• XLVIII •

297 31 40
                                    

Not: Hiç yorum yapmıyorsunuz ve bu durum şevkimi sahiden kırıyor.

• Drenched Souls •


Güneş uykuya dalmıştı ve gürültülü fırtına camlara gözyaşlarını döküyordu. Jackson, Namjoon'un mülkünden çıkar çıkmaz Jaebum'u aramış; rapor vermiş ve alabildiği bilgileri ona aktarmıştı. Yalnızca Hwasa'nın kulağına fısıldadığı şeyden bahsetmemişti çünkü bir anlamı olduğunu dahi düşünmüyordu. Araştırdığında, Nemesis'in Yunan mitolojisinde iyi talih ve intikam tanrıçası olarak bilinen bir karakter olduğunu öğrenmişti. Ancak bu ne anlama geliyor olabilirdi ve Hwasa neden gizli bir şekilde kulağına bu kelimeyi fısıldamıştı? Nemesis, bir şifre mi; isim mi, bir yer mi yoksa Hwasa'nın onun aklını karıştırmak için söylediği bir zırva mıydı? Bütün bunlar aklını feci şekilde karıştırıyordu. Namjoon'un verdiği isimler, muhbirler tarafından araştırılmaya başlanmıştı. Jackson hiçbirini tanımıyordu ve bu iyiye mi yoksa kötüye mi alamet emin olamıyordu.

Depo'daydı. Depo, eski bir binanın arka cephesinde bulunan bir çıkıntıdan yerin altına doğru inşa edilmiş, ancak bir stüdyo daire genişliğindeki ufak bir evdi. Kapı doğrudan, geniş bir yatağın ve bir yuvarlak masayla iki sandalyenin ve bir de ufakça bir kanepenin bulunduğu alana açılıyordu. Bu SDS üssünü, Günahlar dışında birinin bulması imkansızdı. Acil durumlar ve ekstra gizlilik gerektiren durumlar için biçilmiş kaftandı.

Jackson, Merkez'e dönmek istememişti. Koskoca evde tek başına olmaktansa Depo'da yalnız olmayı tercih ediyordu. Pasaklı halinden, tek başına kurtulmaya üşense de pek sorun etmiyordu.
Yaralarına hâlâ baktırmamıştı ve temizlenmemişti. İşe başlamak için dar koridordan geçip, banyoya ulaştığı sırada kapısında tıklamalar duydu. Anında çatılan kaşlarla kapıya doğru ilerledi. Masanın üzerindeki tabancasını çoktan kapmıştı bile. Kim gelmiş olabilirdi ki? Burayı kimse bilmiyordu ve Günahların hepsi İtalya'daydı. Biri hariç... 

Jackson kapıyı açtı. Fırtınanın gürültüsü evin içine doldu, dışarıda yağmur yüzünden her şey bulanık görünüyordu. Ve karşısında sırılsıklam olmuş, saçları alnına; siyah kıyafetleri vücuduna yapışmış olan Jinyoung dikiliyordu. Jackson silahını indirdi. Jinyoung onun gözlerinin içine bakıyordu ve yağmur hâlâ üzerine yağıyordu.

"İçeri girebilir miyim?" diye sordu Jinyoung.

Jackson katılaşmış bacaklarını hareket ettirip kenara çekildi. Jinyoung içeri girerken tekrar konuştu. " Saldırıyı duydum." 

Jackson "Burada olduğumu nasıl bildin?" dedi kuru bir sesle. Hâlâ nasıl bir tepki vermesi gerektiğine karar verememişti. Şaşkındı ama mayhoştu da, biraz da meraklı.

"Çete üslerinde kalmaktan hoşlanmadığını biliyorum. Merkez'de de yoktun. Ben de buradasındır diye düşündüm." diye yanıtladı Jinyoung.

Sesinde en son konuşmalarındaki düşmanlık ve alaydan eser yoktu.
"Burada giyebileceğim bir şeyler var mı?" 

Jackson hayretle ona baktı. Jinyoung ufak dolaba, Jackson'ın yanıtlamasına izin vermeden, varıp siyah bir tişört ve eşofman altı aldıktan sonra banyoya seyirtti. 

Jackson nihayet dikildiği yerden, kanepeye oturdu. Aklı karmakarışıktı. Bazı cevaplar talep ediyordu. Neyse ki Jinyoung'ın kıyafetlerini değiştirmesi uzun sürmedi. Üzerindeki siyah tişört, muhtemelen Bambam'indi ve ona dar geldiğinden gövdesini sararak kaslarını sergiliyordu. Yine siyah, bol eşofman altı uzun bacaklarına, bileklerini açıkta bırakacak kadar kısa gelmişti. Ve koyu saçları alnına inikti, yanakları ve dudakları soğuktan kızarmıştı. Çok savunmasız, çok doğal görünüyordu. Ona bakarken, Jackson'ın kalbi gürültüyle çarptı. 

Seven Deadly Sin' • got7 *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin