İhtiyaç Odası her zamankinden daha sessizdi.
Hermione Granger ve Draco Malfoy bu odadaydı. İkisi de hayatlarında ilk defa birbirleriyle başbaşa kalmışlardı. İlk defa bunu istemişlerdi.
Şimdi ikisi de sessizdi.
Hermione artık konuşması gerektiğini hissediyordu. Dakikalardır dilinin ucuna kadar gelen kelimeleri yutmuş, kendini tutmuştu. Bunun nedeni büyük ölçüde Draco'nun köşede duran eski bir koltuğa oturmuş, başını koluna yaslayarak dalgın bir şekilde pencereden dışarı bakmasıydı. Hermione o pencereden bakınca Hogwarts'ı görmüyordu. Bunun yerine bir kır manzarası vardı, ağaçlar ve batan güneşin süslediği güzel bir görüntüydü bu. Şu an Draco'ya bir şey dese bile onun kendisini duyacağından şüpheliydi.
Dikkatini toplamak için gözlerini sihirli manzaradan ayırdı. Saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Malfoy?"
Yanılmıştı, Draco onun sesini duyduğu anda camı izlemeyi bırakıp ona dönmüştü.
Bakışlarından bir anlam çıkarmak çok zordu ve Hermione hiçbir zaman bu konuda uzman olmamıştı. Keşke bunu da bir kitapta okuyup öğrenebilseydi.
"Neden buradayız?" dedi en sonunda Hermione.
Draco bir süre ona bakmaya devam etti, konuşmadı. Hermione bunu dediğine çoktan pişman olmuştu. Neden konuşmayı böyle başlatmayı seçmişti ki? Şu an her şeyi başlamadan bitirmiş olabilirdi oysa onun cevaplara ihtiyacı vardı.
Sonunda, "Burada bir işimiz yoktu," dedi Draco ve devam etti, "Beni buraya kadar sen takip ettin."
Buna söyleyecek bir şeyi yoktu işte. Hermione sıkıntıyla iç geçirdi. Daha önceden bir sürü zor şeyi başardığını biliyordu ama son zamanlarda hiçbir şeyde bu konuşmayı yapmak kadar zorlanmamıştı.
"Bana..." diyerek başladı Hermione. Nasıl devam etmeliydi? Ne demeliydi ki Malfoy'un kafasını çevirmeden sürekli onun yüzüne bakmasını sağlamalıydı?
"Bana bugün neler olduğunu açıklayacak mısın?"
Bunu dedikten sonra Malfoy'un yavaşça ayağa kalkışını izledi. İlk defa onu baştan aşağı inceledi. Siyah bir pantolon giymişti ve üstünde aynı şekilde siyah bir kazak vardı. Kazağının kollarını biraz yukarı çekmişti. Rahat bir şekilde duruyordu ama Hermione onun kalkışındaki gerginliği hissedebilmişti. Teninin beyazlığıyla giysilerinin koyuluğunun hoş bir tezat yarattığını düşündüğü anda gözleri onun sol koluna takıldı. Draco onun gözlerinin nereye baktığını fark edip de kazağın kolunu indirmeden önce çok belli olmasa da siyah çizgilerin varlığını görebilmişti. Bir önceki gördüğündeyse o kolda işaretin olmadığına emindi. Gözlerini kaçırdı ve yutkundu.
Draco Malfoy'un bir ölüm yiyen olduğu gerçeğinin aklından uçup gitmesi çok kolaydı. Bunun dönüşü ise kabullenmesi zor bir yük gibi biniyordu omuzlarına. Onunla nasıl normal bir şekilde konuşabilirdi ki? O, normal değildi. Draco Malfoy onun savaştığı şeydi. Ona ve diğer ölüm yiyenlere, Voldemort'a karşı gelmişlerdi; yaptıkları savaşta tanıdığı ve sevdiği insanları kaybetmişti, en yakın arkadaşlarının hastanede her gün ölüm haberini beklemişti, ailesinin hafızasını silmek zorunda kalmıştı. Karşısındaki kişinin teyzesi ona işkence yapmıştı.
Buna rağmen Draco Malfoy'u görmek istiyordu. Onunla konuşmak istiyordu. Üstelik şimdi de onun işareti belirginleşiyordu. Bunun nasıl olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ama iyi şeylerin habercisi olmadığı kesindi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑶𝑵𝑳𝒀 | 𝐇𝐚𝐫𝐫𝐲 𝐏𝐨𝐭𝐭𝐞𝐫 𝐅𝐢𝐜𝐭𝐢𝐨𝐧 | 𝐃𝐫𝐚𝐦𝐢𝐨𝐧𝐞
Fanfiction•Harry Potter Fan Fiction• Kitap esas olarak bir Dramione hikayesi değil, genel bir fiction hikayesini anlatmaktadır. Kapak ve kitabın adı düzenlenecektir. ~ Karanlık bir sabaha açtı gözlerini genç adam. Ne zamandan beri karanlıktı ki onun günleri...