24- Basın

4.2K 460 548
                                    

Ferman, uyandığında beklediği manzarayla karşılaşmıştı ama bunun bu kadar kötü hissettireceğini düşünmemişti. Yatakta, tek başınaydı.  Sanki dün Tuğra burada hiç olmamış gibiydi...

Telefonunu çıkarttı, belki bir arama ya da mesaj bırakmıştır umuduyla ama düşündüğü gibiydi işte. Tuğra, her zaman yaptığı gibi güvenli çizgisine dönmüş ve kalan her şeyi inkar etmişti.

Yatakta bağdaş kurup otururken iç çekti. Belki doğrusu buydu, sonuçta öyle ya da böyle ablasıyla evlenecekti. Birbirlerini sevmeseler bile, evleniyorlardı. Durum, nereden bakılırsa bakılsın etik değildi. Farkındaydı bunun...

Tuğra'nın yöneticilikten vazgeçmeyeceğini de biliyordu. Hayatı boyunca ona bu aşılanmıştı, rotası hep bu olmuştu. Mutlu olmasa bile, bunu sesli bir şekilde dile getirmezdi. Duvarlarını yıkabilecek kadar güçlü olduğunu düşünmüyordu.

Ayağa kalkıp üstüne bir şey giymek için gardırobuna doğru yürüdü. Hafifçe aralanmış kapıyı gördü ve yüzünde minik bir gülümseme oluştu. Tuğra'nın onun bir tişörtünü alıp giymiş olması, en azından onda kendinden bir parçanın bulunması iyi hissettirmişti.

Kısa bir sürede, sonunun iyi bitmeyeceğini bildiği bir akıma kapılmış olmasına küfretti. Kendine verdiği hiçbir şeye bağımlı olmama sözünü bozmaması gerekiyordu fakat, hala dudaklarında onun dudaklarını hissederken bunu gerçekleştirmek oldukça zor olacaktı.

Kendini tutamayıp Tuğra'ya mesaj attı. "İyi misin?" yazdı ve ardından pişman olacağını bile bile gönderdi. Ne yazabilirdi ki başka? Ne diyebilirdi Tuğra'ya?

Tuğra, telefonu titrediğinde Cengiz ve Cansu'yla beraber asansöre doğru ilerliyordu. On dakika sonra, Volkan basın açıklamasıyla yöneticiliği oğluna devrettiğini açıklayacaktı. Resmi olarak, birçok alanda faaliyet gösteren şirketin sahibi olacaktı.

Mesajı okurken kalbi hızlanmış ve gergince yanındakilere bakmıştı. Sanki birisi, onun dün gece yediği yasak elmayı fark edecekmiş gibi hissediyordu. Şeytan'ın oyununa gelmişti fakat bundan pişmanlık duymaktan çok uzaktaydı.

Hafifçe yutkunup telefonu cebine attı. Şu an Ferman'la yüzleşecek durumda değildi. Ona ne diyeceğini bilmiyordu. Dün akşamın yaşanmamasını isterken aynı zamanda da yine Cehennem'ine gitmek istiyordu. Aklı karışık, duyguları dağınık durumdaydı.

Aşağıya indiklerinde girişte, birçok basın mensubunun bulunduğunu gördü Tuğra. Daha önce, sadece beraber gittikleri resmi törenlerde karşılaşmıştı bu kalabalıkla. Gergin değildi, sadece bir an önce bitmesini istiyordu.

Volkan'ı ilk gören Cansu olmuştu. Tedirginlikle birkaç adım geriledi. Karşısında bir insan değil, canavar görüyordu. Bacaklarında dolaşan elleri, göğüslerinden ayrılmayan gözleri ve asla yüzünden eksilmeyen iğrenç gülümsemesi... Cansu gözlerini ondan kaçırıp dışarıya odaklandı. Bir daha onu görmeyeceği için mutlu hissediyordu kendini.

Cengiz, Cansu'nun garip davranışını fark edip, korkuyla baktığını yöne dikmişti bakışlarını. Karşısında gördüğü adamın kim olduğunu bilmiyordu, zaten buradan sadece iki kişiyi biliyordu.

Volkan gür bir sesle seslendi oğluna. "Aslanım! Nasıl da yakışmış sana yöneticilik." Neşeli sesiyle oğlunun omzuna hafifçe eliyle vurdu. Tuğra, babasına o yalandan gülümsemelerinden birini yolladı. "Teşekkür ederim efendim."

Volkan, Cansu'ya yine iştahla bakarken oğlunun kulağına fısıldadı. "Cansu iyi bir asistandır, her konuda yardımcı olur sana." Tuğra, sesindeki o iğrenç imayı fark etmişti ve babasının yüzüne tükürmek isteğiyle dolmuştu.

rewrite the stars °bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin