~2

55.1K 1.4K 88
                                    

    Küçüklüğümden beri gördüğüm bir rüya vardı. Beyaz bulutların gölgesi üzerimize düşerken  minik bir bebek ellerini bana uzatmış iri mavi gözleriyle doğrudan gözlerimin içine bakıyordu. Topraktan fışkıran beyaz çiçeklerin arasındaydık ve ikimizin de üzerinde bembeyaz iki elbise vardı. Bebek bana uzattığı yumuk ellerini iki defa -sayabileceğim kadar çok görmüştüm bu rüyayı- sıkıp açtıktan sonra 17-18 yaşlarındaki bir kızın sesiyle "Beni gerçekten kaçırır mısın?" diye soruyordu. Bu sesle irkilip geri kaçmaya çalışırken her şey bir an da yanmaya ve kül rengini almaya başlıyordu. Kapkara tüyler üzerime hücum ediyordu ve beni boğuyorlardı. Büyüdükçe küçüklüğün o hülyalı zamanlarında kalmış ve beni terk etmişti bu rüya da. Her zaman titreyerek uyanırdım ama şu an içinde bulunduğum durum bu rüyayı görmekten bile daha korkunçtu!

    Kan renginde kocaman, geniş pencereli, büyük bahçeli, kara bulutlar başından eksik olmayan, etraftaki ölümcül sessizliği gök gürültülerinin bozduğu kısaca korku filmlerinden çıkma bir malikâneydi bu. Güzelim yaz tatilini burada heba edeceğime inanamıyordum.

    Şehirden uzaktı, çevrede yine aynı bu görünüşte iki malikâne daha vardı. Araba devasa bahçenin, küçük siyah demir kapısının önünde durdu. Uşaklardan biri hızlı hareketlerle benim bulunduğum taraftaki kapıyı açtı. Eteklerimi toplayarak isteksizce arabadan indim. Aynı uşak bavullarımı arabadan indirdi. Ağır değillerdi ama uşak çok zorlanıyormuş gibi görünüyordu. Umursamadım umursayacak durumda da değildim! Yengem ve dayımdan onların çok bilmiş, zombi gibi beyaz yüzlü çocuklarından nefret ederdim. 

    Demir kapı hemen yanındaki bekçi kulubesinde bulunan adam tarafından açıldı. Adamın yüzünü göremedim çünkü acaba kim gelmiş diye gözlerini dikmiş beni baştan aşağı süzeceği yerde arkası dönüktü. Zaten bu bekçiyi o kulübede otururken ilk ve son görüşüm olmuştu. Dİğer günler o ufak kulübe hep boş durdu.

    Kocaman ve korkutucu bahçede ilerlemeye başladım. İçimi bir ürperti kapladı. Bu bahçede geçen seneden faklı olarak köşede bir köpek kulübesi vardı ama köpeği göremedim yalnızca kulübenin arkasından hırıltıları duyuluyordu. Arkamdaki bavullarımı taşıyan adam oraya baktığımı fark etmiş olacak ki "O köpek gidici." dedi, arkamı dönüp ona baktığımda sırıttığını fark ettim, kurbanının mezarı başında sırıtan bir katile benziyordu hemen önümü dönüp yürümeye devam ettim.

    Bu yol Oz Büyücüsündeki yola özenmiş olmalı ki hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Kare şeklinde biçimlendirilmiş çalıların arkasından sesler geliyordu. O tarafa dikkatlice baktım. Yaşlı ve cılız bir adam elinde kazmayla doğruldu. Korkmuştum. Adam bana garip bir şekilde gülümsedi. Hemen kafamı çevirdim ve koşarak kapıya gittim. 

    Bir gökgürültüsünden sonra adamın kahkahalarını duydum. Zile elimi uzatıp bastığımda zil o kulak tırmalayan sesiyle iki defa çaldı.

    Kapıyı açan kadın zilin sesinden daha ürkütücü bir görüntüye sahipti. Bana hiç bir duygu ifade etmeyen gözleriyle öylece baktı. İkimiz de birbirimize bakıyor ve hiçbir tepki vermiyorduk. Benimki korkudandı ama kadın neden duruyordu anlayamamıştım. Birden sanki bir şey hatırlamış gibi kenara çekildi. İncecik sesiyle aklına gelen fıkraya gülüyormuş gibi bir kahkaha attı. Yüzü buruş buruştu. Mavi gözleri sanki insanı delip geçiyordu.

    "Buyur kızım sen küçük Sanem'sin değil mi?"

    "Sinem." diye düzelttim.

    "Ah evet Sinem... Gel kızım beyfendi ve hanımefendi seni bekliyorlar."

    İçeri girerken sırf nezaket olsun diye yüzüme zoraki bir gülümeseme kondurdum. 

    İçerinin dışarıdan bir farkı yoktu. Kan kırmızısı üzerine üzerine grimsi bir beyazla işlenmiş çiçek desenli duvar kağıtları upuzun koridor boyunca duvarları kaplıyordu. Asılı birkaç resim vardı. Bu evde daha önce yaşamış aile büyüklerinin portre çizimleri... Eski dönemlerden kalma gümüş kaplama ve tek çekmeceli bir konsol üzerinde bir kaç süs eşyası...

    Yaşlı kadının boyu benim kadardı ve kocaman bir kamburu vardı. Önüme geçerek bana yolu gösterdi. Daha önce gelmiş olmama rağmen buranın yollarını bilmem olanaksızdı, o kadar büyüktü ki...

    Duvarlardaki porteleri defalarca incelememiş olsam da bu tek hatası bulunmayan mükemmel yüzlere saatlerce bakmak istiyordum. Koridorun sol tarafında geniş bir merdiven vardı. Geçen sefer gelişimizde bu merdiveni kullanarak odamıza çıktığımızı hatırladım.

    Uzun bir yürüyüşten sonra ,ki gerçekten uzun bir yürüyüştü, kocaman bir salona girdik. Geçen geldiğimde annemler yanımdaydı ve sadece bir hafta kalmıştık. O bir hafta bile benim buradan dehşet derecede korkmam için yetmişti.

     Girdiğimiz salon kocamandı yukarıdan aşağı bir merdiven iniyordu. Merdivenin bana doğru biraz ilerisinde bir basamak daha vardı. Bu basamak koltuklarla merdiveni ayıran bir çizgi gibiydi. Geniş koltuklar duvarların rengine uyum sağlıyorlardı, koyu kırmızıydılar. Yerde siyah ve kırmızıdan oluşan bir halı vardı.

     Kapının tam karşısındaki koltukta dayım ve yengem oturuyordu. İkisi de hiç değişmemişti... En ufak bir yaşlanma belirtisi bile yoktu. Yengemin sarı saçları ince beline dökülüyordu. Şu an kırklı yaşlarda olması gerekiyordu ama en fazla 25 gösteriyordu! 

     Dayımda aynıydı, yaşlanmamıştı. Dayımın dalgalı koyu kahverengi saçları ve derin yeşil gözlerine hiçbir kız hayır diyemezdi yengem de diyememişti. Bana oldukça şaibeli görünen evlilikleri bir anda olup bitivermişti... Göz açıp kapayıncaya kadar.

      Yengem beni gördüğünde masmavi gözleri korkunç şekilde parladı. Onun yerine dayım konuştu:

    "Hoşgeldin Sinem"

     Korktuğum için konuştuğumda sesim titredi 'Hoşbuldum...' İçimdeki şeytan kahkahalarla 'Cehenneme hoşgeldin Sinem burası benim mekanım' dediğinde ilk defa şeytanın haklı olduğunu biliyordum...

Multimedia'da malum malikane var :)

Beyaz Ve KırmızıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin