Güneşin doğuşuna saatler kala borular klandan ayrılan savaşçıları uğurlamak için çalınmaya başlamıştı. Ardı ardına, farklı tonlarda, farklı anlamlar taşıyan boruların sesi geniş arazi boyunca yankılandı. İlk kez tanık olduğum bu şeyin beni korkuttuğunu itiraf etmeliydim. Yoongi'nin omzumu sıkan eline rağmen engel olamamıştım ürpermeye.Yola çıkan savaşçıların gösterişini görmeniz bile Min Klanı'nın güçlü olduğunu hissettirebilirdi size. Çoğunluğunu Jung Klanı'dan arta kalanlar ve diğer klanlardan gelen savaşçılar oluşturduğu için farklı renkler bulunuyordu üzerlerinde ama göğüslerinde Min Klanı'nın sembolünün olduğu siyahlara bürünmüş askerler daha dikkat çekiciydi. Grubun her iki yanında duran şamanlar da koyu renk giyinmişlerdi; bez parçasının arasından gözüken açık renk tenleri parıldıyordu sanki, ince bir ışık gibiydi. Yalnızca iki kişinin varlığı ile oluşan tezatlık hayranlık uyandırıcıydı. Ama yine de, insanın korkuya kapılmasını sağlıyordu.
''Ne düşünüyorsun?'' Yoongi elini omzumdan çekerek kollarını göğsünde birleştirdi. ''Sadece ufak bir kısmı olmasına rağmen iyi gözüküyorlar, değil mi?'' Gülümsediğinde gülümsemesine karşılık verdim. ''Düşmanlarınızın neden size boyun eğdiklerini anlayabiliyorum.'' dedim. ''İçlerine korku salıyorsunuz. Karşı koyacak güçleri olsa dahi kılıçlarını çekmeye bile buna cesaret edemezler.''
Yoongi sessizce gülerek karşılık verdi. İyi gözüküyordu ama öyle olmadığını biliyordum; yeteri kadar uyumuyor ve yemiyordu. Güneye giden savaşçılar ve en önemlisi, ortadan kaybolan Jungkook için endişeliydi. Bugün dinlenebilmesini umuyordum. Savaşçıların hazırlıkları bitmiş sayılırdı. Yalnızca yola çıkacak gücü toplamaları gerekiyordu.
''Babamın hayatta olduğu zamanlarda savaşçılarımız daha gösterişliydi. Öyle ki, kendi halkımız bile korkardı onlarla karşılaşmaktan.'' Cümlesini tamamladığında iç çekişini duydum. ''İnsanlar haklı olmalı. Babamdan daha iyi biri olduğum şüpheli ancak onun kadar merhametsiz değilim. Sınırlarımın dışında olup bitene karışmak istemedim. İlgisiz olduğum için değil, onların kendi kaderlerine kendileri karar vermesini istediğim içindi. Belki de hatalıydım.''
Sustuğunda ona döndüm. Yüzündeki gülümseme kaybolmuştu. Benimle, belki de diğerleriyle de, çok az konuşurdu liderliği hakkında. Bu yüzden bir anda konuşmaya başlaması şaşırtmıştı beni.
''Klanımız güçsüzleşiyor; sebebi ben miyim, emin değilim ama o olsaydı asla ilk hamleyi düşmanının yapmasına izin vermezdi. Akıllı diyemezdim ama ne yaptığını bilen bir adam, iyi bir liderdi.''
''Sen de öylesin.'' dedim. Olanların sebebinin o olmadığını söylemek istiyordum ona. ''Güneydekilerin bu kadar hızlı harekete geçeceğini bilemezdin.''
''Tahmin etmeliydim. Hazırlıklı olmak zorundaydım, Jimin. Lider olarak bu benim görevim.''
''Hadi ama!'' Uzanıp elini yakaladım ve hafifçe sıktım parmaklarını. ''Her şeyin suçlusu sen olamazsın. Tabii boynumdaki ısırık izlerinin suçlusu kesinlikle sensindir.'' Gülümsediğimde bakışları boynuma kaymıştı. Boyunluk izleri kapatmaya yeterli gelmemişti. Söz konusu Yoongi olduğunda daha fazlası gerekiyordu. ''Gittikçe bana benziyorsun.'' diye mırıldandı. Boştaki elini uzatarak parmak uçlarıyla boynuma dokundu. ''Sorunluluğunu almalı mıyım?''
''Alsan iyi olur.''
''Ah!'' Geri çekilerek elleriyle yüzünü kapattı. ''Böyle bir anda bunu düşündüğüme inanamıyorum.''
Kendimi tutamayarak güldüm. Yüzündeki ifade çok sevimliydi. Bu soğuk hava yakışmıyordu ona.
''Ne düşünüyorsunuz böyle?''