Kuş sesleri. Gözlerim odamın beyaz tavanında boşluğa dalmış gibi takılı kalırken kulaklarıma dolan sesler bahçede öten kuş sesleriydi. Bir de ağır soluk sesleri. Ben Oh Sehun, yanımda bir adamla aynı yatakta uyandım o sabah. Benimle aynı yatakta yatması için sarhoş olmasını beklediğim, ondan hoşlandığım ama kendisi orta derece bir homofobik olduğu için bunu ondan kesinlikle sakladığım, yıllarımı kendisiyle geçirdiğim ama bazen bir o kadar da uzak hissettiğim çocukluk arkadaşımla.
Başımı hafifçe, onu uyandırmaktan korkarcasına, yana çevirdiğimde gördüğüm bedene ait nefes alışverişleri. Dolgun dudakları, basık ve minik burnu, eşsiz ten rengiyle Kim Jongin'le aynı yataktaydık. Gözlerim bana biraz daha eziyet etmek istercesine yüzünde takılı kaldı. Beynim kontrolü ele alıp yataktan doğrulmamı sağlayana kadar doyasıya izledim yüzünü. Benim için tehlike çanı diye bir şey yoktu onu böyle en savunmasız anında izlerken. Yakalanma korkusu yoktu. Oysa Jongin görse açıklayamazdım dahi. Nedenini sorsa anlatamazdım ona. Sana delicesine âşık oldum diyemezdim. Nasıl derdim ki? Ölüm gibi bir şeydi benim için bu.
''Uyan Jongin.''
Her zamanki rolüme bürünüp onu hafifçe tekmeledikten sonra yataktan kalktım. Jongin homurdanarak gerilirken banyoya geçtim.
''Bu şekilde uyandırmak zorunda değilsin.''
Yeni uykudan uyandığı için boğuk ve kırık çıkan sesiyle yüzümü buruşturdum. Kafayı yemek üzereydim. Kesinlikle. Bundan bile etkilenmem ne tür bir sapkınlıktı.
''Erken uyanmayı dene.''
Umursamaz kimliğim benim kurtarıcımdı. Az önce neredeyse ağlayacak olan ben değilmişim gibi tekdüze bir sesle konuşmak gün geçtikçe kolaylaşıyordu. Kolaylaşmak zorundaydı. Bunca zaman hayatta kalmamın başka açıklaması olamazdı.
Soğuk suyla yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçalarken hareketlerimi olabildiğince yavaşlatmaya çalışıyordum. Çıplak bir Jongin her ne kadar görmeye can attığım bir şey olsa da buna dayanamayacağım ortadaydı. Bu ağır davranışlarım sonucunu vermişti zaten. İçeri geçtiğimde Jongin'i kravatını bağlarken buldum.
''Bugün bir planın var mı?''
Günlerden cumartesi olduğunun bilincinde omuz silktim. Birazdan sinirlenecekti.
''Plansız hareket etmemelisin.''
Beni yanıltmayarak biçimli kaşlarını derince çattı. Bundan nefret ediyordum. Üzerimdeki bu baskısı beni boğuyordu.
''Chanyeol'la konuşmadım. Belki bir yerlere çıkarız. Emin değilim.''
''Sadece Chanyeol'la ve gideceğiniz yerden haberim olacak.''
Sabah huysuzluğu üzerindeydi ve daha tam olarak ayılamadığı da açıktı. Benimle asla bu şekilde emredici konuşmazdı. Cümleleri o anlamı taşısa da Jongin ses tonuyla beni zayıf noktamdan yakalayıp istediğini yaptırmayı iyi bilirdi.
Başımı sallayarak onu onayladığımı görünce hafifçe gülümsedi. Kravatıyla işi bitmiş olacak ki biraz uzanıp ceketini eline aldı. Lacivert takım elbisesini tamamlarken muhteşem göründüğüne takılmamaya çalıştım. Tanrım. Bunu bile öğrenmiştim.
''İş yerinde önemli bir olay mı var?''
Bu konuda pek bir şey sormazdım. Ama bu kadar özenmesi meraklandırmıştı beni. Eliyle saçlarını düzeltirken sabırla cevap vermesini bekledim.
''Önemli bir toplantı.''
''Kahvaltı yapacak mısın?''
Bu konu hakkında konuşmak istemediğini anlayıp sordum. İstemezse hiçbir şey anlatmazdı zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where Butterflies Never Die
FanfictionJongin'in kendi çelişkileri vardı. Beni yanında istiyordu. Beni yanında istemiyordu. Beni kendinden uzaklaştırıyordu. Onu terk etmemden korkuyordu. Benden nefret ediyordu. Beni seviyordu. Bana gülümsüyor ardından beni öldürüyordu. SeKai - KaiHun