Çocukluğumun bir kısmı baharın son günleri kadar hüzünlü, bir kısmı ise kış kadar sertti. O zamanları hatırlasam da hissettiklerim gün geçtikçe silikleşmiş, hafiflemişti. Her güzel hatıra kötü bir anın üstünü kapatıyordu. Yalnızca anne ve babamı kaybettiğimde hissettiğim acıyı anımsıyordum artık. Ve bir daha böylesine bir şeyi yaşamayacağımı düşünmüştüm. Kız kardeşim, Iseul iyiydi. Güçsüz de olsam kanımın son damlasına kadar onu korumakta kararlıydım. Ama bu düşünceler çok öncesine, ondan başka bir şeye sahip olmayan, kendi evine bile yabancı hisseden bir çocuğa aitti. Zaman geçmiş, her şey değişmişti.''Sizin için su getirdim,'' dedi Jinhwan elindeki şişeyi uzatırken. Uzanırken ellerimin hala titrediğini fark etmiştim. Buna alışmak için ne yapmalıydım? Kaç ölüm görmeliydim?
''Bu kadar endişelenme. Onlar sadece hayvan.''
''Hayvan olmaları hiçbir şeyi değiştirmez. Üstelik suçları bile yoktu.'' dediğimde başını eğmekte yetindi.
Şu ana dek birçok şey yaşanmıştı. Birçok yaşama ve ölüme tanık olmuştum. Eskisi kadar ürkek ve güçsüz değildim ama hala eksik hissediyordum. Yeterince güçlü değildim.
Ahırın olduğu yöne baktım. Yoongi'nin etrafındakilere emirler verdiğini görebiliyordum. Her ne söylüyorsa o yer bir anda hareketlenmişti- Taehyung bile koşarak ortadan kaybolmuştu.
''Sanki şimdi anlıyorum tüm bunların ne ifade ettiğini. Savaşın, yıkımın ne olduğunu hayal etsem de bir türlü gerçek gibi hissettirmiyor.''
''Komutan Hyuk Woo böyle şeylerin yaşanmadan bilinemeyeceğini söyler. Yaşanmış olsa bile kimse ölüme alışamaz.''
Gülümsemesinde burukluk vardı.
''Eminim liderimizi kaybetme ihtimaliyle korkuya kapıldığınız anlar olmuştur.'' diye devam etti. ''Ama hiçbir zaman gerçekleştiğinde hissedebileceğiniz kadar büyük bir acı hissetmeyeceksiniz, dilerim hissetmezsiniz de.''
''Bunu biliyorum.'' dedim, elimdeki şişeyle yere oturduğumda ''Durun, ne yapıyorsunuz?'' demişti. Telaşa kapılmasından dolayı üzgün hissetmiyordum; yüzündeki o ifade kaybolmuştu ne de olsa. ''Biri... O görürse ne yaparım? Lütfen kalkın yerden.''
''Bir şey olmaz.'' demişsem de onu bir türlü ikna edememiştim. Sağa sola koşuşturarak oturmam için bir şeyler aramaya başlamıştı.
Dakikalar sonra yanıma geldiğinde elinde tahta bir tabure tutuyordu. Nefes nefese kalmıştı.
''Burada pek bir şey yok. Kaleye dönmek istemedim sizi bekletmemek için.''
''Buna bile gerek yoktu, teşekkür ederim.''
Tabureye oturduğumda o da kendini çimenlerin üzerine bırakmıştı. ''Neden benimle konuşurken rahat değilsin?'' dediğimde hızlıca kafasını kaldırmıştı bana bakmak için.
''Değil miyim? Liderin eşinin yanında uzanıyorum. Yeterli değil mi bu?''
Güldüğünü gördüğümde ben de karşılık vermiştim. Rahatladığımız için memnundum.
''Sence bunu kim yapmış olabilir?''
Omuz silkti, ''Bunun için uzun bir liste çıkartabilirim. Klanımız çok popülerdir.''
İmalı ses tonu yüzünden vurmak istemiştim ona. Ama izlendiğimi bildiğim için yapamamıştım. Olası söylentiler yüzünden Yoongi'nin başının ağrımasını istemiyordum.
''Bay Min!''
Bize doğru yürüyen Yoongi ve Hyuk Woo'yu gördüğümüzde Jinhwan hızlıca ayağa kalkmıştı; yüzünün kıpkırmızı kesildiğini söyleyebilirdim. Jinhwan liderini, Hyuk Woo ise beni selamlarken Yoongi usulca kulağıma eğilmişti, ''Planımızı başka bir güne ertelememiz gerekiyor.''