🌟
Hissediyordum, kötü şeyler olacaktı.
Önüme örülmüş buzdan bir cam vardı. O camın arkasında sarı saçlı, henüz okula gidecek yaşta bile olmayan bir minik saklanıyordu. Gözlerindeki ifadeyi görebiliyordum, aklından neler geçtiğini anlayabiliyordum, kendi kendine neler fısıldadığını duyabiliyordum.
"Kaç!" diye bağırdı korkuyla. "Kaçmalısın!"
Neden?
"Eğer şimdi kaçmazsan, her şey daha kötü olacak!"
Neden?
Biliyordum, hissedebiliyordum, kötü şeyler olacaktı. Fakat neden?
Birer buz parçasına dönüşmek üzere olan parmaklarımı hareket ettirdim. Onları sıkıp birer yumruk haline getirirken gözlerim tam karşımda, kapının önünde dikilen oğlandaydı. Ellerinden biri kapının kulpunu sıkıca tutuyor, diğer eli ise kapının yüzeyine bastırıyordu. Daha önce tanışmadığımıza emin olduğum halde fazlasıyla tanıdık gelen yüzüne baktım. İçeriden çığlıkları gelen insanların ya da benim aksime onun yüzünde hiçte panik dolu bir ifade yoktu. Hatta o kadar sakin ve boş bakışlara sahipti ki bu bakışlar benim yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı. İçinde olduğum durumun farkına vardım. Kutay içerideydi. Elbette onun yanına gidecektim, daha sonra da bir şekilde buradan kaçacaktık.
Bir saniye bile düşünmeden kapıya doğru hareketlendim. Birkaç adımda kapıya ulaşmış, hızlıca kapının kulpuna doğru uzanmıştım fakat oğlanın bir eli sertçe kapıya uzanan elime vurmuş ve benim bir adım gerilememe sebep olmuştu. Kaşlarımı çatarak ona baktım. Elimi ittirdiği elini cebine atıp bir telefon çıkardı. Hızlıca bir şeyler tuşladıktan sonra telefonu kulağına götürmüştü. Gözlerimiz kesişti. Ben ona saçma sapan bir ifadeyle bakmaya devam ederken o ise o kadar düzdü ki bu beni çileden çıkarmıştı.
Bir kez daha kapının kulpuna doğru uzandım. Eli bir kez daha benim elime vurarak bana engel olurken, telefonu da kulağına götürüp konuşmaya başlamıştı. "Arabayı mekanın arka tarafına getir. Kızlar tuvaletindeyiz, pencereden çıkacağız."
Tüm vücudum sinirle kasıldı. Bir kez daha kapının kulpuna doğru uzanacaktım ki oğlanın kapıyı tutan eli bana engel olmuş, ardından da hızlı bir hareketle belime dolanmıştı. Bir an şaşkınlıkla kalakalmış ve sağ tarafımda kalan oğlana doğru bakmaya çalışmıştım. Telefonunu cebine attığında beynime bir elektrik akımı gitti ve can havliyle çırpınmaya başladım. "Bırak beni!"
Boşta kalan eliyle yeniden kapının kulpunu tuttu. "Kahretsin," diye fısıldadığını duymuştum. "Bu kadar erken olmamalıydı."
Beni saran kolunun kaskatı kesildiğini hissetmiştim fakat bunu umursamadım. Bir kez daha hırsla çırpınırken, "Bıraksana be!" diye sesimi yükselttim. "Sana diyorum, aptal! Bırak!"
Diğer elini de kapıdan çekti. Onunla da beni sardığında hissettiğim gücü karşısında hayret etmiştim. Görünüşü o kadar heybetli olmamasına rağmen beni öyle sıkı tutuyordu ki onun kolları arasından çıkmamın artık mümkün olmadığını anlamıştım.
Başını bana doğru yaklaştırdı. Nefesini sağ tarafımda, saçlarımın arasında hissedince çırpınmayı kesmek zorunda kalmıştım. "Ne diyorsun?" diye fısıldadı. "Şimdi söyle."
Bana bu şekilde müdahele etmeye hakkı yoktu. Hırsla bir kez daha çırpındım ve "Bırak beni!" diye tısladım. "Beni bu şekilde durduramazsın! Kim olduğunu zannediyorsun sen?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUM
Teen FictionDeniz gökyüzünün bir yansıması, deniz gökyüzünün hiç ulaşamayacağı aşkıydı. Ve patlayan nefret, kan kırmızı kanatlarda şekillenmişti. Kanatlar, büyük bir acıyı taşıyordu kıyıya, aynı zamanda muhtaçlığı. Biz birbimize muhtaçtık. Elleri ellerime, göz...