~8

15.8K 736 9
                                    

      Kesinlikle çalılar içinde bir hayvan sıkışmış gibi kıpırdıyordu. Havada yeniden bulutlar belirirken bir yandan kendime sakın korkma diyor bir yandan da hareket eden çalıya doğru yürümeye devam ediyordum. Ne vardı orada? 

     "Sinem!" Adımın sertçe seslenilmesiyle olduğum yerde zıplayıp ufak bir çığlık attım. Çalıya aşırı derecede dikkat kesildiğim için bu sesleniş beynimde bomba etkisi yaratmıştı. Hemen savunma pozisyonunda arkamı dönerken bahçe kapısından giren yengemi fark ettim. Bahçeye girince ince yüzünde kısa bir anlığına gördüğüm endişeli ve korkmuş ifadeyi yok etti ve ellerini elbisesinin önünde zarifçe birbirine dolarken bana gülümsedi. "Hava bozdu, yağmur yağacak gibi içeri gir istersen." 

     İstersen demişti ama bir ricadan çok emir gibiydi ve sert duyguların oynaştığı gözleri de düşüncemi kanıtlar nitelikteydi. Göz ucuyla az önce kıpırdadığından kesin emin olduğum çalıya baktım ama şimdi durmuştu. 

    "Sen... Gelmiyor musun?" dedim yeniden tüm dikkatimi verdiğim yengeme.

    "Çalışanlarla konuşmam lazım sen önden git."

    Ona itiraz etmek isteyeceğim son şeymiş gibi hızla kafamı salladım ve yavaş adımlarla içeri girdim. Ama pes etmemiştim. Kapıyı kapattığım anda kan kırmızısı koridorda arkamdan bir katil kovalıyormuş gibi saçlarımı savura savura koşup salona attım kendimi. Buranın pencereleri bahçeyi, tam da o çalıların olduğu yeri görüyordu. Sıkı sıkı kapatılmış perdelerin önüne geçtim ve kendimi belli etmeyecek kadar bir aralık açıp dışarı baktım. 

     Tam da tahmin ettiğim gibi yengem o çalının önüne geldi ve uzun, mermer gibi bembeyaz kollarını çalıların içine daldırıp bir şeyi yukarı doğru çekti. Elleri, ayakları ve ağzı bağlanmış bir kızdı bu! Benim yaşlarımda olmalıydı, suyu dalgalanarak inen bir şelale gibi olan sarı saçları yengemin kolları arasında dalgalanıyordu. Kız durmadan debeleniyordu ama sanki bir çift kayanın arasına sıkışmış gibi hiçbir işe yaramıyordu bu debelenmeleri. Yengem arkasını döndüğünde kızın sadece saçları giriyordu görüş alanıma, behçenin kenarındaki ağaçlığa yönelmişlerdi ve sonra gözden kayboldular.

    Beynimde ardı ardına beliren ve bana eziyet veren düşünceler aklımın etrafını dikenli bir tel gibi çevirmiş kanatıyordu. O kız kimdi? Neden eli ayağı bağlıydı? Yengem onu nereye götürmüştü ve benim akrabalarımla ne işi vardı o kızın? Yoksa... Yoksa kanını içmek için sokaktan kaçırdıkları bir kız mıydı? Neler dönüyordu...

    Hayalimde kızın üzerine eğilip kan içen dayım ve yengemin görüntüsü belirince kendimi salonun içinde geri geri giderken buldum. Hemen arkasındansa son hızla odama koştum. Korkuyordum, ağlıyordum, akrabalarımın birer katil olduğunu düşündükçe çileden çıkıyordum. Hayır, hayır bu olamazdı... 

    Kendimi yatağıma attım ve ağlama seansımı orada gerçekleştirdim. Tam göğsümün üzerine bir ağırlık oturmuş gibiydi. Hayır benim dayım bir katil değildi, olamazdı... Vampir olabilirdi ama katil değildi... Aslında bunu anlamanın sadece bir yolu vardı... Yengemin kaybolduğu o ağaçların arasına girecektim ve orada neler olduğunu kendi gözlerimle görecektim. Kararımı vermiştim. Yarın, sabah olur olmaz ilk işim kimseye görünmeden evden çıkıp oraya gitmekti. Ne bulacağımdan emin değildim ve bulabileceğim şeylerden de korkuyordum ama, görmezsem dayımı, yengemi, İrem'i ve Can'ı her gördüğümde içimde aynı şüphe olacaktı ve buysa istediğim en son şeydi. 

Beyaz Ve KırmızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin