Savaşçı bir klanda yaşıyor olmanın en zor yanı onlara ayak uydurmaya çalışmaktı sanırım. Daha güçlü, daha hızlı ve daha sert insanların içinde ben, kristalden yapılmış bir çiçek gibi kalıyordum. Onlara kıyasla, kırılgandım. Eh, kendimi korumayı öğrenmiştim. Ama bu yeterli değildi. En azından liderin eşi olan birine göre.''Bu günlük yeter.'' dedi Hoseok elimdeki yayı alırken. İtiraz etmedim. Yorulmuştum artık.
Sabahın erken saatlerinden beri çalışıyorduk ve ne yazık ki attığım bir ok bile hedef tahtasını bulamamıştı. Hele de Jung savaşçılarının gözleri benim üzerimdeyken normalden çok daha gergin hissetmiştim. Herkesin yapacağı gibi, ben de kendimi kanıtlamak istiyordum. Yoongi için yeterli olduğumu başka klanlara da göstermek istiyordum. Ama Hoseok ne kadar iyi bir öğretmense ben de o kadar berbat bir öğrenciydim. Onunla taktir ve benimle alay ettiklerini bakışlarından anlayabiliyordum çevredekilerin. Herhalde liderin eşi olmasaydım bakışlarla kalmazdı bu alay.
Çitlerin üzerine astığım havluyu ve yeleğimi alıp kaleye doğru yürümeye başladım. Büyük kapının önünde bekleyen Taehyung'u fark ettiğimde gülümsemiştim. Ortalıklarda olmayışı, Jungkook'la ilgileniyor olsa bile, beni tedirgin ediyordu. Tanıştığımız günden beri yan yana olduğumuzu söyleyebilirdim. Yoongi'nin ve benim en yakın dostumuzdu.
''Günaydın!'' dedim merdivenlerden çıkarken.
Üzerindeki yeleğe işlenmiş resmi klan armasını gördüğümde kaşlarım çatılmıştı. Neden normal bir günde böyle bir şey giyiyordu ki? Jung savaşçıları yüzünden mi?
''Günaydın.'' diye mırıldandı.
''Nasıldı çalışma?''
Terden sırılsıklam olmuş beyaz tuniğime bakarak güldüm, ''Muhteşemdi.''
''Oh, kaçırdığıma üzüldüm!'' dedi imalı bir ses tonuyla. Savaş becerilerimin kötü olduğunu o da en az benim kadar iyi biliyordu.
''Bırakalım da okları uzun boylu, yakışıklı savaşçılar atsın.''
Kahkahası büyürken hızlı adımlarla arkamdan yürümeye başlamıştı.
Hizmetliler günlük işlerini, savaşçılar talim yapıyordu. Ne çıkan bir göz, ne de kesilen bir kafa vardı. Hava güzeldi ve keyifliydim, Yoongi'siz başlanılan bir gün olmasına rağmen.
Odamın olduğu kata geldiğinde Taehyung kolumdan tutup ''Baksana, Jimin.'' demişti.
Yanılmış mıydım?
''Bir şey mi diyeceksin?'' dedim hala kolumu tutan ele bakarken.
''Bu sabah biri geldi.'' diye mırıldandı. Sesi öyle kısık çıkmıştı ki en ufak gürültü dahi olsaydı etrafımızda onu duyamayabilirdim.
''Park klanından.''
Iseul?
Iseul vermeden gelmezdi ve son mektubunda da gelmek istediğine dair bir şey yazmamıştı. Ters giden bir şeyler mi olmuştu?
''At seslerini duymamıştım. Nerede o?''
Tekrar merdivene yöneldiğimde bu sefer eli daha sıkı tutmuştu kolumu. Böyle davranması beni korkuya düşürüyordu. Iseul'e bir şey mi olmuştu yoksa klanla ilgili miydi, anlamıyordum.
''Nasıl geldiğini araştırıyoruz. Biliyorsun, yollardan geçemez. Orman da yalnız ve güçsüz bir insan için tehlikeli.''
Iseul'ün savaş becerileri benden daha iyiydi ki klanımızdaki kadınlar savaşmazdı. Ama yine de orman konusunda Minler'in dışında kimsenin bir şey yapabileceğini sanmıyordum.