26-Burada Benim İçin Duruyor Olacak Mısın Kim Jongin?

941 101 19
                                    

Kelebekler muhteşem yaratıklardır. Bunu sadece rengârenk kanatlarına ve özgürce etrafta gezinmelerine bakarak bile söyleyebiliriz. Kelebekleri herkes sever. Bir tırtılken yüzümüzü buruşturarak baktığımız hayvanların bir hafta kadar bir süre içerisinde başkalaşıp güzel bir kelebeğe dönüşmesi ise hayranlık uyandırır bizde.

Kelebekler güzeldir. Özgürlüğün simgeleridir. Masumiyetin, saflığın simgeleridir. Mavi olanları hariç. Onlar hakkında hemen herkesin bildiği bir hikâye vardır.

Boşnak halkının Sırp kuvvetleri tarafından maruz kaldıkları soykırım sonrası savaşın bitimine yakın toplu mezarların ortaya çıkmasına neden olmuşlardır çünkü. Değişen bitki örtüsü ve bir anda ortaya çıkan bu kelebekler toplu mezarların keşfedilmesine neden olurken, o andan itibaren ölümün simgelerinden biri haline gelmişlerdir.

Oldukça acı ve kan dondurucu bir hikâye. Elbette öyle. Saflığı simgeleyen bir hayvanın ölümün bir işareti olması dehşet verici. Ve bu dehşeti şu sıralar iliklerime kadar yaşıyordum. Birileri bana mavi kelebek göndermişti. Önce bir kafesin içinde şimdi de bir zincire bağlı. Bir aptal bile bunun ne anlama geldiğini anlayabilirdi. Açıkça ölüm tehdidi almıştım işte. İlk defa gerçekten korkmuştum. Böylelikle de daha önce hiç gerçekten korkmadığımı anlamış oluyordum. Jongin daha önce hiç gerçekten korkmama izin vermemişti.

Onun da korktuğunu biliyordum. Jongin sinirlenmiş Chanyeol'u eve gönderdikten sonra adeta delirmişti. Sağa sola emirler verip telefonunu da sinirle kırdığını görünce duruma müdahale etmem gerektiğine karar vermiştim.

''Jongin.''

Ellerini tutup bana bakmasını sağladım. Gözbebekleri titriyordu. Devam edebilmek için dudaklarımı ıslattım.

''Sehun. Yalvarırım.''

Konuşmama izin vermeden dudaklarından dökülen yakarışla afalladım. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmasa da sesindeki güçsüzlük beni yıkmıştı.

''Jongin ben...''

Devam edemedim. Benim onu sakinleştirebilmek adına dokunduğum ellerimi kendi avucunun içine alırken gözleri gözlerimdeydi.

''Yarın gidiyoruz. Bir süreliğine sadece. Tek istediğim bana karşı çıkmaman.''

O böyleyken dediği herhangi bir şeyi nasıl reddedebilirdim ki?

''Nereye gidiyoruz?''

Kabul ettiğimi anlayınca omuzları düştü. Rahatlaması beni de sakinleştirirken devam etmesini bekledim.

''Dağ evine. Birkaç gün orada kalacaksın. Ben buradaki işleri halledene kadar.''

Sona doğru sertleşen sesiyle duraksadım. Söylediği bir şey dikkatimi çekmişti.

''Ben tek başıma mı kalacağım orada? Peki ya sen?''

''Geleceğim. Ben de geleceğim ama ne kadar sık gelebilirim emin değilim.''

Başımı usulca salladım. Derin bir nefes verdi. Kabul etmesem de beni zorla götüreceğini biliyordum. Yine de ona zorluk çıkarmamam hoşuna gitmişti.

''FMN'de görüşmem var Jongin. Bana ikinci bir şans vermeyeceklerdir.''

Gözlerini kapayıp başını salladı.

''Merak etme. Oraya girmeyi ne kadar istediğini biliyorum. Zamanında burada olacağına söz veriyorum.''

Gülümsedim. Biraz buruk bir gülümsemeydi. Birilerinin hedefi olmak tüm neşemi almıştı benden. Jongin yapacağı işleri olduğunu söyleyip giderken odama çıktım. Küçük bir el çantası çıkarıp içine bana bir hafta kadar yetecek kıyafetlerimi doldurdum. Kişisel eşyalarımı da yanına ekleyince çantada neredeyse hiç yer kalmamıştı. Erken uyanacağımı biliyordum. O yüzden erkenden uyudum.

Where Butterflies Never DieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin