~43

7.6K 468 25
                                    

  Tekrar okuyamadım sadece göz atabildim o yüzden hatalarım olabilir... En yakın arkadaşlarımdan biri hikayemi okuyormuş çok mutlu oldum :D (el salla Fatma.) Kısa bir bölüm oldu ama sizi daha fazla bekletmek istemedim. Ha bir de son çok yaklaştı :)

   Eren gökten haber gelmiş gibi birden bire gitmesi gerektiğini söyleyip ben bıraktığından beri tam olarak bir gün geçmişti. Kimseden haber alamadığım gibi Eren malikanenin dışına hiçbir şekilde çıkmamamı söylediği için oturmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. Rüyama giren o cadı da bir daha ziyaretime gelmemişti ama içimde sürekli dolanan huzursuzluğun birazının da onunla ilgili olduğunu düşünüyordum. Cama sürekli patisini vuran ama içeri giremeyen uğursuz bir kedi gibiydi.    
    Ne yaptıklarını bilmiyordum ama oturduğum yerde habersiz kalmaktan ve hiçbir şey bilmemekten çıldırmak üzere olduğum kesindi. Odalardan birinde büyük bir ayna bulmuş ve hemen karşısına kurulup yaralarıma bakmaya başlamıştım. Dudağımda iyileşmeye yüz tutmuş kesik eskisi kadar dikkat çekmiyordu ama omzumdaki ve kolumdaki yaralar resmen “Biz gitmeyi düşünmüyoruz.” Der gibiydiler. Sürekli sızladıkları için bu sızıya bile alışmıştım. Bluzumu yeniden üzerime geçirirken içimdeki baskıyı biraz olsun azaltabilmek için derin bir nefes koyverdim ama bu da hiçbir işe yaramamıştı.

    Saatler asırlara dönüşmüştü. Dakikalar birbirini kovaladıkça daha da yaşlanıyordum. Saçlarım beyazlıyor, yüzümü buruşuyor ve çirkin bir cüce halini alıyordum kendi gözümde… Ayaklandım ve boydan görüntüme baktım. Yüz hatlarım sertleşmiş ve gözlerimin tam ortasına çelikten bir ifade yerleşmiş gibiydi. Duruşumda bile bir farklılık vardı sanki…

     Neler oluyordu? Ne yapıyorlardı? Neden kimse bana haber vermiyordu? Onların buraya geri dönmesini beklerken kafayı yiyecektim!

     Aynadaki görüntüm dalgalı bir su yüzeyine aksetmiş gibi titremeye başladığında kaşlarımı çatıp görüntünün düzelmesini bekleyerek gözlerimi kıstım. Bu bir işe yaramadı ve görüntüm bozuk bir televizyon ekranı gibi iyice bozuldu. Artık kendimi değil sadece bulanık renkleri görüyordum. Ne olduğunu anlamak için cıva gibi titreyen cama elimi uzattım. Aynanın camı elimi bir an da kaptığında telaşa kapıldım. Soğuk ve yoğun sıvının elimin etrafına sürtündüğünü hissediyordum. Saniyeler sonrasında aynanın içinden geçtiğimde yüzümde bir ıslaklık hissi vardı ve tanıdık taş duvarların arasında bulmuştum kendimi. Ama tanıdık olmayan bir şeyler de vardı. Duvarın dibinde siyah kıyafeti kanla ıslanmış bir adam yatıyordu. İki metre ötede üst üste iki tanesi daha duruyordu ve ölü bedenlerinden akan kan zemini kırmızıya boyamıştı.

     Ayaklarımı harekete geçirmeyi akıl ettiğimde gereksiz bir titizlikle kanlara basmadan etrafından dolandım. Koridorun içinden boğuk boğuk gelen bağırtılar, inlemeler, acı çığlıklar birbirine giriyor ve kulağıma rahatsız edici bir gürültü olarak geliyordu.

    Çoktan buraya gelmişlerdi. Ben malikanede kendi kendimi yerken onlar savaşı çoktan başlatmışlardı. Gözlerimden iri iri damlalar akıp görüşümü bulanıklaştırırken bana haber vermek için gelecek kimsenin kalmamış olabileceği düşüncesi beynime balyoz gibi indiğinde sendeledim ve bir anda olduğum yere çöktüm.

    Beynim bunun olabileceğini çoktan kabullenmişti ama kalbime ne diyecektim? Kalbim istemiyordu! Eren’den sonsuza kadar ayrılmış olabileceğim düşüncesini istemiyordu! Hem Eren ölebilir miydi? Lanet olsun bilmiyordum… Ya akrabalarım? Onlar da mı…? Kalbimin üzerine biri ağır bir taş bırakmış gibiydi. Bense altında bildiklerimden vazgeçmeyerek inliyordum. Ölmüş olamazlar… Olamazlar…

    Peki ya çocuk? O neredeydi? Beynimde yanıp sönen ve sıkıca sarıldığım bu sorularla yeniden ayaklanırken adımlarımı hızlandırdım. Daha önce geldiğim o tanıdık hücrenin önüne gelene kadar koridora yığılmış hiçbir ceset beni durduramadı.

    Kapı açıktı ve içeriden gelen keskin hıçkırıklar kulağımdaki diğer bütün sesleri susturmuştu. Demir parmaklıklardan destek alarak kirli hücrenin içinde küçücük kalmış bedene baktım. Ellerini kulaklarına bastırmış ve köşeye sinmişti. Kapı açık olmasına rağmen dışarı çıkamayacak kadar korkmuş olmalıydı. Sarsak adımlarla yanına gittim ve önüne çöktüm. Omzuna şefkatle dokunduğumda irkildi ve titreyerek gözlerini kaldırdı. Beni görür görmez minik kolları belime sarıldı. Akıntıya kapılmış birinin bulduğu dala sıkıca sarılması gibi kavramıştı belimi. Bütün vücudu titriyordu ve hıçkırıklarıyla beraber çekik gözlerinden düşen yaşların ıslaklığını hissedebiliyordum. Ben de kollarımı her şeyden korumak isteyerek onun etrafına doladım. Muhtemel olan ölümleri zihnimden uzaklaştırmak için ben de ona sarıldım.

    İçimde ona karşı olan koruma duygusu her geçen saniye daha da büyürken cismen burada olmadığım sürece ona hiçbir faydam dokunmayacağını da biliyordum. Her an bu görüntü de diğerleri gibi yanıp gidebilirdi.      Çocuğun kulağına eğilip "Geleceğim." Dedim. Yaşlarla sırılsıklam olmuş yüzünü kaldırıp korku dolu gözleriyle baktı bana. Kendimi gülümsemeye zorladım ve sırf bu küçük beden için bunu başardım da "Mutlaka geleceğim." Kollarından sıyrılırken beni bırakmak istemedi ama ben gözlerimden akan damlaları önemsemeden ona güven verircesine güldüm. Nasıl buraya geleceğim konusunda benimde dönen bir fikir vardı ve işe yarayacağından emindim.

    Eren bana malikanenin dışına çıkmamam gerektiğini söylemişti ama bu çocuğu savunmasız bırakan onlardı ve ben onu korumalıydım çünkü onu kurtaracağıma söz vermiştim. Bu sözü Eren ya da akrabalarım vermemişti bu sözü bu ufaklığa veren bendim. Tam da bu yüzden buraya gelmeliydim. Bana ne olacağı çok da umurumda değildi. Her şey bittikten sonra ölülerin isimlerini anmak yerine o ölülerden biri olmayı tercih ederdim! Çocuğun görüntüsü gözümün önünde titremeye başladığında ben hala ona gülümsüyor bir yandan da onun gibi ağlıyordum. Dudaklarını ısırırken ağlamasını durdurmaya çalışıyordu. Bu beni bekleyeceğinin bir göstergesi miydi? Elimi gitmek istemiyor gibi ona doğru uzattım ve o da elimi tutmak için uzandı. Parmaklarımız birbirine değdiği anda görüntü kayboldu. İleri doğru atmaya çalıştığım adım soğuk bir eşya yüzünden engellendiğinde gözlerimi malikanede açmıştım. Aynanın içinden geçmeye çalışıyordum. Saniyeler önce onun yanındayken şimdi buradaydım ve yine çaresizlik hissi vücudumu ele geçiriyordu ama bu sefer buna izin vermeyecektim. Kendimi geriye doğru atıp aynadan uzaklaştığımda aklıma beni oraya götürebilecek kadar beni umursamayan sadece yaptığım “kötü” şeylerle ilgilenen tek bir kişi geliyordu. Acele etmem gerekiyordu, her saniye benim aleyhime işliyordu, her an biri çocuğu kolundan tuttuğu gibi götürebilirdi.

     “Bir günah işlemeliyim…” dedim şeytanı kandırmaya çalışarak. “Günah sayılmaz ama yapılmaması gereken bir şey yapmak istiyorum.” Diye devam ettim kendi kendimi düzeltip. “Nasıl yapacağımı bilmiyorum. Belki bir iblis bana yardım edebilir.” Sonuçta ha Tan ha şeytan, arada yalnızca üç harf var değil mi?

Beyaz Ve KırmızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin