• I •

1.4K 76 123
                                    

Death & Revenge

1 OCAK 2033 

SEOUL/KORE 

02.53 AM

ⓨⓞⓤⓝⓙⓐⓔ

ÇIN.

Gri, keskin gümüş.

ÇIN.

Ve koyu, acı kızıl.

ŞIP...

Ailesinden geriye kalanlar da öldürülürken, boğazında yükselen çığlığı bastırdı. Acı metali, dilinin üzerinde hissedebiliyordu. Korkunun rezil tadı, bütün duyularını felç etmişti.

Saklanırken tek hissedebildiği şey korkuydu. Sonsuz bir dehşetin pençelerindeyken, hiçbir uzvuna söz geçiremedi. Buz kesmişti. Acı ve korku onu sarhoş etmişken, saklandığı yerden çıkmaya yeltendi. Bir an olsun cesaretini toparlamayı denedi ama ondan geriye pek de bir şey kalmamıştı. Aklı çalkalanıyordu.
Ölüp ölmediğini bilmiyor, geçen her saniyede bilincini yitirdiğini hissediyordu.

Kendini kandırdı. Tir tir titrerken, kılıcın havada attığı ıslığın sıcak et ve kanda susuşunu dinlerken, ailesinin acı dolu çığlıklarını kendi boğazında hissederken, yerinden bir milim dahi kıpırdayamıyordu. Aklının en ücra, en kuytu derinliklerinde bir his belirdi. Gözleri kan çanağı, yüzü bembeyaz, zihni darmadığındı.

Korkusunu ve acısını yıkan, acımasızca galip gelen yegâne his  nefretti. Saklandığı yerden çıkmadı, çıkamadı. Ellerini saçlarına soktu. Nefesi dudaklarından dışarı, birer buz saçakları olarak fırlıyordu. Dehşetin her tonu, damarlarında arsızca dolaşıyordu. Ardına gizlendiği binlerce anı, göğüs kafesini ezdi.

Fakat artık ne korkusu onu saklanmaya itiyordu, ne de acısı. Ailesinin simaları, bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden. Bu ölenlere olmaz mıydı? Doğru. Bu, ölenlere olurdu.

Gözkapaklarının ardındakilere, sessizce veda etti. Gözyaşları büyük bir hışımla, gözlerini terk ederken gıkını bile çıkaramıyordu. Ailesini bir bir, son kez, sessizce uğurladı. Onları, ondan koparmışlardı. Bu öylesine bir koparışdı ki ne elde bir şey kalmıştı ne avuçta. Ailesinden canice sökülen her kalp, onun hayatına tekamül etti. Her şeyinin ellerinin arasından, kuşkusuzca kayıp gittiğini hissediyordu. Her şeyini kaybetmişti.

İntikam açlığı, yüzüne çarptığında, artık asla eskisi gibi olmayacağını anladı. Olamayacaktı. Bir daha asla annesinin güzel sesini duyamayacak, kızkardeşinin neşeli kahkahalarını işitemeyecekti. Babasına bir daha asla sarılamayacaktı. Abisiyle bir daha asla konuşamayacaktı.

Bunları bir kez daha fark etti ve büyük bir soğuk kanlılıkla bekledi. İlk kez böyle bir duyguyla sarsılan bedeni, titremekten vazgeçti. Acıyla çatılan kaşları ifadesizleşti. Gözyaşları, ondan gitmeye karar verdi. Bir acı düşünceyle teselli etti kendini.

Şimdi bir korkağı oynayan vücuduna, söyleyecek başka hiçbir şeyi yoktu. Artık kırılmıştı kolu ve kanadı. Öyleyse pençeler edinmenin zamanı gelmişti. Acı en derinlerinde, bir kez daha çınladı.

Kendine yepyeni, ıstırap dolu telkinler verdi. Kan çanağı gözlerinin önüne, bir kara perde inmişti. Bu lanet yerden çıktığında, ailesinin ölü bedenlerini, bir zamanlar sevdiği vücutları görmek onu yaralamayacaktı. Aksine nefretini besleyecekti. Ne yazıktı ki öyle de oldu. Katiller evlerini terk ettiğinde, saklandığı yerden buz olmuş kanıyla çıktı. Titremesi çoktan durmuştu ama şimdi canı bin kat daha yanıyordu. Her zerresine saplanan binlerce kılıç hissetti. Binlerce. Ailesinin tenini kesen her darbeyi, kendine edindi. Acı. Rezaletti.

Bilinci yarı kapalı bir şekilde, sendeleyerek kendini zorladı. Görmek zorundaydı. Onları, bir elvedadan mahrum bırakamazdı. Görmeliydi ki intikam için sebepler edinmeliydi. Fakat vücudu pes, iç organları iflas etmişti.

Bu görüntüler, onu bir daha terk etmeyecekti. Acı ve ölümün simalarından, kurtulamayacaktı.
Güzel ve uzun kahve saçlara, koyu kızıl sıçramıştı. Bir zamanlar sevgiyle bakan gözler şimdi yuvalarından fırlamış, dehşetle boşluğa bakıyorlardı. Boğazında  yutkunamadığı bir yumru belirdi. Görüşü buğuluydu.

Oda oda gezdi. Her yer sessizdi. Bir zamanlar kahkahalarla çalkalanan evlerinde, ölüm
sessizce çınlıyordu. Babasının, annesinin, abisinin ve daha 14 yaşındaki  kızkardeşinin, parçalanmış vücutlarına bakmak, onu öldürdü. Vahşice, canince, acımasızca yok edilmişlerdi. Ondan birer birer koparılan, artık birer ceset olan ailesinin önünde diz çöktü. Dudaklarından bir kaç kelime fırladı.

" Özür dilerim. Sizi kurtaramadım."

Sesi öyle kısıktı ki onu, cesetler bile duyamazdı. Saçlarını çekiştirdi. Dudaklarını ısırdı, kanattı. Ağlıyordu. Yeniden. Yapamamıştı. Onları kurtaramamıştı. Bir duygu olmaktan çıkıp, fiziksel bir hâl alan intikamı büyüdü. Bu öyle rezil bir duyguydu ki alev alev yanan her yeri, bir anda buz kesiyordu. Katillerin yarattığı kan gölünün ortasındayken, aklında tek bir şey vardı. Tek bir amaç. Tek bir acı. Daha önce, hiç bir kararında sahip olmadığı eminliği ile gözlerini kararttı.  İntikam alacaktı. Bunu onlara kim yaptıysa, onları bulacak ve her birini işkenceyle katledecekti. O asla böyle bir adam değildi. Fakat bu gece doğan adama, kan, acı ve vahşetten başka bir şey bahşedilmemişti. O bu gece hem doğmuş, hem de ölmüştü.








 O bu gece hem doğmuş, hem de ölmüştü

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.







Yeni hikayem, Seven Deadly Sin' in ilk bölümüyle karşınızdayım. Umarım beğenmişsinizdir. Devamı gelecek, beklemede olun.

Yorumlarınızı ve varsa sorularınızı bekliyorum.

Vale!

Seven Deadly Sin' • got7 *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin