~bölüm otuz sekiz~

5.7K 549 357
                                    

Evrim
15:40
Okul çıkışı

Seke seke, adeta bir tavşan gibi yürümeye devam ettim.

Gelen öğrenci grubunu hızlı adımlarla geçerken birisine tosladım.

Yüzümdeki aptal gülümseme silinmezken bir özür mırıldandım ve tanıdık kahve kokusunu aldım.

Gelmiştim.

Kapıyı ittirip içeri girdim.

Gözlerim anında Çağıl'ı buldu, cam kenarına oturmuş, kitap okuyordu. Bir dizini kırmış oturuyor, ifadesi okudukça değişiyordu. Sanırım heyecanlı bir yerde olmalıydı.

Çok tatlı.

Çok tatlı.

Beyaz sweetshirtüyle oynarken beni fark etti.

Kalbim teklerken yüzüm yanmaya başlamıştı.

Yavaş yavaş yanına yaklaştım.

"Hoş geldin minik tavşan,"dedi gülerek. Ayracı kaldığı yere koydu.

"Böyle olmaz ki,"dedim ben de gülerek.

"Ne olmazmış?" Gözlerini kısarak bana bakarken yüzünde muzip ifadesi vardı.

"Benim kaybolmam gerekiyordu, öyle geliyorduk." Üstümü gösterdim. "Ayrıca okul formalarıyla olduğumu hatırladıkça kahroluyorum."

"Uh, bence çok şirin gözüküyorsun."

Heyecandan aptal aptal güldüm.

O da güldü. "Bu kadar güleceğini bilsem hep söylerim."

"Söyleme,"dedim gülmeyi kesmeden.

Masada bana uzandı. "Söyleyeceğim bir kere, uyarılar reddedildi."

Burnumu sıktı.

Gülerek elini ısırmaya çalıştım.

Eliyle yüzümü kavramasını beklememiştim, yanaklarımı hafiften sıkmasını, burnumu öpmesini de...

Kızardığıma emindim, kahverengi masaya baktım.

Küçük bir kahkahayla ayağa kalktı. "Salepleri alıyorum."

Başımı sallayarak yüzüne baktım.

Çabucak geri geldi. "Okulun nasıl geçtiğini sormayacağım. Okul işte." Yüz buruşturdu.

"Ben gelmeden kitap okuyordun,"dedim merakla.

"Eveet, bakmak ister misin?"deyip kitabını gösterdi.

Stefan Zweig okuyordu.

"Bence birbirimiz için yaratılmışız!"dedim heyecanla.

Rezilsin Evrim vol;

"Gel,"deyip sandalyemi yakınına çekti.

Saleplerimizi içerek kitaba baktık.

"Ve öyle sanıyorum ki, beni ölüm döşeğimden çağırsaydın bile, yataktan kalkıp seninle gitme gücünü toplardım.*"

Çağıl çenesindeki gamzeyi belli eden gülümsemesiyle kitaba baktı.

"Okumuş muydun?"

"Dört kere."

"Her seferinde hiç okumamış gibi,"diye mırıldandı.

Gözlerine baktım.

"Bir kitabı çok sevdiysem unuturum,"diye devam etti. "Hiç okumamışım gibi."

"Hiç okumamışsın gibi,"dedim kısık sesle.

Yan profilden kalbimi pıtır pıtır ettiren gülümsemesi ve onunla aydınlanmış tüm yüz hatları hiç gerçekmiş gibi gelmiyordu. O benim hayallerimi kaplıyor, ikimiz orada duruyorduk.

"Sen de unut,"dedi.

"Güzel kitaba benziyor,"dedim.

Çağıl ilk sayfayı açtı. "Bilmiyorum. Okumadan karar veremeyiz, değil mi?"

Başımı sayfalar ilerledikçe omzuna yaklaştırarak hissettirmemeye çalışır  gibi -öyle yapıyordum, evet- oraya gizlendim.

Çağıl beni koluyla kendisine iyice çekti ve boynuna yaklaşmış oldum.

Salepten bir yudum alarak normalmiş gibi devam ettik. Tabii benim vücudum temastan uyuşuyordu.

O kadar kötü değildi, vücudumun o tatlı hisle gevşediğini hissetmiştim.

Gözlerim bunun ağırlığıyla kapandı.

Sonra yirmi bir sayfa okuduk, Çağıl ile otobüs durağına kadar yürüdükten sonra ayrıldık.

Eve girmeden anahtarı çıkardığımda cebimde bir kağıt fark ettim.

Çağıl not yazmıştı.

Hızla hafif buruşmuş kağıdı açtım.

"O gece ve daha tanımadan, hayatımda ilk defa olmak üzere, senin hayalini kurmuştum.**"

Yüzümdeki aptal gülümsemeyle içeri girdim.

* ve ** kısımlar Stefan Zweig'ın Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu adlı kitabından alıntıdır.

Vulcanus [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin