2.7

6.9K 514 84
                                    


"Pekala, bugünlük bu kadar. Gidip dinlenin, yarın yoğun bir gün olacak."

Dans eğitmenimiz ve yardımcısı pratik odasını terkettiği anda kendimi yeni getirttiğim mavi pufuma - çünkü favori yeşil pufum oturmaktan ve yatmaktan patlamıştı - attım.

Lisa yanıma kıvrılacağı sırada bencilleşerek ayağımla kalçasını ittim.

"Benim pufuma yaklaşma, Manoban." deyip gözlerimi kıstığımda bana dil çıkarıp parkenin üzerine yattı, "Pufunu yesinler. Görende Trump hediye etti sanar."

Onu umursamadan yatmaya devam ettim; neredeyse dört gündür cesedimiz çıkana kadar pratik yapıyorduk ve benim katıldığım programlar ve kızların katıldığı farklı varyete şovları hepimizi ekstradan yoruyordu.

Jennie'yle sadece gerektiğinde ya da birbirimizi özlediğimizi belli etmemek adına kurduğumuz ufak birkaç cümle haricinde iletişimimiz olmuyordu ve bu her geçen gün içime daha da oturmaya başlamıştı; beni çok kırmıştı fakat konuşmadığımız zamanlar bana tuhaf ve yapmacık geliyordu, gerçek olamazmış gibi.

Bunun yanında Jisoo ile gayet normaldik, bize ikinci annemiz gibi davranmaya ve grubun neşe kaynağı olmaya devam ediyordu. Fakat Lisa için aynı şeyi söyleyemeyecektim... İçine kapanmıştı ve şu iki gündür yüzünün bir kere bile güldüğünü görmemiştim. Ara sıra Taehyung'la gizli telefon konuşmaları yapıyordu fakat bunun ona yetmediği açıktı.

Tıpkı bana da yetmediği gibi...

Jungkook'u görmek için kıvranıyordum, tek ihtiyaç duyduğum şey benliğiydi. Sadece nefesini hissetmeye, bakışlarının altında tekrar tekrar utanmaya ve ışığını kaybetmeyen o gözlerinin bana bakmasına ihtiyacım vardı; fakat yüz yüze olmalıydık, küçük bir görüntülü arama bana yetmiyordu.

Los Angeles'a gitmişlerdi ve ne zaman döneceklerini bile bilmiyordum. Elbette uzak kalacaktık, gün geçtikçe popülerleşiyorlardı ve programları artıyordu, tıpkı bizim gibi bu yüzden ne zaman görüşeceğimizi bile kestiremiyordum. O kadar yoğunlardı ki, telefon görüşelerimiz bile maksimum dört dakika sürüyordu.

Ah, hayır. Bunun bana kattığı tek şey uyumadan önceki göz yaşlarımdı.

Evet, özlemim yüzünden ağlayabiliyordum ve, bingo! Üzüntüden bir kilo almıştım.

"Biliyor musunuz, yemek çağırmalıyız. Kimchi istiyorum, ah, ve domuz pastırması. Bir de sebzeli ramen sipariş edelim! Yanına mochi de söyleyeb..."

"Tanrı aşkına, beni de ye Jichu!" Jennie'nin şok içindeki bağrışını duyup istemsizce güldüğümde Jisoo'nun hareketlendiğini gördüm; kıvrıldığı köşeden kalkıp çantasına uzandı.

"Sizi bilmem, ben şu an bir dünya yiyecek kadar açım ve eve gidince yemek yapacak halim yok," Telefonunu çıkarıp dakikasında kulağına götürürken gözleri bize kaydı. "Hey, size de sipariş ediyorum? Ah, merhaba!"

Tatlı ve sevimli sesiyle konuşmaya başladığında doğruldum. Birkaç esneme hareketi yaparken gözlerim tüm odayı taradı.

Tanrım, hepimiz kelimenin tam anlamıyla öküz gibi yatıyorduk.

Bacaklarımın arasına sıkıştırdığım telefon bildirim sesiyle odada yankılandığında içimde oluşan ufak bir umut parçasıyla birlikte gelen mesaja baktım.

Hayır, umutlarımın sonu koca bir boşluktu.

Bir yeni mesaj: Park Jimin.

Telefonu geri kilitleyip yerine koyarken neden böyle davrandığımı çözmeye çalışıyordum. İçimde nedenini bilmediğim bir soğukluk vardı Jimin'e karşı, fakat bana yaptığı hiçbir kötülük olmamıştı.

red | jungkook • roséHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin