Geç geldiği için üzgünüm fakat bu hafta ve haftaya ödev teslim etmekle çok meşgul olacağım için yine böyle gecikebilir bölümler. Hikayenin neden gelmediğini soranlara çok teşekkür ederim! Mutlu oldum :3 ve sizden tahmin etmenizi istiyorum neyi mi? Elbette hikayenin nasıl biteceğini! Sona yaklaştık, ben finali kafamda çoktandır kurguladım zaten ama acab athmin edilebilir bir son mu hazırlamışım yoksa hepinize süpriz mi olacak gerçekten çok merak ediyorum. Bu yüzden lütfen bana ister mesajla ister buraya yorum yazarak sizce sonu nasıl bitecek anlatın :) Merakla bekliyorum!
Sonunda beklediğiniz kişi sahneye yeniden çıkma şerefini bize bahşetti. Keyifli okumalar :)
Biraz olsun sakinleştiğimde yengem beni odama çıkarmıştı. Kendimi son derece yorgun ve tükenmiş hissediyordum. Psikolojik bitmişliğim bütün bedenimi etkilemişti. Yengem endişelenmememi, benim zaten böyle bir karara varmamı istediklerini söyleyerek beni rahatlatmaya çalıştıktan sonra ben uzun bir süre gözlerim kapalı ve sessiz kalınca uyuduğumu sanarak odamdan çıkmıştı.
O çocuğu bir daha görmek istiyordum. Şu an nasıldı? Onu kurtarmamı bekliyor muydu? Tıpkı gördüğüm o rüyadaki bebek gibi bana “Beni kurtaracak mısın?” diye sormuştu. Umutla beni beklerken onu yüz üstü bırakamazdım. O anlamasa bile sorusuna evet demiştim. Kurtaracağım sözünü vermiştim.
Beynim düşünmekten yorgun düştüğünde bilincimi bilinçaltıma doğru itti ve kendimi uykunun kollarına bıraktım farkında olmadan. İçimde büyüyüp büyüyüp bir an da patlayan bir hisle gözlerimi hemen açtım. Yataktan zıplayarak doğrulduğumda kalbim deli gibi atıyordu. Ne olduğunu anlamamış bir şekilde irice açılmış gözlerim odayı taradığında ‘onu’ gördüm. Neredeyse iki metre boyuyla odanın tam köşesinde dikilmiş siyahlıktan göz bebeği ayırt edilemeyen gözleriyle beni ince ince süzüyordu. Bembeyaz ve yaşını tahmin edemediğim yüzünde mor damarlar yer yer belli oluyordu. İki yandan aşağı uzanan saçları garip bir şekilde hastalıklı görünüyordu. Sanki öldükten sonra günlerce su da kalıp şişmiş bir ceset gibiydi. Uzun, koyu renk cübbesinin içinden çıkan elleriyle mat, cam bir küre tutuyordu. Duruşundan, bakışından kibir, nefret ve küçümseme okunuyordu.
Köşeden yaydığı o kötücül aura omurgamdan aşağı bir ürperme indirdi. Gülümser gibi olduğunda dişleri ve dili siyah olduğu için bir kara deliğe benzeyen ağzını gördüm. Yüzümden soğuk soğuk terler boşanırken kılımı bile kıpırdatamıyordum.
“Sen…” Buz gibi bir etki bırakan sesi sadece kulaklarımdan değil burun deliklerimden, gözlerimden içime kaya kaya giriyormuş gibi hissediyordum ve bu o kadar berbat bir histi ki bir daha konuşmaması için dua etmeye başladım ama o konuştu ve ben işkence çekmeye başladım. “Bizi buldun. Bu yüzden öleceksin.” Dudakları siyah dişleri üzerinde gerildiğinde beynimin içinde atılan çığlıklarla yataktan doğruldum. Gözlerimi yeniden ve bu sefer gerçekten açtım. Deli gibi nefes almaya çalışıyor, astım krizine girmiş biri gibi sesler çıkarıyordum. Terlerin alnımdan akıp girdiği gözlerimi odanın köşesine çevirdim. Boştu. Orada önceden durmuş birine dair hiç iz yoktu. Onun orada olmadığına emin olmak için uzunca baktıktan sonra sağ elimi kalbimin üzerine koydum ve sol elimle alnımdaki terleri sildim.
O kadından deli gibi korkmuştum. Rüya mıydı yoksa gerçek miydi? O kimdi hiçbir fikrim yoktu. Benim öleceğimden bahsetmişti, onları bulduğumu söylemişti. Beynim parçaları birleştiremeyecek kadar devre dışı kalmıştı. Kadının geri dönme ihtimali beynimi tırtıklamaya başladığında yataktan fırlarcasına kalktım ve iki saniye düşünmeden koridora attım kendimi. Duyduklarımın, yaşadıklarımın ya da düşündüklerimin bir etkisi olarak mı görmüştüm yoksa rüyamdaki cadıya benzeyen kadın beni gerçekten öldürecek miydi? Cadıya benzeyen… Bu düşünce beynimde bir yerleri ateşe vermişti. Cadılar!
“Yenge…” son derece korkmuş ve titrek sesime cevap veren olmadı. Panik dalga dalga vücudumu sararken hala kendime tam olarak gelememiştim ve sağlıklı bir şekilde düşünemiyordum. “Yenge!” diğerinden daha gür çıkan sesim boş koridorda yankılandığında aklıma kötü olan her şey geliyordu. Hava kararmak üzereydi, ben uyuduğumda nasıldı? Kahretsin! Hatırlamıyordum.
Sakin olmalıydım..
Olduğum yere çöküp derin derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. “Tamam şimdi tavuk gibi korkmayı bırak ve sadece düşün. Ben uyurken neler oldu? Evde değiller çünkü evde olsalar kalp atışlarımı duyup gelirlerdi.” Kendi kendime kafamı salladığımda biraz olsun durulduğumu hissediyordum. “Ben uyurken bir şeyler olmuş olmalı ama beni burada savunmasız halde bırakmayacaklarına eminim. Savunmasız olsaydım rüyamdaki o kadın beni kesin öldürürdü. Aynen öyle.” Ayağa kalktım. İçimdeki panik biraz olsun hafiflemişti ama korku olduğu yerde duruyordu. Durmadan “Ya o kadın geri gelirse?” diye düşünmeden edemiyordum. Bu yüzden aklımdaki tek ismi çağıracaktım.
Şu an nerede olduğu umurumda bile değildi. Benim ona ihtiyacım vardı, korkmuştum, savunmasız hissediyordum, kötüydüm ve özlemiştim. “Eren.” Diye inlerken onu göreli az bir zaman olmuş olmasına ve onu son gördüğümde bana yalnızca arkadaş gözüyle baktığını söylemesine rağmen ona bu kadar yapışmış bir şekilde olmam gururumu ayaklar altına alıyordu. Bu kadar ihtiyaç duymam beni belki de acınası bir hale getiriyordu ama onu istiyordum. Onu görmek istiyordum ve bütün bu olan olaylar arasında onun kollarına sığınıp güvende olmak istiyordum.
Hissettiğim her şeyi kelimelere yükledim ve tekrar “Eren…” dedim. Vücudumdaki yaralar sızlamaya başladığında beni duyduğunu anladım. Beni duyuyordu ama yanıma gelmemeye çalışıyordu. “Eren!” ağlar gibiydim bu sefer. “Lütfen… Sana söylemem gerekenler var. Bir şey oldu.” Beynimdeki çalkantılara eklenen yaraların sızısı bana hiç yardımcı olmuyordu doğrusu. Acı dayanılmaz bir boyuta ulaştığında olduğum yere oturdum. “Eren… Acıyor…” Bunu söyledikten sonra burnuma dolan leylak kokusu bana bütün korkularımı, kötü düşüncelerimi, acılarımı ve rüyamı unutturmaya yetmişti. Aşama aşama azalan sızılarımı yok sayarak dönüp Eren’e baktım. Acı çeker gibi çarpılmış yüzüyle arkamda dikiliyordu. Ayağa kalkar kalkmaz kendimi onun kollarına attım. Başta beni itmeye çalışsa da titrediğimi fark ettiğinde kollarını bedenime doladı.
“Sinem… Ne oldu?” Sorusunu cevaplamak yerine ona iyice sokulup kokusunu içime çektim. Cennetten gelmiş bir kokuydu bu! Nereden geldiği çok da önemli değildi aslında bana cenneti yaşatıyordu ya o yeterdi!
Beni biraz geri itip yüzüme baktı. “Neden ağlıyorsun?” sesinde benim için gerçekten endişelendiğini saklayıp umursamaz gibi durmaya çalışan bir tını vardı.
Sen geldiğin için demek yerine onun yaptığını yapıp ben de duygularımı sakladım. “O buradaydı.” Dedim cadıyı hatırlarken yine ürpererek. Titremem iki katına çıkmış gibiydi, siyah gözlerini ve kapkara ağzını hatırlayınca Eren’in göğsüne yapıştım yeniden. “Kimdi bilmiyorum. Eren. O çok korkunçtu… Gözleri siyahtı ve derisi suda kalmış gibi şişmişti, kapkara bir ağzı vardı. Bana… Bana öleceğimi söyledi. Ölecekmişim çünkü onları bulmuşum!” Eren’in belimi saran kolları gerildiğinde bu sefer ben yüzüne bakma ihtiyacıyla geri çekildim. Kaşları çatılmıştı ve yeşil gözlerinde sinirli bir duygu geziniyordu. “K-kimdi o?” diye sordum korka korka. Eskiden olsa kesinlikle tek kelim bile etmeden düşüncelerimle kendi kendimi yerdim ama şimdi düşünceler arasında boğulmaya değil cevaplara ihtiyacım vardı…
“Sinem…” derken gözlerindeki sinir olduğu yerde duruyordu ama kaşları düzelmişti. Karamel rengi teninin serinliği benim içimdeki korku ateşini söndürmek için yetiyor da artıyordu bile. “O bir cadı olmalı… Ve bunun tek bir anlamı var. Seni lanetlemeye çalışıyorlar. Endişelenme. Bunu engelleyeceğim. Sen sadece bu evin dışına sakın çıkma! Anladın mı? Ne olursa olsun dışarıya adımını atma.”
Başımı hızla sallarken bakmaya bir türlü doyamadığım yüzüne baktım. Ne lanet umrumdaydı şu an ne dünya ne de savaş… Sadece Eren’le beraber, yan yana yaşayabileceğimiz bir gelecek istiyordum ben!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Ve Kırmızı
FantasyMasumluğun rengi nedir? Bence gridir, bir melek kadar masum bir bebek bile gridir. Çünkü o bebeğin rengini açıp beyaza dönüştürebilirsiniz ya da koyulaştırıp simsiyah yaparsınız. Ya bir melek yetiştirirsiniz ya da onu bir şeytana dönüştürürsünüz. K...