•34•

95 11 14
                                    

10k
Okuyan, yorum yapan, yıldızlayan herkese teşekkürler🤍

Ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu Hermione. Draco hayatına girdiği günden beri zaman durmuştu sanki, hep bir anda, onun inanmak istediği anda kalmıştı. Draco'nun kendisi arkasında olmasına rağmen Hermione'nin, kendine ait olmayan kollar tarafından sarılan bedeni çok farklı yerlerdeydi, birbirlerini gördükleri ilk günde, Draco'nun ona ilk olarak "Bulanık" diye seslenişinde, ortak derslerinde, kavgalarında, Astronomi Kulesi'nde oldukları gecedeydi. Hermione bu yaşananların gerçekliğini sorgulamamıştı bunca süredir, anların gerçek olduğuna emindi yalnızca bunların yaşanabilirliğini sorgulamıştı... Ama sonra susturmuştu içindeki küçük, inatçı sesi. Hayatında ilk defa yaşadığı duyguların onu savurmasına izin vermek istemiş, yakıcı oklara karşı korkmadan dikilmek istemişti ayakta. Artık büyüdük, demişti kendine kendine. Ne o babasının gölgesinin altına saklanan küçük, kafası yalanlarla doldurulmuş olan çocuk artık ne de ben her şeyi bildiğini sanan küçük kızım. Savaş, yaşananlar her şeyin iç yüzünü gösterdi bize, zor da olsa bizi olmamız gereken hale getirdi. Belki de bütün yaşadıklarımızı şu an için yaşadık, belki de...

Bunların ne anlamı kalmıştı şimdi? Hermione'nin hayatında ilk defa araladığı güven kapısı, karşısındaki haine güvenmiş ve ardına kadar açılarak onu içeri almıştı. Draco ona başından beri bir amaçla yaklaşmıştı, başarıya da ulaşmıştı. Sayesinde, Hermione'nin elinde daha fazla kişinin kanı vardı artık. Üstelik bunun gerçekleştiği yol en basit şekilde adiceydi, Hermione'nin boynunda bir tasma gibi asılı duran lanetli nesne, yalnızca hainlerin kullanabileceği bir silahtı.

Hermione'nin gücü kalmamıştı, hiçbir şeye. Draco'nun kollarını üstünden çekemiyordu. Bunu istemiyordu, şaşılacak olan ise bunu kendisine itiraf etmesiydi. İçindeki küçük bir parça hala kendisini kandırmak niyetindeydi, karşısındakine sımsıkı bağlanan o parça tüm olumsuz durumları görmezden gelip Draco'nun varlığına odaklanmak istiyordu... Ama bu mümkün olamazdı. Bu zamana kadar o parçanın sesini dinlemişti ve şimdi ne olmuştu? Ayağa kalkması, Draco'nun, boynundaki kolyeyi çıkarmasını sağlaması gerekiyordu...

Bunun için hareketlendiğinde, Draco'nun tutuşu daha da sıkılaştı. Varlığının her parçasıyla Hermione'yi kontrol altına almak istiyor gibiydi, boynuna taktığı kolye zihnini, güçlü kolları bedenini, Hermione'ye hissettikleri de ruhunu ele geçiriyordu. "Hermione," dedi Draco. "Gitme."

"Ne yapacaksın?" diye sordu Hermione. Artık ağlamayı kestiği için titremeyi de bırakan sesi en ufak bir duygu kırıntısına sahip değildi, aksine o kadar umursamazdı ki bu soru, aralarında oluşan görünmeyen duvarı sağlamlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. "Beni bırakmayacak mısın bu sefer de? Onun için de büyülü bir kementin yok mu Malfoy?"

Bunun üzerine, Draco kollarını ondan çekti yavaşça. Hermione, onun soluk teninin baskısı gidince bir an üşüyormuş gibi hissetti ama bu hissin fiziksel olmadığından son derece emindi. "Beni dinlemeyecek misin?" diye sordu Draco. Sesi umutsuzdu, başlamadan pes etmiş gibi.

Hermione oturduğu yerde döndü, Draco'nun yüzünü görebilecek seviyeye gelene kadar. Hissettiği tek şey, yorgunluktu. Ne kızgınlık ne sinir, ne bağırıp çağırma ne de ona karşı koyma isteği... Yalnız kalmak istiyordu, yalnız kalmak ve önündeki duvara gözlerini dikip düşünmek, bugün ruhuna binmiş olan yüklerin ağırlığı altında ezilmek.

"Ne anlatacaksın?" diye sordu. Draco şaşkın bakışlarıyla ona bakarken –belli ki o da Hermione'nin bağırmaya ve öfke patlamaları yaşamaya devam etmesini beklemişti- sorusunu tekrarladı Hermione. "Ne anlatacaksın, Draco? Konuş, ne diyeceksen. Seni bekliyorum."

 𝑶𝑵𝑳𝒀  | 𝐇𝐚𝐫𝐫𝐲 𝐏𝐨𝐭𝐭𝐞𝐫 𝐅𝐢𝐜𝐭𝐢𝐨𝐧 | 𝐃𝐫𝐚𝐦𝐢𝐨𝐧𝐞Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin