Keyifli Okumalar...
Şifa bilgisayar ekranına diktiği gözlerini arada bir kaçırarak masaları temizleyen çocuğa bakıyordu. Barut. İsmi kitap karakterlerinin ismi gibi havalıydı. Gerçekten bütün kitap karakterlerinin ismi havalı mı oluyordu? Yoksa bizim o karakterlere yüklediğimiz anlamlar bir süre sonra o karakterin sıradan olan ismini bile bir hava mı katıyordu? Her neyse... Şuan gereksiz bir konuya kafa yormamalıydı. Şifa sol kolunun dirseğini masaya koyarak yanağını avuç içine yasladı ve çocuğa bakmaya başladı.
Bazı insanlar sebebini bilmediğiniz bir şekilde sizi kendine çeker. Sizde ilgi uyandırırlar ve onları tanımak istersiniz. Bu çocukta Şifa'nın üzerinde öyle bir ilgi uyandırıyordu. En ufak şeylerden bile hikayeler üreten beyni bu çocuk üzerinden roman yazmaya başlamıştı. Ve ne yaparsa yapsın bu romanı beyninde yazmaya devam edecekti. Aklında okuduğu aşk sahnelerine ikisini yerleştirmeye başlamıştı. Kurduğu hayalleri düşününce bir an silkelenip kendine geldi. Psikoloğa gitmesi gerektiğini düşünüyordu bazen. O kadar çok hayal kuruyordu ki bir daha bu hayallerden sıyrılamayacağı gibi korkulara kapılmaya başlıyordu. Hayal kurmayı seviyordu, her şeyden daha çok. Ama hayal kurmanın da bazen sınırı olmalıydı. Yoksa insanı hasta edip kendine bağlamaya başlardı. Ve bir süre sonra gerçek hayattan sizi koparıp tamamen dünyasına çekerdi.
"En iyisi yazmaya devam etmek." Kendi kendine konuşup derin bir nefes aldı ve bakışlarını boş, bembeyaz sayfaya dikti. Parmaklarını birkaç kez hareket ettirdikten sonra onları klavyenin üzerine yerleştirdi. Bakalım bugün güzel bir şeyler yazabilecek miydi?
Ağrıyan boynunu oynatıp başını geriye doğru attığında omuzlarının ve belinin ağrısıyla yüzünü buruşturdu. Yazmaya başlayınca zaman kavramı silinip gidiyordu adeta. Bakışları yazdıkları üzerinde dolaşınca dudakları küfretmek için aralansa da terbiyeli bir kız olup dudaklarını geri kapattı. Dakikalar hatta saatler süren yazma işleminin sonucunda ortaya çıkan cidden bin beş yüz kelime falan mıydı? Bazen yazmak cidden boktan bir iş oluyordu. Ama okumadığı için yapacak başka uğraşı yoktu ayrıca yazmayı seviyordu. Ellini kıvırcık saçlarının arasına sokup karıştırdığında bakışları Barut'la keşişti. Hızla bakışlarını kaçırırken aynı hızda saçlarını düzeltmeye başladı. Kendisini evinde mi sanmıştı? Zaten kıvırcık koca bir yumak olan saçları karıştırılınca iyice şişip kabarıyordu. Çok çirkin gözükmüş müydü acaba? Resmen hayalindeki romantik sahnelerden kendisi silinip gidiyordu.
Kafasını sakladığı bilgisayarın ekranından hafifçe çıkarıp Barut'a bakmaya çalıştığında onunla tekrar göz göze geldi. Bu sefer hafifçe gülümseyerek başını tekrardan ekranın arkasına sakladı. Orada durmuş kendisine mi bakıyordu? Hızlanmaya başlayan kalp atışlarını ve karın ağrısını hissedince deli gibi gülmeye başladı.
Masanın üzerine konan tepsiyle bakışları ekrandan tepsideki çay bardağına ve yanındaki küçük kurabiyelere kaydı. Daha sonra da Barut'a...
"Ben yeni çay istememiştim. Daha bu çayı bitirmedim zaten."
"Biliyorum. Bunlar benden. Yazmana yardımcı olur belki." Şifa çatılan kaşlarıyla tepsiye bakarak işittiği şeylerin doğruluğunu idrak etmeye çalışıyordu. Bunlar kesinlikle kurduğu hayaller değildi. Hayallerinden daha iyiydi.
"Teşekkür ederim, gerek yok. Sonuçta sen burada çalışıyorsun ve bana bir şey ısmarlamanı gerektirecek bir durum yok." Söylediği sözler karşısında kaşlarını çatıp kendine 'Ne saçmalıyorsun? Düzgün cümle kurmayı mı unutun?' diye bağırmak istiyordu.
"Kabul etmen için ne yapmalıyım?"
"Ne?"
Barut, kızın verdiği tepkiye gülümserken kafenin diğer tarafına kısa bir bakış attıktan sonra sandalyeyi çekerek masaya oturdu. Başka müşteri yoktu ve patronu da dışarı çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Benim Romanımsın
General FictionO, aslında kimdi? Bir adam, gizemlerle dolu... Geceleri, şehrin karanlık sokaklarında Barut ismiyle hayat buluyor. Ve şehrin yüzlerce mahallesinden birinde genç bir kadın, onlarca yazma girişimine rağmen asıl romanını yazmak için ilham kaynağını bek...