• XVII •

325 41 46
                                    


• Coffin Heir •

ⓨⓞⓤⓝⓖⓙⓐⓔ

Dün gece Jaebum'la geçirdiği onca saati düşündü. Çok şey konuşmuşlardı. Dün gece ona onca şeyi anlatarak en derinlerinden çok geniş bir pencereyi aralamıştı. Çok şey kabul edilmişti. Youngjae çok büyük kararlar vermişti. Ölmüştü. O geceden sonra artık yaşamıyor olduğunun farkındaydı, fakat artık resmi olarak ölü sayılırdı. Gömülecek boş bir tabuttan ibaretti. O tabutun içini doldurmayı, hiç bu kadar çok istememişti.

Yalnızca bir kaç gün önce normal bir üniversite öğrencisiydi. Normal bir genç gibi eğlenmeye gider, şakalar yapar, gülerdi. Şimdiyse yalnızca, boğazında gezinen nefesini yitirmek istiyordu. Acımasız bir adalet istiyordu. Her şeyin bir iki gün içerisinde ne kadar da çok değiştiğini düşündü. Devasa yıkımlar süratle vücut bulur, açtıkları yaralar ise yıllarla kabuk bağlardı. Oysa yıllar, yüzyıllar geçse dahi bu yara, bu bere, bu acı, kabuk bağlamayacaktı. Kederini tarif etmeye dahi cüret edemiyordu. Acaba, böylesine kararlar almasının ardındaki neden bu ızdırap mıydı, diye merak etti. Şundan emindi: intikam için kıvranıyordu. Bütün acizliğine rağmen en derin arzusu öc almaktı. Böylece ruhunu yitirdiğini anladı. Bir beden yaşamdan çok ölümü arzuladığı zaman, ruhundan sıyrılmış olur. Bunu çok felâket bir yoldan anlamıştı. Her şeyden, elinde kalan çok az şeyden, vazgeçmeye hazırdı.

Dün gece Jaebum, bütün ellerini ve kollarını kullanarak, hiçbir ayrıntıyı atlamadan çalışmış ve Youngjae'in işbirliği teklifini kabul etmişti. Onu dinlerken ve tüm bunları yaparken, nazik de değildi, kaba da. Olması gerektiği gibiydi. Youngjae'in ihtiyaç duyduğu gibi...

Bu gece onları son bir kez görecekti. Son bir kez Minho'nun güven veren güleç simasını, Aro'nun sevgiyi hissettiren uzun kumral saçlarını, annesinin bir zamanlar saçlarında gezinen incecik narin ellerini, babasının o hep muhtaç olduğu kucağını...
Boğazına dizilen yumruyu yutkundu. Aciz olmayacaktı. Şimdi yürünecek bu uzun ve taşlı patikaya ilk adımını dün gece atmıştı ve geri çekilmeye niyeti yoktu. En kötü ne olabilirdi? Bir cesedin başına daha ne gelebilirdi ki?

Yüzüne tekrar ve tekrar soğuk su çarptı. Mor gözü iyice kararmıştı ancak bir yandan da iyileşiyor gibi görünüyordu. Lucas'ın komodinin üzerine bıraktığı kremi, yüzünü kuruladıktan sonra, gözüne sürdü. Yatmak ve ağlamaktan sıkılmıştı. Hareketsizlik, acısını daha derine işlemekten başka bir işe yaramıyordu. Dün giydiği kıyafetler hâlâ üzerindeydi ve saçları biraz dağınık görünüyordu. Umursamadı. Bir gündür yemek yememişti. Karnı biraz acıksa da susuzluğu çok çok daha beterdi. Yine çok susamıştı. Saçlarını yüzünden uzaklaştırmaya çalışsa da pek başarılı olamadı ve odadan çıkmaya karar verdi. Lucas, beklediği gibi kapının tam önünde, içeri girecekmiş gibi dikiliyordu.

" Ben de seni kontrol etmeye gelmiştim. " dedi gülümseyerek.

" Burada durmak istemiyorum. " dedi Youngjae.

Lucas gergince tebessüm etti.
" Pekâlâ. Yemek yemek ister misin? Dünden beri hiçbir şey yemedin. "

Youngjae başıyla onayladı. Lucas yürümeye başlayınca onu takip etti. Jaebum'un kapısının önünden geçerken garip bir his içini doldurmuştu, bir şeyler bekler gibiydi. Bir an için kapının dün geceki gibi açılmasını ve Jaebum'un altın gözleriyle yeniden ona bakmasını bekledi. Yeniden güvende hissetmeyi... Beyhude beklentilerine karşın kapı açılmadı ve Lucas süratle ilerlemeye devam etti, Youngjae de onu takip etmeye.

Seven Deadly Sin' • got7 *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin