Eve girdiğimizde aklımda bir şeyler oluşmaya başlamıştı. Odama çıkıp yatağa uzandım. Sakinleşmek için derin bir nefes aldıktan sonra saatime baktım. Yemek saati yaklaşıyordu. Acele etmeliydim ve öyle de yaptım. Yataktan kalkıp ahşap çerçeveli yuvarlak aynada kararlılıkla yüzüme baktım. Ve kendime olumlu anlamda kafamı salladım. Ufak adımlarla merdivenleri indim. Etrafta kimseler görünmüyordu, nerdeyse evden çıt bile çıkmıyordu. Bu biraz ürkütücüydü. Salonu ve kapısı açık olan diğer odaları kontrol ettim. Kapısı kapalı olanlarıysa kulağımı koyup dinledim. Biri beni bu halde yakalayacak olursa evde kimse olmadığı için korktuğumu ve neredeler diye aramaya çıktığımı söyleyecektim. Ama gerek kalmadı gerçekten ev ıpıssızdı. Dış kapıya yöneldiğimde merdivenlerden bir ses geldi kafamı çevirip o yöne korkuyla baktım ama kimse yoktu. Eski merdivenler yüzünden olmalı… Kapıya ulaştım, kolu çevirdim ve bahçedeydim. Neden kendimi hapishaneden kaçan masum suçlu gibi hissediyordum? Ben ve hayal gücüm!
Dışarıda hava parçalı bulutluydu; bazen güneş bulutların arasından çıkıp sırıtıyordu bazen bulutlar güneşin önünü kesip göğsü kabararak yeryüzüne bakıyordu. Yengemgil neredeydi? Belki dışarı çıkıp bu havayla kumar oynamak istemiyorlardı ki bu benim işime gelirdi. Yine de saçma geliyordu, nerdeydi bunlar?
İçimdeki izleniyormuş hissiyle dönüp malikânenin pencerelerine baktım, onlardan birinde biri bana bakıyormuş gibiydi ama kimse yoktu işte. Heyecan yüzünden saçma bir paranoyaklığa girmiş olmalıydım.
Bunları boş verip ağaçların arasına usulca girdim. Çok sessizdi… Bir öğlenin uyuşuk sessizliğinde… Aklını topla Sinem! Uyanık ve tetikte olmalısın. Yengem o kızı hiçbir önlem almadan öylece ağaçların arasına bırakmış olamaz. Burada bir yerde gizli saklı bir yer olmalı diye düşünürken barakayı fark ettim, çok uzakta değildi. İçimi bir anda feci bir korku kapladı. Adrenalin vücuduma hızla yayılırken kalbimin atışlarını yavaşlatamıyordum. Belki de orada değildir ulu orta bir yerde bu iş olmaz diye kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama kendi yalanıma inanmıyordum. Duyduğum bir çıtırtıyla arkamı döndüm ama tek gördüğüm havada kaybolan ufak siyah bulutlardı. Başımı iki yana sallayıp önüme döndüm. İyice deliriyordum.
Barakanın dibine kadar gittim. Paslı kapı kolunu tutup gıcırtılı kapıyı araladım. Biraz zor oldu, kapı arkada bir yerlere takılınca bütün gücümü vererek kapıyı ittim. Yerden kalkan toz bulutu odanın içini bir yorgan gibi örttü. İçerisi toz ve küf kokuyordu. Gözüm karanlığa alışınca odaya rastgele saçılmış eşyaları ayırt etmeye başladım, bir koltuk, masa kenarda üstü boya kapları leğenler ve fırçalarla dolu raflar… Burası bir hurdalık gibiydi. Pencereden sızan ışığın içinde oynayıp dans eden toz zerrecikleri burayı Harry Potter filminden fırlama bir büyü dükkânına benzetiyordu. Odanın içinde biraz ilerleyince masanın arkasından bir ses duydum. Tam o tarafa yöneldiğimde biri üzerime atladı. Kendimi yerde buldum, her kimse üstümde oturuyordu. Ellerimle kendimi korumaya çalıştım. Gözlerimi hafif araladığımda elindeki son derece ağır görünen ahşap saati kafama indirmek üzere olan kızın dehşet dolu mavi gözlerini gördüm. Hemen onu durdurmak için bir şeyler söylemeliydim.
“Hey!” dediğimde durdu.
“Sen vampir değilsin?”
Beynim durmuş gibiydi ne diyeceğimi bilemedim. “Ve sende değilsin.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Ve Kırmızı
FantasyMasumluğun rengi nedir? Bence gridir, bir melek kadar masum bir bebek bile gridir. Çünkü o bebeğin rengini açıp beyaza dönüştürebilirsiniz ya da koyulaştırıp simsiyah yaparsınız. Ya bir melek yetiştirirsiniz ya da onu bir şeytana dönüştürürsünüz. K...