Yorumlarınızı bekliyorum :)
Gözlerimin kamaşması geçince gördüğüm bahçeyi ve evi hemen tanıdım, bir önceki görüşle aynıydı. Bakışlarımı gezdirince kaşlarını çatmış bana bakan kadını ve iki üç adım ötesinde elindeki oyuncağı ağzına sokmuş gözlerini benden tarafa dikmiş bebeği gördüm. Kadının bakışları merak ve şüphe doluydu ama beni delip geçiyordu. Uzun kestane rengi saçlarının dalgalanmasına neden olacak şekilde kafasını eve çevirdiğinde beni görmediğini anladım. Bir kadife kadar yumuşak sesiyle seslendi.
“Nî raibh a shocrû ar an doras?”
Kadının sesine karşılık evden sert bir erkek sesi yükseldi, ses evin içinden geliyordu.
“Cad a duîrt tû?”
Kadın söylediğini daha yüksek sesle tekrar ettiğinde söyledikleri beynime kazınmıştı bile. Hangi dil olduğunu bilmiyordum. Bir süre sonra bebeğin bakışlarına kilitlendim. Kocaman mavi gözleri o kadar tatlı bakıyordu ki bana, rüyamdaki suçlamıyordu beni. Ona doğru bir adım attığımda ayağım bir şeye takıldı ve kendimi düşerken buldum. Ağzımı merdivenin basamağına sertçe çarpmıştım. Neler olduğunu idrak edebildiğimde bahçenin görüntüsü tamamiyle silinmişti ve ağzımda metalik bir kan tadı vardı. Algılarım bebekten sıyrılıp yavaş yavaş düzelmeye ve malikânenin içindeki ana geri döndü. Ağzım çok acıyordu elimi dudaklarıma götürdüm, parmaklarım değdiği anda çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Parmaklarımın ucunda kan vardı. Banyoyu bulup anında kendimi aynanın karşısına attım. Dişlerim bile sızlıyordu, ağzımdan aşağı akan kanlar beni öyle bir korkuttu ki aynadaki ağzı kanlı yansımama bakakaldım. Nasıl olduğunu bilmeden musluğu açmıştım ve su hızla akıyordu. Gözlerimi zorla musluğa kaydırdım, avucumun içine doldurduğum suyu dudaklarıma götürdüm. Acı dayanılmazdı.
Dudaklarımı oynatamıyordum. Gözlerimi kapatıp bir süre sakinleşmeyi denedim. Açtığımda lavaboya damlayan kanları gördüm. Canım yanıyordu…
Banyonun kapısında görünen yengemin attığı çığlıkla korkum daha çok arttı. “Sinem! Ne oldu sana!”
Ne olduğunu söylemek için dudaklarımı kıpırdatmayı denediğimde gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ağzımdan belli belirsiz sesler çıktı. Sanırım “erdenden düştü.” Gibi bir şeydi. Yengem yanıma gelip elimi tuttuğunda kendimi biraz sakinleşmiş hissettim. O şimdi her şeyi hallederdi. Tabi ya onun elinden her iş gelirdi…
Elimi bırakmadan beni klozet kapağının üstüne oturttu ve beyaz bir dolaptan tek eliyle ince bir havlu alıp muslukta ıslattı ve musluğu kapattı. Gözlerimle yaptığı her hareketi izliyordum. Acı hâlâ aynıydı ama son derece sakindim. Havluyla ağzımın etrafındaki kanı sildi. O an merak ettim bir vampir olduğu halde nasıl oluyordu da bu kandan etkilenmiyordu. Ama bu düşünce geldiği gibi kayboldu. Kana bulanmış havluyu bir kenara koyup yenisini çıkardı. “Çok derin görünmüyor.” Dedi gözlerini yaradan çekmeden. “Ama hastaneye gitmekte fayda var dikiş gerekebilir." Söylediği her şeyi sakinlikle karşıladım. Havluyu yaraya bastırdığında üstüne tuz basıyormuş gibi bir etki yaptı yüzümü buruşturdum. Çığlık atamayacağım kadar çok acıyordu.
Yengemle evden çıkıp eski moda siyah bir arabaya bindik. Elimi hiç bırakmamıştı ve bu bana güven veriyordu. Yengemin tutmadığı diğer elimle havluyu ağzımda tutuyordum.
Charlie Chaplin filminden fırlama bu araba ve siyah şapkalı , pala bıyıklı araba şoförüyle yaptığımız bu yolculuk komik gelirdi normalde ama bir şey düşünemeyecek kadar uyuşmuş gibi hissediyordum. Bir vampirle ağzım kan içinde, duyularım nasıl olduğunu anlamadığım halde uyuşmuş bir şekilde, antika mertebesine ulaşmış siyah çok çok çok eskilere göre fiyakalı sayılabilecek bir arabayla büyük ihtimalle bir hastaneye gidiyorduk. Acaba hayatımın neresinde yanlış yapmıştım ki bütün bu acayiplikler beni buluyordu?
Yalnızca iki saat kadar sonra odamdaki aynanın karşısına geçmiş dudağımın yarısını kapatan sargı bezine dokunuyordum. Zaten yeterince çirkin olan yüzüm daha beter bir hâl almıştı şimdi. Bütün bu karmaşaya rağmen aklımdan çıkmayan o hayal geldi yeniden gözümün önüne. Bu yaranın sebebi o hayaldi… Ama belki de pek çok şeyi açıklığa kavuştururdu. Kadın ne demişti. İlk düşündüğümde aklıma gelmedi ve bir an korktum elimdeki tek ipucu oydu çünkü ama biraz daha düşününce tertemiz bir havuzun dibinde yazılanları okumak kadar kolay bir biçimde zihnimde belirdi kadının sesi, sanki yanıbaşımda konuşuyor gibiydi.
“Nî raibh a shocrû ar an doras?”
Hangi dildi bu… Ben telaffuzunu duymuştum ama nasıl yazılıyor olabilirdi? Bunu kimseye de anlatamayacağımı fark ettim, kimseden yardım alamazdım çünkü herkes kızı bulmak istiyordu. Herkes kendini kurtarmak için onu feda etmek istiyordu. Eren dışında, Eren’i de istediği zaman bulamazdım ki ve onun gelmesini bekleyecek kadar vaktim de yoktu. Hangi dil olduğunu öğrenmek isteyişim kızı bulup getirmek için değildi yalnızca bilmek istiyordum. Kaderlerimizin bir sarmaşığın ağaca dolanması gibi birbirine dolandığı bu küçük veledi merak ediyordum ben.
Kocaman beyaz sargı bezi yine dikkatimi dağıttı, dikiş gerekmediği için o kadar mutluydum ki! Ama doktor dikkat etmezsem yara izi kalabileceğini söylemişti. Yarama pansuman yaparlarken çok bir şey hissetmemiştim ki bu iyiydi çünkü çektiğim acı bana yetmişti de artmıştı bile. Kendime eziyet etmekten vazgeçip aynanın karşısından çekildim. Göz görmeyince gönül katlanırmış derler. Sanırım bu Eren için geçerli değildi… O çalı süpürgesi saçlı cadı kızla ne yapıyorlardı acaba? Kız hep en can alıcı noktada gelip Eren’i alıyordu ve gidiyorlardı. Bu sinir bozucuydu. Gerçek anlamda sinir bozucu…
Ayaklarım beni odanın içinde dört döndürürken çaresizliğimin can sıkıcı boyutlara ulaştığını hissettim. Eren’i bulamıyordum, bulunca bir şekilde kaybediyordum, o kızı bulamıyordum… Bulabilecek imkânlara sahip değildim… Bir bilgisayar bulsam ve arama motoruna kadının söylediklerini yazsam işim daha kolay olurdu… Bu evde var mıydı? Televizyon olmayan bir evde bilgisayar ne arasın orası da ayrı mesele… eğer şehre inebilirsem, tabi ya şehre inebilirsem herhangi bir internet kafe gayet rahat işimi görürdü. Şehre inmem gerekiyordu kesinlikle peki nasıl? Düşün Sinem düşün, Cemal olmaz… İrem olmaz… Dayım ya da yengem hiç olmaz… Çünkü en küçükbir hareketim onlarda şüphe uyandırıyormuş gibi hissediyordum. Eren ortalarda yok… Pencerenin önüne geçip bahçeyi izledim bir süre boş gözlerle, kafamın içinde kuyruğu birbirine değmeyen kırk tilki dönüyordu.
Peki herhangi biri gerçekten işe yarayacak mıydı?
Sanırım aklıma sinsi bir fikir getirebilmesi için şeytandan yardım istemeliydim…
Şeytan demişken aşağıda çimlerin arasında birden bire belirmiş olan ve alev alev gözleriyle bana bakan Tan’ı gördüğüm anda sırtımı bir ürperme kapladı.
Hemen ardından arkamda duyduğum sesle bütün vücudum buz kesti.
“Biri benden yardım mı istedi?”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Ve Kırmızı
FantasyMasumluğun rengi nedir? Bence gridir, bir melek kadar masum bir bebek bile gridir. Çünkü o bebeğin rengini açıp beyaza dönüştürebilirsiniz ya da koyulaştırıp simsiyah yaparsınız. Ya bir melek yetiştirirsiniz ya da onu bir şeytana dönüştürürsünüz. K...