Kapatılan kutular, kuruyan mahsüller ve bir türlü dinmek bilmeyen yağmur. Klanın üstüne çöken uğursuzluğun sebebini kimse bilmiyordu. Şamanlar gece gündüz dualar ediyor ve garip bitkileri karıştırarak burunları yakan kokular döküyordu etrafa. Yine de hiçbiri işe yaramamıştı. Yoongi'nin endişesi de büyüyordu. Taehyung da farklı sayılmazdı. Kimsenin aklı başında değildi. İtiraf etmekten zorlanıyordum ama topraklara ölüm sessizliği çökmüştü. Yoongi'yi görmediğim her dakika korkudan mahvoluyordum. Toplantıya girdiğinde, komşu bir köyü kontrole gittiğinde... o kadar panikliyordum ki kendimden utanıyordum.Böyle hissetmeye hakkım var mıydı?
"Her şey hazır."
Taehyung'un sesini duyduğumda yerimden doğruldum. Bağlı klanlardan en iyi atlar ve askerler koşmuştu liderlerinin çağrısına. Son ordu da yola çıkmak üzereydi; onu bekliyorlardı. Eğer plan işe yararsa coğrafi olarak kötü duruma düşmeyeceklerdi. Toprak yiyenler öncü birlikler için yol açmıştı. Yapmaları gereken tek şey beklemek ve düşmanı karşılamaktı. "Sen de gideceksin, değil mi?" dedim üzerindeki zırhı fark ettiğimde. Başıyla onayladı.
"Burada kalmam gerekiyor. Görevim bu ve liderinin emri de bu yönde. Ama kalamam, Jimin."
Jungkook için endişeleniyordu. Günlerdir uykusuzdu; göz altlarında siyah çukurlar oluşmuştu.
"Ama Jungkook'tan bir haber gelirse-"
"Onu sen karşılayabilirsin." dedi. Sesinden Jungkook'a karşı bir umudunun olmadığını anlamıştım. Jungkook dönse bile buraya gelmeyecekti. Midemin kasıldığını hissettim.
İşe yaramaz biriyim.
"Yanımda kalmanı isterdim."
"Gitmek zorundayım. Elim bir kılıç tutmalı; koşmalı ve bağırmalıyım, savaşmalıyım ki yaşadığımı hissedeyim. Ondan yeterince uzaktayım. Burada kalamam. Bir kılıç darbesiyle öldürülmek ve öylece beklemek arasında bir fark göremiyorum."
Çaresizliği karşısında bir şey söyleyemedim. Bencildim. Onların topraklarını korumaktan başka yapabileceğim bir şey var mıydı? Yoongi'yi beklemek ve eve döndüğünde onu karşılamak dışında ne yapabilirdim? Dün gördüğüm yüzleri yitirirken ne yapabilirdim? O an boğazımda bir yumru oluştu.
"Ben de," dedim nefesimi tutarak. "Ben de gelmek istiyorum."
Taehyung'un elindeki eldiven yere düştü.
"Şaka yapmanın sırası değil, Jimin."
"Şaka yapmıyorum."
Eğilip eldiveni yerden aldı ve cebine iliştirdi.
"Bana kalmamı söylüyorsun ama aklın savaşa gitmekte mi? Yoongi bunu duymasın."
"Duymasın öyleyse." Bunu söylediğime inanamıyordum ama daha iyi bir fikir gelmiyordu aklıma. Hepimiz biliyorduk ki pek akıllı biri değildim.
"Jimin, hayır." Şaşkınlıkla açılmış gözleriyle bana döndü. Bir eli hızlıca uzanmış, kolumu yakalamıştı.
"Orası sana göre değil. Bizi neyin karşılayacağını bilmiyoruz. Eğer gelirsen Yoongi seni düşünmekten savaşamaz. Ya seni kaybederse? Bunu ona yapma."
Ya beni kaybederse?
Onca zaman Yoongi'yi ve sevdiğim diğer insanları düşünmüştüm. Onları kaybedersem ne yapardım? En çok sevdiğim kişiyi kaybetmek nasıl hissettirirdi? Ama hiç yitirilenin ben olabileceğimi düşünmemiştim.
İyi bir savaşçı değildim. Yetenekli güneylilerin karşısında hiç şansım yoktu. Ölürsem ve Yoongi'yi bir daha göremezsem bize ne olurdu? "Yoongi aklını kaçırır." diye mırıldandım. "Kimseyi bağışlamaz."