~25

8.9K 537 8
                                    

Son günlerde okunma sayısı arttı ve hikayem öneçıkanlar listesine sonlardan da olsa girmeyi başardı! Çok mutluyum üzerinden yıllar akmış olduğu halde bitiremediğim ve hala bitirmek için uğraş verdiğim yazarlığımın ilk yıllardaki acemliği ve gittikçe düzelen üslubu içine nakış nakış işlenmiş bu hikayemin beğenildiğini görmek sevindirici :) Okuyan, oy veren, yorumlayan herkese teşekkürler! 25. Bölüm KUTLU OLSUN :)

        Gözlerim kolumdaki yarayı görünce acısı 10 kat artmıştı sanki. Ayrıca görüntüsü midemin kalkmasına yol açmıştı.


     Kolumu sömürmeye çalışan kocaman ve şişko kahverengimsi bir parazit gibiydi.

     Yüzünü buruştururken sıyırdığım ceketimin kolunu aşağı indirdim.


     Bir alerji bir anda bu kadar büyük bir yara açabilir miydi?

     Bilmiyordum ama aklımın hayatta kalmayı başarabilmiş ufacık mantıklı kısmı bunun imkân dışı olduğunu haykırıyordu.

     Ben de ona katılıyordum da peki o zaman bu yarayı nasıl açıklayacaktım?

     Zeki bir öğrenci olup erken yaşta üniversiteye başlamalı ve tıp okumalıydım diye düşündüm. Belki o zaman koluma birden bire çöreklenmiş haince bana sırıtan yaranın ne olduğunu tahmin edebilir ya da tedavi edebilirdim.

     Sanki fizik okusam bu yaz başımdan geçenleri bilimsel bir çizgiye oturtabilirmişim gibi…


      Sis iyice ıslak bir çarşaf gibi etrafımı sarmıştı.

     Belli belirsiz görünen evin kapısına baktım, çok uzaklarda karların arasında yükselen bir şato gibi gözüktü gözüme.

     Ve bu şato karanlık sıralar barındırıyordu içinde, bende işlediğim bir günah yüzünden sıralara boğulmaya mahkûm edilmiş günahkârdım.

     Çırpındıkça ayağımı bağlayan zincirler beni daha derinlere çekiyordu.


      Bu tür karamsar düşünceler beynimin içinde dört dönüp ortalığı toz dumana boğarken çevremi sarmış sisten sıyrılıp şato gibi görünen kapıdan içeri girdim.

     İçerinin buz gibi duvarları ve derin sessizliği içime işliyordu sanki.

      Çok fazla sessizdi.


      Saçma düşüncelerimi kendime saklayıp derin bir nefes alırken merdivenlere yöneldim.

      Gerçekten bir kötülük gelecekse o kız olmadan kötülüğe karşı koyabilir miydik yoksa bildiğimiz dünyanın sonunu kendi ellerime mi hazırlıyordum? Okrentes benden çok daha akıllıydı ve o kitabı bana, benden önce gelenlere, benden sonra geleceklere bir rehber olsun diye bırakmış olmalıydı. "Araştırdım ve öğrendim." yazmıştı. Yazdığı bütün o kelimeler bütün netliğiyle hala aklımdaydı. "Bizim o kızı ailesinden kopardığımız gibi onlar da kendi temsilcilerini yetiştirdiler. Onun annesini ve babasını öldürdüm, sonra da bütün o işkencelere katlanmasını izledim. Bazen gözleri özgür olmak istermişçesine gökyüzüne dalardı. Kanatları olsa uçup giderdi. Bazen de bana Polis'teki normal kızların ne yaptıklarını sorardı. Onun hayatını çalmamalı ve hiç istemediği bir savaşa sürüklememeliydik. Buna hakkımız yoktu. Savaştan sonra içindeki karanlıkla savaşmasını sadece izledik. O kendini öldürmedi, bütün yaptıklarımızla onu öldüren bizlerdik. Onun aklına kötülerin ölmesi gerektiğini işlemiştik çünkü ve o da kendi ölmeden içindeki karanlığın ölmeyeceğini biliyordu.

    Ya onu ailesinden koparmak yerine, kötünün temsilicisini yetiştirmelerini önleseydik ne olurdu diye soruyorum şimdi kendime. Onları bulsaydık ve hepsini yok etseydik. O zaman bu kanlı savaş yaşanmazdı..." Kitap Okrentes'in anıları ve düşünceleriyle sürüp gidiyordu. "Ve sen diye bitirmişti kitabı. Benim yaptığım hataya mı düşeceksin? Yoksa kendi hatanı kendin mi yapacaksın? Kaderim bu mu diyeceksin yoksa kendi kaderini mi çizeceksin? Sana ışık olsun diye bu kitabı büyüledim. Kendi dilinde okuyabil ve senden başkası okuyamasın diye.

     Işık yolunu aydınlatsın."


     Gözlerimim önünde çakan bir şimşekle olduğum yere mıhlandım.

    Parmaklarımla ne olduğunu anlamadan sıkıca merdiven boşluğuna tutundum.

   Gördüğüm sadece büyüklüğünü kestiremediğim bir beyazlıktı. 

     Her şey birden bire parladıysa aynı şekilde karardı ama başım dönmüyordu ya da ayaklarımın altındaki yer oynamıyordu. Ve korkuluğun sert tahtasını hala parmaklarımın altında hissedebiliyordum.

     Gözüm karanlığa biraz alışınca etrafımın nesnelerin ayrımına varmaya başladım. Tam önümde bir kapı vardı ve duvara tutunmasını sağlayan menteşelerinin arasından sızan ışık içinde tozların oynaştığı bir sütun oluşturarak odanın ortasında uzanıyordu. Yandaki yamalı bir elbise gibi görünen duvara montelenmiş rafların üzerinde çeşit çeşit boya kutuları sıralanmıştı. Rafların birinde aşağı motor yağıyla kaplanmış bir bez sarkıyordu. Diğer tarafta iki tane büyük bisiklet vardı. İkisi de farklı renkteydiler.

    Bir depoya benziyordu burası.

     Elimin altında sıkıca tuttuğum korkuluğa baktım. Kapıdan içeri doluşan ışık elimin üstünde parlak bir iz bırakıyordu ama tuttuğum şey kesinlikle bir boşluktu. İçimde oluşan korkuyla elimi geri çektim. Sonra malikâneyle aramdaki tek gerçeklik bağını kopardığımı fark edince telaşla tutmak için hamle yaptım ama boşunaydı elim sadece havayı kavramaya çalışıyordu.


     Daha net görebilmek için kocaman açılmış gözlerim en ince ayrıntılara dikkat ederek etrafı tararken kulağıma güneşin altındaki bir havuzun parıltıları kadar canlı bir bebek kahkahası çalındı. Bütün duygularım hızla kapıya kilitlendi. Başımda beynimin kafatasımın içinde ezildiğinden emin olduğum bir ağrıyla ve ağır aksak adımlarla kapıya yaklaştım.

     Elimi kapı koluna uzatıp aşağı bastırdım kapı hiç zorlanmadan açıldığında gözlerime dolan ışık yüzünden elimi gözlerimin önüne siper etmek zorunda kaldım.

Beyaz Ve KırmızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin