''Tembellik etmek sana göre değil.''Rahatsız olacağı bir tonda bağırırken sıkıca sarıldığı örtüyü çekiştiriyordum. Min Yoongi ve tembellik yan yana gelmesi güç iki isimdi.
''Biraz daha.'' diye homurdandı, örtü tekrar kollarının arasına sokuşturulmuştu. ''Eğer kalkarsam kim bilir ne zaman bir daha böyle yatabilirim.'' Duygu sömürüsü yapmaya çalıştığını bilsem de söyledikleri doğruydu.
Muhtemelen Jungkook'u bulup bize doğru gelen orduları geri püskürtmedikçe rahat bir uyku uyuyamayacaktı. Gerçi tüm bunları yaptıktan sonra uyuyabilir miydi, orası da şüpheliydi.
''Seni kaldırması için şu ürkütücü adamı çağırmamı ister misin?'' dedim örtüyü bıraktığımda. Bunu fırsat bilerek örtüyü, ulaşamayacağım kadar, kendine çekmişti.
''Ben liderim, istediğini çağırabilirsin.''
Örtünün altından omuz silktiğini fark ettiğimde kaşlarımı çattım. Haklı da olsa Yoongi'yi bir şeylerle tehdit edememek eğlenceli değildi. Oysa o benim yerinde olsaydı mutlaka bana karşı kullanabileceği bir şeyler bulurdu. İç çekerek giyinmek için dolaba yöneldiğimde arkamdan bir şeyin bana yaklaştığını hissetmiştim. Şanslıydım ki reflekslerim fena değildi. Yoksa bana doğru uçan yastığı yakalayamayabilirdim.
''Bay Min, çocuklaşıyorsunuz!''
Ciddiyetten uzak bir azarlama ile ona doğru döndüğümde muzip bir ifadeyle bana baktığını görmüştüm. Bana öyle bakarken nasıl kızabilirdim ki ona?
''Yanıma gel, Jimin-ah.''
''Ne kadar cazip de olsa teklifiniz toplantıya geç kalmak istemiyorum, efendim.''
Kaşlarını hafifçe çatı, ''Efendim olduğuna göre beni reddedemezsin?''
Elimdeki gömleği ona doğru attım.
''Ben çok da itaat eden biri değilim maalesef.''
Tekrar kıyafetlerime döndüğümde belli belirsiz homurdanışlar eşliğinde yataktan kalktığını anlamıştım. Onunla gün boyu yatakta, birbirimize tembel öpücükler vererek, vakit geçirmeyi ne kadar çok istesem de buna vaktimizin olmadığının bilincindeydim. Daha sonra, her şey birliğinde bunu yapacaktım ama.
''Toplantıdan sonra bir planın var mı?''
Etrafa saçılan kıyafetlerini kenara attığında cevabımı beklerken durmuştu.
''Her şey çok karmaşık.'' diye devam ettim. Sınırın dışındakiler, güneydeki klanlar, Jungkook ve Hana'nın ortadan kayboluşu, şamanlar ve Hoseok. Hepsiyle nasıl başa çıkacaktık ve her şeyi nasıl yoluna sokacaktık?
''Hoseok konusunu düşünme.'' dedi gömleğini üzerine geçirirken. ''Ve diğer şeyleri de.''
''Ama sen düşünüyorsun.''
Başını yavaşça salladı. Bakışlarımı bedeninden çekmek zor olsa da geride kalmamak için hızlıca giyinmeye başladım. Herkes neden tekrar bir araya geliyordu, bilmiyordum. Bir savaş planımız vardı; en azından ben öyle düşünüyordum. Hoseok'un klanının, bir anda ortaya çıkan, neredeyse ölü ordusunu Issız Orman adındaki yerden geçirecek ve güneydekiler bize gelmeden biz onlara gidecektik. Biraz tuhaf ama Yoongi ve komutanlarınca iyi bir plandı.
''Beni onaylamadığını biliyorum. Ama başka şansımız yok. Kısa sürede iki tarafla da savaşma şansımız yok.''
Bunu biliyordum ve böyle bir zamanda ona karşı çıkıp durduğum için kötü hissetmeye başlamıştım.