-Jungkook-Hana'yla daha önce varlığından bile haberdar olmadığım geçitlerden geçerek güneye inmiştik. Yürüyerek yolculuk etmem akıl karı değildi, farkındaydım. Klanımızın sınırlarından çıkmak için bile günler gerekliydi. Ama nasıl olmuşsa beklenileceğinden daha kısa sürede aşmıştık mesafeleri. Ve her şeyin en kötüye gittiği bir zamanda güvenmediğim birini takip etmenin cezasını bedenim çekmişti. Her ne kadar bir klan liderinin kızına yakışacak şekilde yetiştiğine emin olsam da Hana, beni şaşırtacak kadar dayanıklı ve kararlı bir kadın olduğunu göstermişti birlikte geçirdiğimiz zamanda. Yol boyunca şikayet ettiği iki şey olmuştu yalnızca: Ne kadar yavaş olduğum ve uzun yollar. Güneye indikçe düzleşen ve düzleşirken de uzayan yollar yüzünden ayakkabıları mahvolmuştu. Onu ilk kez bu halde, dağılmış bir şekilde görüyordum. Umrumda olduğundan değildi ama asıl sebebi ben olduğum için suçluluk duymaktan alıkoyamıyordum kendimi.
''Eve dönmek ve sıcacık yatağıma uzanmak istiyorum.'' demişti saçlarını kurutmak için şöminenin hemen yanındaki sandalyede otururken. Üzerinde düz koyu renkli bir elbise vardı. Soylu birinden çok bir köylüyü andırıyordu bu haliyle.
''Bir esir olduğunu unuttun sanırım?''
Çatık kaşlarla bir süre bana baktıktan sonra 'hıh' diyerek kafasını öbür tarafa çevirdi. İlk kez bulunduğunu söylediği bu yerde nasıl bu kadar rahat olabiliyordu, anlayamıyordum. Geldiğimiz andan beri elim hançerimden bir an olsun ayrılmamıştı. Yıkanırken bile yanımda tutmuştum onu.
''Esir mi? Oysa ben döndüğümüzde klanımın başına geçeceğimden eminim.''
Benimle alay ettiğini düşünsem de ciddi olduğunu fark etmiştim saniyeler içinde. Hem de fazlasıyla ciddiydi.
''Bu nasıl olacak?'' dediğimde gülümseyerek omuz silkti, ''Iseul iyi kalpli olsa da yetenekli değil. Lider olmanın yanından bile geçmemeliydi. Sırf eşinin kardeşi diye ne kadar hoş görülebilir ki?''
''Haklı olsan bile kimse seni desteklemez.''
Iseul'ün lider olmaya uygun olmadığının farkındaydım. Onu küçümsüyor değildim fakat sahip olduklarından çok daha fazlasına ihtiyacı vardı bir klanı yönetebilmek için. Bu klan başka bir kalanın boyunduruğunda olsa bile.
''Sen destekleyeceksin.'' dedi. Islak havluyu sandalyenin üzerine sererek yanıma yaklaştı. Yorgunluktan göz altları çökmüştü ama bir kez bile söylenmemişti. ''Sayemde abin başına açtığın sorunları hallettiği için sen liderin kardeşi olarak beni desteleyeceksin. İyi, değil mi?''
Şanslıydı ki sinirlenmek için bile halim yoktu. Üst gövdemi saran yaraya rağmen hala ayakta olmam bile mucize olabilirdi. Hana kendini şanslı saymalıydı.
''Başından beri amacın bu muydu?''
''Hayır, değildi. İyi biri olmayabilirim ama bunu düşünecek kadar da kötü değilim. Sadece beni kendi isteğinle destekleyeceğini biliyorum, Jungkook.''
Bedenim acı içindeyken onun gibi bir kadının bu sözlerinden nasıl anlamlar çıkarmam gerektiğini bilemiyordum. Her ne yapmak üzeriyse, bunun için bir karşılık beklemesi şaşırtıcı olmazdı. Babası yüzünden benden nefret ediyor olmalıydı. Ölmem en çok onu sevindirmeliydi. Ama onun tarafında olmama sebep olacak ne yapabilirdi ki? Min Klanı güçlüydü ama iki taraftan büyüyen ateşle başa çıkması zor olacaktı. Bu yüzdendi liderimizin farklı yollar denemeye çalışması. Lee Hyunjae ve Lee Minhyuk ölmüştü. Onlar geri dönemeceklerine göre de savaş kaçınılmazdı.
''Bu kadar kesin konuşmamalısın.'' dedim bana verilen yatağım yanındaki komidinin üzerindeki ilaçlarla ilgilenmeye başladığımda. Bilmediğim bir yerde verilen hiçbir şeyi yemez, içmezdim. Ama nasıl olsa ölüme çok yakındım. Zehirlenecek olsam bile şimdikinden daha kötü bir hale düşemezdim. Bu yüzden, başta tereddüt etsem de getirilen her ilacı kabul etmiştim. Biraz olsun rahatlayabilmeyi ve en azından birkaç saatliğine sakince uyuyabilmeyi diliyordum.