OKuyanlardan yorum yapmalarını da rica ediyorum, beni yorumsuz bırakmayın, yorum yapanların hepsine de ayrıca teşekkür ediyorum, geçen gün hikaye #13'deydi bugün #14 te umarım daha yukarılara da çıkabilirim :) sevgiyle kalın ve iyi okumalar :)
Tam yemek saati geldiğinde salondaydım ve açlıktan zil çalan bir mideyle yemeklerin gelmesini bekliyordum.
İrem’in de bana yıllar kadar uzun gelen bir süreden sonra masaya teşrif buyurmasıyla öğle yemeği faslı başlamış oldu. Dudağımın üstündeki yara yemek yememi biraz engelliyordu ama aç midemi o bile durduramazdı. Gelen yemekleri büyük bir iştahla mideme indirirken masanın diğer üyelerinin hâlâ orada oturduklarını unutmuştum bile. Bir yandan hızlı hızlı yemeğimi yiyor bir yandan da yediğimden daha büyük bir hızla düşünüyordum. Bütün parlak fikirlerin yemek yerken aklıma gelmesi metabolizmamın çalışmaya başlaması ile alakalı olabilir miydi acaba?
Ama yemek bittiğinde bile kızı bulup bulmamak konusunda büyük şüphelerim vardı. Dayım ve yengemden izin isteyip odama çekildim. Aslında onu bulmayı Okrentes'in ya da Eren'in düşündüklerini uygulamak için kendi kendime bahaneler üretiyordum sanki.
Odamın kapısını açtığımda karşımda bu korkunç dünyada tek sığınağım, orta çağ Avrupa’sını anlatan bir korku filminin çekileceğinde muhteşem bir mekân olma kapasitesine sahip odam değil gökyüzündeki kapkara bulutların arasından sızan apaydınlık ışık sütunlarının, canlı bir renge boyanmış gibi parlayan çimlerin üzerinde değişik ışık oyunları yaptığı bir bahçe duruyordu.
Önüm de uzanan köşesinde -kapısının koluna açılmasın diye süpürge sapı sıkıştırılmış- barakanın durduğu bu bahçeyi görür görmez tanımıştım.
Aniden gelen bir refleksle kapıyı yeniden kapatıp malikânedeki koridora geri dönmek istedim ama kapı elimin altından çoktan kayıp gitmişti.
Verandasında durup bahçesini incelediğim iki katlı müstakil evin içinde daha önceden aşinası olduğum sesler birbiriyle konuşuyordu.
Ağaçların yapraklarını dalından koparacak sertlikte bir rüzgâr başımın üstünde asılı lambayı sallandırıp kısa bir an için sönüp cızırdayarak tekrar yanmasına neden olurken ben bu rüzgarı hissetmemiştim bile. Ordaydım ama yoktum.
Bahçeyi durduğu yerde bırakarak bedenimi kapıya çevirdim. Dışarının soğuğuna rağmen içerinin sıcaklığını avucumun içini koyduğum kapının dışından bile hissediyordum. Rüzgardan etkilenmemiştim ama kapının sertliğini avucumda hissediyordum. Elimi uzatıp korka korka yuvarlak zil düğmesini işaret parmağımla içeri bastırdım. Boğuk bir kuş sesi kapının arkasından yankılandı. Duyduğum sesler bir anlığına kesildi ve kapıya doğru yaklaştıkça daha da netleşen ayak sesleri duyuldu. Biraz sonra kapının minicik deliğinden sızan ışığın yerini karanlık aldı. An, tam da o zamanda donmuş gibi geldi bana, önceki gelişimde kadın beni görmemişti ya şimdi? Kapının arkasından kilidin açıldığını belirten tıkırtılar geldi ve kapı ardına kadar açıldı. Üzerinde beyaz t-shirt ve gri adidas olan kaslı bir adam bir eli kapıda diğer eli belinde mavi gözlerini bana dikmiş bakıyordu ama merakla kim var diye bakan gözleri beni delip geçiyordu.
Beline küçük kızını oturtmuş kadın da kocasının yanına gelip anlamadığım bir şeyler sorarak benim yerimde gördüğü boşluğa bakarken cesaretimi topladım ve onların bıraktığı kapıyla ev arasındaki boşluktan dikkatlice geçip içeriye girdim. Bebeğin babasına çekmiş kocaman mavi gözleri beni görür görmez ışıldadı ve ellerini çırparak gülmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Ve Kırmızı
FantasyMasumluğun rengi nedir? Bence gridir, bir melek kadar masum bir bebek bile gridir. Çünkü o bebeğin rengini açıp beyaza dönüştürebilirsiniz ya da koyulaştırıp simsiyah yaparsınız. Ya bir melek yetiştirirsiniz ya da onu bir şeytana dönüştürürsünüz. K...