Başımı öne doğru eğip üzerimdeki nefes kesen beyaz elbiseye baktım. Uzun, bembeyaz olan straplez elbisenin göğüs kısmında, altın sarısı bir kemer ve değişik şekillerin işlemesi vardı. Omuzlarımdan öne doğru düşen sarı saçlarım dalgalıydı ve gerçekten güzel görünüyorlardı. Ellerimle elbisenin iki yanından tutup hafif havaya doğru kaldırdım ve ayaklarıma baktım. Beyaz ve altın sarısı renklerin karıştığı zarif bir babet giymiştim.
Bunları bana kimin aldığını düşünmeye başlayacağım sırada ayaklarımın altında ezilen çimenlere takıldı gözlerim. Bakışlarımı ayaklarımdan çekip kafamı kaldırdım ve etrafı incelemeye başladım. Bulunduğum ortamı yeni fark ediyordum. Yeşillik bir alandaydım. Yerdeki rengarenk çiçekleri görünce şaşkınlığıma engel olamamıştım. Gerçekten mükemmellerdi. Etrafımdaki her yer yeşil çimenler, uzun devasa ağaçlar ve rengarenk çiçeklerle kaplıydı.
Ağaçlardaki kuşlardan kulağıma gelen ve mükemmel bir melodiyi andıran sesleri yeni fark etmiştim. Sanki özellikle ötmeleri için yaratılmış gibiydiler. Gökyüzünün rengi gerçekten mükemmel bir tondaydı. Pamuk şekeri andıran beyaz bulutların arasından, mavinin en güzel tonlarından birini barındıran gökyüzü görünüyordu. Genelde kapalı havaları severdim fakat içinde bulunduğum bu ortama ve maviye hayır diyemezdim. Kalbimin etrafına ördüğüm buzdan camlarımın ardında aşırı derecede büyümüş bir mavi aşkı vardı. Her şeye hayır diyebilirdim ve kaçabilirdim fakat hiçbir zaman maviden kaçamamıştım.
Başımı, önümdeki devasa ağaçların birinin dalına bağlı olan salıncağa çevirdim. İçimdeki çocuk kendini gösterip şımarıkça sırıttığında ellerimle elbisemi tutup hafif kaldırdım ve salıncağa doğru koşmaya başladım. Çocukluğumda salıncağa pek binen bir çocuk olmadığım için hep içimde kalmıştı ve bu mükemmel ortamda ki salıncağa da binmemezlik yapamazdım.
Salıncağın yanına ulaştığım sırada elbisemi tutmayı bırakıp uçlarının tekrar çimenin üzerine serilmesine izin verdim. Salıncağın iplerinden tutup kendimi yukarı çektim ve salıncağa bindim. İlla sallanmama gerek yoktu, burada oturup ağaçlardan gelen melodik sesleri dinlemekte çok huzur veriyordu. Gözlerimi kapatıp kendimi sadece bir seferlikte olsa huzura kaptırmayı denedim.
Birkaç dakikalık süren ve sanki bana asırlarmış gibi gelen bu güzel an, önümden gelen seslerle son bulmuştu. Gözlerimi hızla aralayıp sesin kaynağına baktım. Birkaç adım ötemde bana sırtını dönmüş biri vardı. Üzerinde ki siyah pelerin onun buraya ait olmadığını göstermek istercesine bulunduğum ortamın tam zıttıydı. Kafasına pelerinin şapkasını geçirmişti ve arkası dönük olduğu için kim olduğunu göremiyordum.
Ellerini kaldırıp ileride bir yeri işaret ettiğinde bakışlarımı o tarafa çevirdim. Devasa ağaçların sadece yarısına kadar yükselen buzdan bir duvar vardı. Duvarın arka tarafından gökyüzüne doğru yükselen bembeyaz bir ışık vardı. Bu duvar bana oldukça tanıdık gelince salıncağın iplerinden tutunup salıncaktan indim. Önümdeki siyah pelerinli adam o tarafa doğru ilerlemeye başladığında bende ellerimle elbisemi tutup hızla arkasından ilerlemeye başladım. Önümüzdeki çamur birinkintisine gözlerim takılı kalınca olduğum yerde kaldım. Oraya basamazdım. Elbisem kirlenirdi.
Önümdeki pelerinli adam çamuru hiç umursamadan oraya basıp geçtiğinde içime bir panik duygusu oluşmuştu. Gittikçe duvara doğru yaklaşıyordu. Boğazıma doğru tırmanan duyguları hissetmemle tereddüt bile etmeden çamura bastım ve pelerinlinin arkasından ilerlemeye devam ettim. Gözlerimi hızla üzerime çevirdiğimde, elbisemin eteklerinin ve ayakkabılarımın çamurla kaplandığını gördüm. Kirlenmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MASUM
Teen FictionDeniz gökyüzünün bir yansıması, deniz gökyüzünün hiç ulaşamayacağı aşkıydı. Ve patlayan nefret, kan kırmızı kanatlarda şekillenmişti. Kanatlar, büyük bir acıyı taşıyordu kıyıya, aynı zamanda muhtaçlığı. Biz birbimize muhtaçtık. Elleri ellerime, göz...