Min Clanı'nın merkezinden uzak, yemyeşil bir ovaya kurulu olan köye doğru hızlı adımlarla yürürken arkamdan sakince, o muhteşem atının üzerinde beni takip eden eşimin dudaklarına yerleşmiş tebessümün varlığından emindim. Uzun süre önce bana verilmiş, onunkinin aksine kar beyazı tüylere sahip at da yanında yürüyordu sakince. Birbirimize alışmamız kısa sürmüştü o atla ve bundan dolayı mutluydum. Yoongi'nin önünde küçük düşmek veya beceriksiz gözükmekten ölesiye korkmuştum çünkü. Ancak şimdi anlayışla ve şefkatle beni izleyen bir çift göze sahiptim. Bu bana endişelerimin aptalca olduğunu hatırlatıyor; huzur veriyordu bana.''Yorulmadınız mı, Bay Min?''
Yoongi, yumuşak ve oyuncu ses tonuyla konuştuğunda omuzumun üzerinden bakarak gülümsedim. ''Hayır, henüz değil.''
''Enerjini boşa harcıyorsun.'' demişti gülümsememe karşılık verdiğinde.
''Atları burada bırakmayacak mıyız zaten? Sen de insen iyi olur.'' dedim söylediğini gözardı ederek. Ne zamandır yürüyordum, bilmiyordum ve böyle mutluydum. Birbirine çarpan kılıçların sesleri, Taehyung'un emirleri ve Hoseok'un alay dolu sözlerinden bir günlüğüne de olsa kurtulmuştum. İlk kez gördüğüm bu köy yeşilin içinde sessizliğe gömülmüştü. Min Klanı'na ait olduğuna inanmak güçtü bu yüzden. ''Burası topraklarınızın bir parçası mı yoksa size bağlı bir klana mı ait?''
Kim olduğumuzu gizleyerek baş başa vakit geçirmeye karar verdiğimiz için atları burada bırakmak zorundaydık. Yoongi'nin atı ''Ben doğu liderinin atıyım.'' diye bağırıyordu üstelik. O varken tanınmamamız imkansızdı.
''Her ikisi de.'' Yoongi atından inerek cevap verdiğinde her iki ata da hafifçe vurmuş ve geldiğimiz yöne doğru koşmalarını sağlamıştı. Evin yolunu bilebilirlerdi, benim aksime. Benim kaybolmam ve ormana çıkan bir yol sayesinde açıklıktan ölmem veya vahşi hayvanlarca öldürülmem daha muhtemeldi.
''Hoşuna gitti mi?''
Bana doğru uzatılan eli kavrayarak bedenimi Yoongi'nin bedenine yaklaştırdım. Üzerimizdeki pelerinler birbirine kenetlenmiş parmaklarımızı kapatıyordu, burada rahattım.
''Evet ama terk edilmiş gibi bir izlenim yaratıyor. Bizimkine kıyasla fazla sessiz.''
Yanıtımla gülerek başını salladı. Ben de bu sırada terk edilmemiş bir yer olmasını umarak uzanıp yanağına ufak bir öpücük bıraktım. Köylülerle sohbet etmek, tatmadığım tatları tatmak ve Iseul için hediye almak istiyordum. Farklı şeylere sahip olmayı seviyordu ve beni de bu yolda aracı olarak görüyordu. Sonuçta o evde kalmış, ben evlenerek başka bir yere gitmiştim.
Köye adım attığımızda Yoongi'nin sessizliğini garipseyerek konuştum, ''Boş değil, değil mi?Terk edilmediğini söyler misin?'' Hafifçe elini sıktığımda taşlı yoldaki bakışlarını bana çevirdi. Kısa bir an kısık gözlerle yüzümü incelemişti. ''Burası annemin kötü ve benim doğduğum yer. Aynı zamanda Jungkook'un da.''
Sesindeki incelik nefesimin kesilmesine neden olmuştu o an. Annesinin ölümüyle sarsılmış bir çocukluk geçirmişti. Neler yaşadığını, neler hissettiğini asla anlayamazdım ve yaslanacağı sağlam bir omuz olmak istiyordum onun için. Ama çatılan kaşların geç farkına varmıştım. Burası Jungkook'un doğduğu köy ise eğer, babası annesini doğup büyüdüğü köyden bir kadınla aldatmış demekti.