görünce 'çok güzel bir kız acaba irfan bu kızı seviyormudur' diye geçirdi içinden.
"çok saçma" diyerek fısldadı.
"verda bunun adı eyşe" dedi İrfan.
Tuana eyşe'ye bakıp tebessüm ederek "çok güzel bir ismin varmış"
"keşke senin kadar güzelde olsam" dedi eyşe.
Tuana, bir müddet susup elini eyşe'nın elmacık kemiğine dokunup
"keşke güzel olmasaydım."dedi tuana.
Eyşe gözlerini kocaman açıp
"delirdin mi! Vallahi hangi kız güzel olmak istemez. Hem sen güzeliğin herşeye bedel" dedi.
"güzelik başa bela." dedi tuana.
"neden ki?" diye sordu eyşe.
"çünkü güzeller güzeliğin bedelini mutlaka öderler"
Eyşe, irfan'a bakıp sırıtı
"yanında irfan gibi iyi biri olsa hiç bir zaman bir şeyin bedelini ödemezsin" dedi.
Tuana, aniden irfan'a bakıp siyah gözlerindeki tertemiz yüreğini görür gibi oldu.
'ben ona layık değilim o çok iyi biri'diye geçirdi içinden. Ve kalbinde bir sızıtı girdi. Kalbi sıkışır gibi kendini ele verir bir vaziyete yüreği çırpındı. Bir insan bu kadar iyi olmak zorundamıydı? Bu kadar anlayışlı bu kadar tecrübeli olur muydu? Ve bir kadın gözü kör olabilecek kadar aşık olabilir mi? İrfan, bir arap için çok demode olurken tuana için bir mucizeydi. Hata oradaki erkekler onun yanında bir model gibi dururken irfan has çekiciğiyle kadınlar arasında çok tercih edilirdi. Kendine yönelik bir tarzı vardı ve bu tarzı hiç kimseye benzeme bir taklit veya ezber bir şey değildi. Bu irfan'ın özeliklerinden biriydi. Çoğu zaman yardım derneklerine katılırdı. Arabistan genelinde yüzde atmış oranı fakir oldukları için zenginlerle bizat konuşup yardım isterdi. Bir öğretmen olarak maaşının yüzde elli oranı kitaplar alır çocuklara verirdi. Öğrencilerinin çoğunu evine davet eder bedava etüt dersleri verirdi. Çevreye birçok yardımları dokunurken çevresindeki insanlarıda dahil etmek isterdi. Bu derneğe okuldaki çoğu öğretmenler hata bir keresinde musab'ı davet etmişti. Musab önce biraz homurdamış sonra gelmeyi kabul etmişti.
Tuana, kolilerle uğraşırken irfan kulağına eğip
"burası işler çabuk biterse seni bir türk lokantısına götürebilirim"
"gerçekten mi?" dedi yüksek sesle.
Herkes, tuana'ya bakınca yüzünü yere eğip
"gerçekten götürecek misin?"dedi.
"evet"
Tuana, kalbi hızlı çarparak aniden heycandan vücudu alev aldı. Elini hızlı tutup Kolileri dakikada dolduruyordu. Erkekler onu izlerken kadınlar ise inleyici bir şekilde bakıyordu. Dakika geçerken tuana daha hızlanıp Kolileri seri bir şekilde dolduruyordu. Sonunda ise işler bitmişti, herkes vedalaşarak çifter çifter ayrıldılar. En son eyşe halil birlikte çıkarak eyşe irfan'a bakıp
"vallahi bugün verde olmasaydı bitmezdi. Çok seri irfan" dedi överek.
"evet öyle. Görüşürüz"
Diyerek ayrıldılar.
Arabaya binerek yolâ çıktılar caddelerin tuana'nın gözlerinde eski günleri hatırlarken, gökyüzünün berraklığı güneş'in tepede kızıl gibi dururken dışarıdaki manzara ona ülkesini anımsatırdı.
"verda ne demek"diye sordu tuana Ansızın.
"pembe" demek
"ne!"diyerek gözlerini kocaman açtı. "sen bana pembe adını mı verdin? Çok saçma!"
"yok.. Öyle değil bir arapça deyime göre verde çiçek demek diğer deyime göre pembe demek. İkisini birleştirdiğinde pembe çiçek" diye açıkladı.
"güzelmiş" dedi tuana.
On dakika sonra renkli farlarla kaplayan bir restorandın önünde durdular. Türkçe alfabesiyle yazılan afiş, yemeklerinin afişleri hepsi tuana'ya heycanlamasına sebep oldu. Peçenin altında sakladığı yüzünde sırıtmaları gözlerinde yansıyordu. Dışarıdaki camdaki afişlere baka kaldı. İrfan eliyle gel işareti yaptı. Tuana adımlarını ağır ağır atarak içerideki memleketi gibi kokan, yeni bahar açmış patikalarda koşar gibi hisseti. Tıpkı malatya'daki köylerinde gibi sezdi ve şahane kokan yemekler, geleneksel pul biberleri, adana kebabı, çiğ köfte ve en sevdiği teryağına budanmış katmer kokuları. Hepsini ilkilerine kadar hisederken heycan ayaklarını titremesine sebep oldu. Bir an için istanbul'da sahil kenarındaki restorantlardan biri zanneti. Masalar üzerinde duran baharatlıklar, etrafta bir kaç kişi otururken kenarda bulunan çiçekler, nefesi kesen tütün kokulu kolanyalar tıpkı memleketini kokusu gibiydi. İrfan, gözleriyle gel işareti yaparak yürümeye başladılar. Tuana restorantı baştan aşağı süzerken tüm kokuları burun perdesinde çekip, bazen ise bu kokuyu daha derinden çekmek için peçesini havaya kaldırıp içine kadar çekerdi. Duvarıda bulunan istanbul boğaz içi manzara onun durmasına neden oldu. Yavaşça ona yaklaşıp iki elini fotoğrafa dokunup izlemeye koyuldu. İrfan, onu öylece görünce içi burkuldu. Bir insan bu kadar vatanını sevebilirmiyidi? Bir kız sürgün edilebilirmiydi? Bu kadar memleketini severken yaşayabilirmiyidi? İrfan hüzünlü adımlarını atıp
"ne kadar seviyorsun şehrini, kültürünü, insanı ve.. Sen bu kadar severken nasıl olurda oradan ayrılırsın. Bu kulağa çok saçma geliyor! Seni buraya getiren şey, seni bu duruma getiren insanlar mutlaka cezasını çekecekler." dedi irfan.
Tuana yutkunarak gözleri nemlendi. İrfan devam edip
"seni mutlaka ülkene götüreceğim. Seni ailene kavuşturacağım" dedi idalı bir şekilde.
Tuana; gözlerindeki nemi silip tebessüm etti. Aile bölümü olan kapalı bölüme gidip mönülerini istediler. Ön atıştırmalık çiğ köfteler, mezeler gelirken tunan'nın gözleri kocaman açılmaya yeti.
"annem ben katmer seviyorum diye sık sık yapardı." dedi tuana irfan'a bakarak.
"buraya üçüncü gelişim ilk defa katmer yiyiorum" dedi irfan
"öyle mi! Türk yemeği yiyiyormusun"
"aslında başaka bir damak tadındaki yemekleri sevmem âmâ türk yemeği bizim damak tadımızla hemen aynı. Kebaplar, baharatlar, pilinç, bulgur gibi yemekler aynı." diyerek tuana araya girip
"siz bizden fazla baharat kulanıyorsunuz ben baharatlı yemekleri sevmem. Sizin et türünüz farklı deve eti, deve sütü tüketiyorsunuz"
"evet öyle. Diğer ülke yemekleri hep o makarna yemekleri kremalı soslar hata bir keresinde musab'ı bu gibi yere götürmüştü arkadaşım. Öyle bir övdü ki yemeği yani musab merak etmişti. Oraya gitiklerinde önlerine beyaz makarna birde sos indirmişler bizim musab arakadaşımı dövmemek için zor tutmuş kendini. Yani yemek savmaymış bir de o yemek dünyada çok seviliyor.. Bizim musab bu sözü duyunca 'bu yüzden gözleri tohum küçüklüğünde' dedi. Bu konuşması beni kahkahalara bogdurdu" dedi irfan.
İkisi gülüşürken doymuşlardı. Tuana yüzünü peçeyle kapatarak içeriye garson girmişti. Masa toplandıktan sonra türk kahve ikramıda gelmişti. Bunu içerken yüzünüde bir sırıtmayla irfan'a bakıp
"ben eskiden hep kendime türk kahvesi yapardım. Benim bir ağabeyim vardı, onunla kedi köpek gibi tartışırdık ben ne zaman kendime kahve yapsam elimden çeker tek yudumda içerdi. Ben buna deli olurdum bir saat kavgayla odalarımıza çekilirdik" dedi gözleri tonu koyulaşıp uzaklara gitmiş gibi daldı.
"kız kardeşim, olmasını çok isterdim âmâ annem, babam allah huzurna erken gitikleri için halamın kızlarını kız kardeşim olarak görürdüm" dedi hüzünlü ses tonuyla.
"ağabeyim benim birinci düşmanımdı" diyerek nemlenmiş gözleriyle sırıtı "ona asla fırsat vermezdim, bibirimizi gördüğümüz vakit onu aşağılar ve evi ayağa kaldırırdım. Annem sırf biz kavga etmeyelim diye odalarımızı birbirimizden uzak tutardı. Şimdi ise onun burada olmasını çok isterdim." dedi etraftaki kalabalığın sesizliğine inat sustu ikiside. Sanki tüm ruhları birbirine sarmalamış gibi büyük sessizlikler ortalığı alt üst ediyordu. Bir ara bakışıp içindeki duyguları okumaya çalıştılar. İrfan ayağa kalkıp
"ben hesabı ödeyip dışarıda seni bekliyorum" diyerek yavaş hareketleriyle yürüdü. İrfan o, kelimelerin ardında nezaketen başka hiç bir şey ifade etmiyordu. Tuana, elini kalbine koyup "bana ne oluyor Allah'ım? bu duygular nedir? Benim kalbim niye bu kadar hızlı çarpıyor?" diye söylendi. Bu ipuçlar neyin anlamıydı? Bu hissler sevgiyi ifade ederken, boşta kalan yer neydi? Karışık kafaların soru işaretleriyle doluyken arabaya doğru yürüdü. Gitar çalan bir müzik eşlik ediyordu yolculuk sırasında. İrfan radyoyu kapatıp
"türk yemeği yedik, türk kahveside içtik bunun yanında güzel bir türk şarkısı söylermisin? Tabi istersen."
Tuana, müzik söylemeyi ve dinlemeyi sevmezdi. Sadece lise okulundayken arkadaşlar arasında gurup şeklinde söyleyen arkadaşları vardı. Sıra arkadaşı adıyamanlı bir kız sürekli adıyaman şarkıları söylerdi. Hata gitarlarıda vardı. Bazen tuana'yı zorla aralarına alıp müzik söylerdi. Tabi internete paylaşıp, dinleyici sayısı çok olması için güzel kızları aralarına alıp onları ön planda tutmaya çalışırlardı. Tuana'nın seside güzeliği kadar ses tonuda yüksek seviyeliydi. Her ne kadar canı istemesede irfan'ı kıracak kadar kötü değildi. Boğazını temizleyip irfan'a bakıp zorla tebessüm edip
"aslında bilmiyorum sadece yarım yamalak bir şarkı bildiğim var"diyerek söylemeye başladı. Yüreği burkan o şarkı hep zihninde okurcasına annesi gözlerinin önünde bulundu.
"heveslik eyledi..
Yavru itirdi, ah yitirdi..
Oda hayalında kurumuş meğer, kurumuş meğer...
Yavrumu canımdan ayırmam derdi, ah derdi.. Kurduğum o yolar boşumuş meğer, boşumuş meğer.. 'adiyaman' tozu duman vay vay yavrucağım aman aman yavrucuğım dön gel dayanamam. Sesimi duy tut elimi kalk gidek dağlara tütün kokan ovalara dön gel yavrucağım. Dön gel dayanamam." şarkıya son verip derin bir nefes aldı. İrfan'nın gözlerinde yaş süzülürken yutkunarak "ne güzel bir sesin" var dedi.
Tuana, bir irfan bakıp birde yolun ışıklarla kaplamış caddelerin loş ışıklarına baktı. Sonra gözlerinde bir yaş süzülüp
"bu benim sesim değil. İçimdeki haykırışlar" diyerek yolu izledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VERDE (Tamamlandı)
Ficção AdolescenteBazen öyle şeylerle karşılarız ki.. Bu bizim bazen sonumuz olduğunu düşünürüz. Asıl her şey yeni başlıyor. Sevdiklerimizi kaybetikten sonra ne kadar sevdiğimizi o zaman anlıyoruz. Aile hasretini yaşarken, bir yandan vatan hasreti ve kaybolan bir aşk...