Karanlığı görmedim bile incecik bir kapıydı sanki. İçinden geçince geniş bir salona çıktım. Kocamandı, daha doğrusu kocaman bir kütüphane gibiydi.Üst üste tavana kadar sıralanmış rafların içinde rengarenk kitaplar görünüyordu. Yukarıdaki rafların önünde asma katlar vardı. İnsanlar bu kitapların önünden ellerinde kağıtlarla hızla geçiyor, bir raftan kitap alıp diğerini bırakıyorlardı. Benim bulunduğum zemin kat olmalıydı, bilgisayarlar da vardı. O kadar incecikti ki biri monitörünü kapattığında arkasındaki duvarı görebildim. Bilgisayarın önündekiler tahminimce araştırma yapıyorlardı.
Oğlan yürümeye başlayınca bende şaşkınlığımı üzerimden atıp ahşap rafların önünden yürüdüm. Yerler mermerdendi ve salonun tam ortasında pusulanın içinde olana benzer bir şekil vardı. Bu şeklin tam ortasında durduk. Yanımdaki tek dizi üstünde çöküp yüzük olan elini avucu yere değecek şekilde koydu. O ayağa kalktığında yer sallandı az kalsın düşüyordum. Ne olduğunu anlamak istercesine oğlana baktım, ağzımı açıp bir şey sormaya kalmadan sert bir rüzgar saçlarımı darmadağın ederken başımdaki kapüşonu da çıkardı. Etraf karardı birden zemin sürekli yerinden oynuyordu. Dengemi sağlayamadığım için popo üstü düştüm.
Sonunda her şey durduğunda midem alt üst olmuştu ve kusmak üzereydim. Saçlarımı yüzümden çektim ve etrafıma bakındım. Yer altında kurulmuş antik bir kent gibiydi burası.
“Hoş geldin.” Dedi bir ses, başımı kaldırıp ona baktım. “Geldim işte.” Ceren’di. Ayağa kalktım. Midem her an kendini içimden dışıma atabilecekmiş gibi hissediyordum. Gözlerim yere değince gördüm ki o pusula gibi olan zemin hâlâ ayağımızın altındaydı. Asansör olarak kullanıyor olmalıydılar. Ama biri beni önceden uyarmış olsa hiç fena olmayacaktı hani.
“Bende geldiğin için hoş geldin dedim.”
Kıza baktım ve gözümde malikânenin kulübesindeki darmadağın hali canlandı. O zaman komik sayılabilecek kadar acınasıydı şimdiyse sarı saçlarını tepesinde topuz yapmış ve üzerinde ki açık mavi –ve rahat görünen- kıyafetlerle acınası terimi kalkmıştı, tehlikeliydi.
Ona “Hoş buldum” demeyecektim. Zira hiç de hoş bulmamıştım. Bende olaya daldım hemen. “İyi o zaman sorularıma hemen başlayabilirim.”
“Benimle gel daha rahat konuşabileceğimiz bir yere gidelim.
Arkasını dönüp yürümeye başlayınca her zaman yaptığım gibi önümden yürüyeni takip ettim. Bunu iyice alışkanlık haline getirmiştim bende. Beni buraya getiren uçuk mavi de peşimizden geliyordu. En azından beni de takip eden birileri var bununla avunabilirim.
Ortasında büyükçe mavi fosforlu bir dünya haritası olan bir odaya girdik. Odayı aydınlatan tek şey duvarlara asılı olan ekranlardaki yazıların yine mavi olan ışığıydı.
“Burası bilgi odamız.” Dedi kız açıklama yapmak için. Açıklamaya ihtiyacım yoktu. Fantastik- bilim kurgu filmlerin çoğunda görmüştüm ben bu odayı. Genelde iyi gibi görünen kötü karakter, aslında iyi niyetli olan normal çocuğu kandırmak için böyle bir yere getirir ve ne yaptığını ciddi manada fark edene kadar onun gözünü boyarlardı. Ben mi fazla paranoyaktım yoksa içimde uyanan kötü hisler gerçeğin ta kendisi miydi?
Hiç ilgiliymiş gibi görünmedim. “Ne güzel… Neyse sen bir vampir avcısı olduğunu söylüyorsun ama Dayımın, yengemin ve kuzenlerimin vampir olmadığını biliyorum ben.”
“Açıklama istiyorsun.” Diye kendi kendine konuştu. Sonra gözlerini haritadan çekip bana baktı. “Bundan daha büyük şeyler konuşmalıyız.”
“Umurumda değil, anlatacakların varsa önce benim istediklerimi anlatacaksın.”
İç geçirdi sinirlice. “Peki, şöyle ki dayım dediğin adamın ve karısının peşinde değildim ben. Onların vampir olmadığıysa yarım bir yalan, yarı vampir diyelim.”
“Yarı vampir mi?” diye sordum haklı olarak.
“Evet.” Diyerek uzatmadı. “Benim onlarla bir alıp veremediğim yoktu. Ta ki seni yanlarına aldıklarını öğrenene kadar. Seni sakladıklarını öğrendiğimde bulmak için geldim.”
Dur şimdi bu kız benim için gelmişti ama az kalsın beni öldürüyordu. Aklımdaki soruyu kelimelere döktüm. “Beni öldürmeye çalıştın!”
“Seni daha önce hiç görmemiştim ki sadece bir kız olduğunu biliyordum.”
Beynim lütfen, lütfen sakın şu an durma, çalışmana ihtiyacım var. Ne diyordu bu kız?
“Beni neden arıyordun?”
Yüzümdeki darmadağın olmuş ifade onu eğlendiriyor gibiydi. Sarı saçlı olan cadıysa bu bütün cadıların anasıydı. Söylediği cümleyi yakaladığımda sanırım aklımın karışıklığı gözlerimden görünebiliyordu.
“Çünkü sana ihtiyacımız var.”
“Neden?”
Derin bir nefes çekti ciğerlerine, kalbim göğsümü parçalayacakmış gibi atıyordu. Yarı vampir de nedir? Bunlar beni neden arıyordu?
“Bu uzun bir hikaye…” diye başladı söze “Ama sanırım senin vaktin var.”
“Hayır pek fazla yok.” Dedim her sabah gelen Cemal’i hatırlayarak. O gelir de beni bulamazsa evde olmadığım anlaşılırdı ki bu da pek benim hayrıma olmazdı.“Neşet zamanı durduracak kadar kıdemli bir büyücü olmadığına göre hızlı anlatayım o zaman.”
Diyerek arkamda duran uçuk maviye baktı ve gülümsedi. Bu gülümsemede bir hinlik vardı ama ben anlamadım.
“Çok eskilerden dünyaya her kötülük inişinde…” Bir anda beynimde çakan şimşeklerle sözünü kesip söylediğinin devamını getirdim. “Nesilden nesile devam eden lanete uğramış bir kız çıkar ve kötülüğe karşı savaşır.”
Bana baktığında gözlerinde şaşkınlık vardı. “Tahminimden daha çok şey biliyorsun."
“Ama bu yalnızca bir efsane.” Dedim gayet kendimden emindim. Ama alaycı bakışları beni şüpheye düşürdü… Bir dakika, Eren’in bana o hikâyeyi anlatması, bu kızın beni arıyor olması… Yoksa o kız ben miyim? Bu korkunç…
“Hayır yalnızca bir efsane değil.” Kanım damarlarıma basınç uygularken korkunun bedenimde hızla yükselişini hissettim.
“N-nasıl?”
“Anlatmama izin ver. Bu kız çok küçükken ortaya çıkar. Savaşmak için eğitime ihtiyacı var çünkü.”
İyi de ben o kadar da küçük değilim. Çok mu geç kaldım? Ben savaşmak istemiyorum. O devam etti.
“Ama biri ona söyleyene kadar kim olduğunu bilmez. Bu yüzden onun kim olduğunu bilen biri de hep vardır. O, bu kızı bulup onu eğitecek olan ustalarına teslim eder ve bunların hepsi kötü olanlar harekete geçmişken olur.”
Kötülük, kötü olanlar falan bunların hepsi bir masaldan fırlayıp önüme sunulmuş gibi geliyordu. Açıkçası hangisi gerçek hangisi değil anlamakta ciddi manada sorun yaşıyordum. Tehlikede miydik şimdi yani? Hani şu kıyamet senaryolarında yazdıkları tehlikelerden?
“Yani?”
“Yanisi şu, son zamanlarda olan olaylar bizi hiç de tekin şeylerin beklemediğini söylüyor ve o kızı bulmamız gerekiyor.”
Bulmamız mı? O kız ben değil miyim?
“Onu bulmamıza yardım edecek kişi de sensin.”
O kadar da önemli biri değilmişim… Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim… Bir dakika o kızı bulmak mı? Hikâyedeki Okrentes gibi onu annesinden babasından koparıp kafasına harfi harfine kaderi olarak işlenmiş bir savaşın içine mi atacaktım?
“Dayınlar onu bizden önce bulmak istiyordu çünkü onlar kötülerin tarafındalar. Onu bulup yok edeceklerdi.”
“Kötüler mi?” bu kulağa komik geliyordu işte ve ayrıca kafatasımın içi beyin çorbasına dönmüştü.
“Evet kötü kanında bir damla bile vampir kanı olan herkes kötüdür.”
“Yanılıyorsun.” Dedim kafam karıştığında yaptığım en iyi şeyi yapıp inkâr ederek. “Benim dayım kötü biri değil.”
Kız bana bu yandan yaklaşamayacağını anlayınca taktiğini değiştirdi. “Tamam öyle olsun… Ama bize yardım etmelisin.”
“Ben o kızın yerini bilmiyorum… Hem siz… nerden biliyorsunuz ortaya çıktığını?”
Sesim gittikçe kısılıyordu, anlamıyordum ve bu kıza güvenmiyordum.
“İşaretleri takip ediyoruz. Bilmiyor olabilirsin ama hissedeceksin. Hiç düşündün mü ailenin birden bire seni buraya gönderme kararını almasının nedenini? Sence normal miydi?”
Eski anıya döndüm. “H-hayır.”
“Aynen öyle, ellerinin altında olman için dayın ayarladı hepsini. Çünkü sen doğduğun andan beri kim olduğunu biliyorlardı. Senin öğrenmeni istemiyorlardı .”
Cemal’in söyledikleriyle bu kızın söyledikleri birbirini tutmuyordu. Dayım öğrenmemi istemişti! Fazlaydı… Hem de çok fazla… Kime inanacağımı bilmiyordum ama kime inanmayacağımın farkındaydım. Bu kız yalan söylüyordu.
“Sana yardım etmeyeceğim.”
Gözleri sinirle açıldı, dudakları büzüştü, burun delikleri bir boğanınki gibi açılıp kapanırken korkmuştum. Arkamdaki oğlana bir baş hareketi yaptı, Neşet denen kollarımı tutup hareket etmemi engellediğinde kız. “Zorundasın.” Dedi, kararlı görünmeye çalışıyordu ama bu sinirden pancara dönmüş haliyle sadece komik olabiliyordu, tabi söylediği cümle kanımın akışını durdurmaya yetti.
“Yaşamak istiyorsan zorundasın.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Ve Kırmızı
FantasyMasumluğun rengi nedir? Bence gridir, bir melek kadar masum bir bebek bile gridir. Çünkü o bebeğin rengini açıp beyaza dönüştürebilirsiniz ya da koyulaştırıp simsiyah yaparsınız. Ya bir melek yetiştirirsiniz ya da onu bir şeytana dönüştürürsünüz. K...