-Jungkook-Evimden ayrı geçirdiğim zaman boyunca birçok şeye tanık olmuştum. Daha önce görmediğim yerlerle, bilmediğim şeylerle karşılaşmıştım. Bunların içinde harabeye dönen evleriyle Jung ve Kim klanları da vardı. Eğer o külleri hala duran yerleşim yerini görmeseydim karşımda gördüğüm orduyu sindirebilmem daha kolay olurdu sanırım. Ama elbette ki onları ilk görüşüm değildi bu. Jung klanının efsanelerdeki elflere benzeyen okçu birliğiyle sınırların dışındaki barbar kabilelerden birinde karşılaşmıştı. Bizimki de olmak üzere birçok bölgede düşman olarak görülen bir kabileydi bu.
Jung savaşçılarının beni düşmanları olarak görmelerine şaşırmamıştım. Sonuçta ben de Min kanını taşıyordum. Benden nefret etmeleri doğal bir şeydi bu yüzden. Ordumuzun yola çıktığı ve zaferle döndüğü günü hatırlıyordum. Bay Min'in yüzünde ve göğsünde derin bir kesik vardı. Herkes öleceğini ama ölüm nedeninin yaraları olmayacağını düşünmüştü. Canlı canlı yaktığı masum insanlar yüzünden öleceğini söylemişti bana bakıcılık yapan yaşlı kadın. Ama böyle olmamıştı. Bay Min çıkarlar için yapılan anlaşmalar yüzünden öldürülmüştü. Hem de acısız bir şekilde. Hakettiği bir ölüm şekli değildi. Onun için üzüldüğümü söyleyemezdim. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Hissettiğim tek şey ölümünden sonra kardeşim olduğunu öğrendiğim Yoongi'nin üzüntüsünden havaya yayılan acı ve öfkenin verdiği endişeydi.
''Jungkook.''
Taehyung'un sesiyle hafifçe başımı kaldırıp ona doğru döndüm.
''Ne düşünüyorsun?''
''Dalmışım sadece.'' diye mırıldandım uzanıp elini tutarken.
Yokluğumda her şey gibi o da değişmişti ve değişime karşı koymaya çalıştığı göz altlarındaki morluklardan anlaşılıyordu. Beni bıraktığım gibi karşılamak istemesi kalbimi acıtıyordu.
''Artık yatağına dönme vaktin gelmedi mi?''
Gelmişti sanırım.
Göğsümde büyük, zehirle bulanmış bir baltanın açtığı bir yara vardı. Ve her saniye daha da derinleşiyordu. Yoongi ve Namjoon dışında bunun nedenini kimsenin bilmeyişi bir nebze de olsa beni mutlu ediyordu. Çünkü kimse Yoo Kihyun'un taşıdığı siyah kanın benim damarlarımda akmaya başladığını bilmek istemezdi. Ne de olsa ben liderlerinin ölmüş olması gereken gayrimeşru çocuklarından biriydim. Var olmamam gerekiyordu.
Taehyung yerinden doğrulduğunda ben de kalkmak zorunda kalmıştım. Zaten Mino ve Seokjin'in anlam veremediğim atışmaları başımı ağrıtmaya başlamıştı artık.
''İyi dinlen!'' diye bağırdı Mino biz toplantı salonumdan çıkarken.
''Neler oluyor?''
Taehyung sıkıca kolumu kavradığında durdum.
''Dinlenmem-''
''Neden bahsettiğimi biliyorsun.''
Sert çıkan sesiyle artık açıklama yapmamın zamanı geldiğini anlamıştım. Günlerdir uyanmamı bekliyordu ve kimse ona doğru dürüst bir açıklama yapmamıştı. Ki en çok onun hakkıydı birlikte olduğu kişininin başına ne geldiğini öğrenmek.
''Yukarı çıkalım önce, olur mu?''
İtiraz etmeyip yürümeye başladığında rahalamıştım. En azından beni zorlamayacaktı.
''Jungkook!''
Bize doğru yürüyen Yoongi ve Jimin'i gördüğümde bir kez daha durmak zorunda kalmıştım.