Suzan Hacıgarip & Yasir Miy: Kırmasın
18. BÖLÜM: "SAMAN ALEVİ"
Yönünü kaybetmiş bir yabancı kadar ürkek, arkamda olan herkesi karşıma alabilecek kadar karmaşık, asla düşünmemem gereken şeyleri zihnime bile sürmeyecek kadar güçlü hissediyordum kendimi.
Belki de içimi ele geçiren şey duygularıma da kast etmişti, çünkü bu seferki kırgınlıktan da öteydi...
Bu seferki bir ölüm, kökünden parmaklarımla kazıyarak söküp çıkardığım bir bitiş hikâyesiydi. Kopup da gitmişti.
Bir sonbahar gecesiydi onu kaybettiğimde.
Bir silah patlamış, bir kurşun göğsümü delip geçmişti o gece.
Bir kurşundu belki etimi çiğneyen ama ben tüm geçmişimin parçalanıp dağıldığını hissetmiştim o kurşunla birlikte.
Sevdiğim adamı almıştı benden o kurşun, ruhumu çekip çıkarmıştı içimden. Geriye bitki misali, yalnızca solunum yapabilen bir beden bırakmıştı geriye benden.
"Savaş," diyen Alin'in sesi doldurdu odanın içini. "Ağabeyin geldi, kapıda seni beklediğini söyledi."
Gözlerim kapalı, bilincim tamamen olduğum andan bağımsızdı. O geceden sonra ne bir kez ağzımı açmış, ne de hayatta kalmak dışında bir iki lokmayı fazladan ağzıma almıştım.
Birileri gelip gitmiş, başımda sürekli birileri konuşup durmuştu ama ne olduğunun idrakine dahi varamadan öylece uyumaya devam etmiştim. Öylece, olduğum yerde yumduğum gözlerimle sadece ya uyumuş, ya da arada bir öylesine, farklılık olsun diye gözlerimi açıp öylece tavanı seyredip durmuştum. Diğer günlerde de pek bir farklılık yaşanmadı; uyudum, kalktım. Kısa bir duş alıp geri yattım, Alin'in getirdiği bir tepsi yemekten yalnızca yarım kâse çorbamı içip bıraktım.
Zaman kavramamı tamamen kaybetmiş, yalnızca pencereden yansıyan ışığa göre düşünür olmuştum. Havanın tamamen kararmasıyla kapımın açıldığını duydum, muhtemelen ya Alin ya da yine Savaş gelmiş olmalıydı. Zira burada geçirdiğim süre boyunca onlardan başka kimseyi buraya sokmamıştım. Defalarca kez beni görmeye gelen ne İrem ne de Feza'yı istemiştim. Kimseyi görmek de duymak da şu an için tercihim değildi.
"Tam iki hafta oldu." Duyduğum ses gözlerimin kapalı olmasına rağmen kaşlarımın istemsizce çatılmasına neden oldu. "Uzaktan edindiğim gözlemlerimin tam aksi şekilde davranıyorsun Hazel Saraç."
Bir tepki vermeden öylece durmaya devam ettim.
"Dışarıdan her şeye, herkese koşulsuzca kafa tutabilirmiş gibi görünürdün oysaki. Ama şimdi..."
"Ama şimdi..." diye mırıldandım ağzımın ucuyla.
"Ama şimdi aslında göründüğün kadar da güçlü olmadığını görüyorum Hazel."
Sözlerinin normalde beni haddinden fazla sinirlendirmesi gerekirdi, fakat bu kez öyle olmadı. Hatta benim bile beklemeyeceğim bir şekilde dudaklarımdan ufak bir kıkırtı kaçırmama neden oldu. Beni zerre tanımayan biri karşıma geçmiş güçlü olmaktan bahsediyordu. Üzerimdeki yorganı ayağımla tepeleyip oturur bir pozisyona geçerken yüzümdeki sinir bozucu gülümseme yerini korumaya devam etti.
"Melikşah Ural..." diye mırıldandım gözlerimi sertçe gözlerinin içine dikip, az önceki gülümseme yerini tamamen duvar gibi bir ifadeye bıraktığında. "Adını tüm Türkiye'ye, hatta ve hatta yaptığı olağanüstü yardım ve yatırımlarla yurtdışına kadar taşırdığın ününe güvenerek mi karşımda duruyor, benim hakkımda benim iznim olmadan yorumlarda bulunabiliyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK OKYANUS II
Teen FictionBir eliyle ensemi sıkıca kavrayıp bedenimi kendisine yaslarken, dudaklarını hemen dudaklarımın kenarına bastırdı. "Ellerimi açtığın an başına gelecekleri biliyorsun değil mi?" diye sordum, sıcak nefesi tenime vuruyor, gözlerinin içine kadar güldüğün...