• XLI •

298 32 90
                                    


• The Method of Seven •


Youngjae'in dizleri titriyordu. Odadan çıkarken bütün gücünü bacaklarına yüklemiş ve neredeyse koşmuştu. Öfkeyle dolup taştığından, bunun için pek efor sarf etmesine gerek kalmamıştı fakat şimdi titriyordu. Jaebum'a bağırmış, hakaret etmişti. Pişman olduğundan değildi- ki Jaebum'un bunu hak ettiğini düşünüyordu- ama geri dönüşü olmayan bir şeyler söylemiş gibi hissediyordu.

Jaebum kabul etmemişti, onu aşağılamıştı. Gerçi gerçek dışında başka bir şeyi söylemiş sayılmazdı.
Fazla duygusal düşünüyorum, dedi Youngjae kendi kendine.
Jaebum'un bunu iyi karşılamasını mı bekliyordum? Bana yardım edeceğini mi? Nazik bir şekilde yapmam gereken şeylerin bir listesini vereceğini mi? Neden, bahsettiği insanlar varken beni bir istisna sayarak iltimas göstersin ki?
Hayır.
Ben ondan bir iyilik istemedim.
Neden sadece bir şans vermiyor?
Peki neden bana şans verme ihtimaline bu kadar güveniyordum?
Aptal kafam; Jaebum ve ben hiçbir şeyiz, ben acıdığı ve başına bela olan veletin tekiyim, diye azarladı kendini. Babamın SDS'le olan ticari ilişkisinden ibaretim. Bir yatırımdan fazlası değil.

Ama olacaktı. Bundan emindi ancak titremesi bir türlü durmuyordu. Jaebum'a öyle çıkışmak fazlasıyla zayıf hissettirmişti, ve bir o kadar da güçlü. Yine de umutlanmak istemiyordu. Günahlardan biri olmak çok daha fazlasını gerektirecekti.
Yaşama dair tek amacı intikamdı artık. Önceki hayatı soluk bir rüya gibi geliyordu. Sanki hiç üniversiteye gitmemiş, sanki hiç ailesine sarılmamıştı. Bütün anıları, tatlı ve imkansız bir rüyaydı...
Jaeyan'ı öldüreceğim, Chansung'u öldüreceğim; ailemin katline karışan herkesi öldüreceğim, diye söz verdi kendine tekrâr.
Jaebum'u ve bütün SDS'i yeterli olduğuna ikna edecekti. Çünkü artık tek patika ileriye doğru çizilmiş olandı; yürümek ise boynunun borcu...

◐†◑†◐†◑†◐†◑†◐†◑†◐†◑†◐

Jinyoung annesini kontrol ettikten ve hizmetlilerle, korumaların sayılarından emin olduktan sonra bir üst kata çıktı. Kendini çok bitkin hissediyordu. Tayland'dan döndüklerinden beri doğru düzgün uyuyamamıştı. Beyni sürekli olası aksilikleri hesaplıyor ve onu husursuz etmek için var gücüyle çalışıyordu. Kötü bir şeyler olacağından öyle emin olmuştu ki evi destek kuvvetlerle donatmıştı. Muhtemel "talihsizlik"ten kaçınmak için ne yapması gerekiyorsa yaptığını düşünüyordu ama bir şey vardı ki bir türlü çözemiyor ve rahatsızlık bütün bilincini ele geçiriyordu. Neden böyle hissediyordu? Jaebum'a böylesi bir durumda karşı çıkmak pek de akıl işi sayılmazdı fakat, o jetten inip Kore'ye ayak bastığı anda soluk borusu tıkanmıştı. Kan, dövüş ve silah olmadan aklındaki karmaşayla hele de yalnız bir halde baş etmesi mümkün değildi. Çünkü yol boyunca iki şeyi düşünmüştü: Annem, Jackson.

Jackson'ın gözleri ona dikildikçe aklı daha da karışmış ve kendini köşeye sıkışmış hissetmişti. Jakson'a olan duygularını o anda sığınabileceği bir köşeden çok kurtulamadığı bir çıkmaz olarak algılamaya karar vermişti. Çünkü böylesi daha kolaydı, Çünkü bu şekilde duygularına bir isim koymak zorunda kalmayacaktı. Çünkü öylece kabul edemeyeceği kadar imkansız, lüzumsuz ve harlı şeyler hissediyordu.

Üzerini iyi örtmezsen yukarı tırmanır, gömdüğün yerden kurtulur ve tırnaklarını boğazına geçirir. Hissedeceğin her şey seni bitirecek. Göm hepsini!

Böylesine korkuyordu çünkü en son tamamiyle hissettiği şey kederdi; koyu kara bir yas. Kız kardeşinin soğuk ve kanlar içindeki cesedi... Olmaz, bunu tekrar yaşayamam. Onun cansız bedeni kollarımdayken zayıftım, acizdim, güçsüzdüm. Rüzgar esse beni de onu da yele katabilirdi. Yalnız kalmıştım, tekrâr.
O lanet yerdeki gibi tek bir kişiydim ve bir o kadar da kalabalık. Kimse beni istemiyordu. Acizdim. Hayır bir daha aciz olaman. Beni seçtiler. Hepsini yitirdim. Herkesi yitirdim. Kimseyi yitirmekten korkacak kadar sevemem artık. Hissetme! Göm hepsini!

Seven Deadly Sin' • got7 *Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin