Küllerinden yeniden doğmak. Yapmak istediğim ama asla yapamayacağım bir şey. Geriye külüm bile kalmamıştı. Öylesine savrulmuş, öylesine yok olmuştum. Sorun değildi. Alışmıştım. Her şey yolundaymış gibi rol yapmak benim için artık hiçbir şeydi.Jongin'le birkaç akşam önceki konuşmamızdan bu yana görüşmemiştik. Yüzünü bile görememiştim. İkimiz de kendi kabuğumuza çekilmiş gibiydik. Tüm o karmaşa ve şiddet bizi yormuştu. Birbirimizi yaralamış ve dağıtmıştık. O akşam bizim için kopma noktası olmuştu. Bunun bize ne tür bir etkisi olurdu kestiremiyordum. Bu şekilde darmadağın devam edebilirdik. O eski Jongin olmazdı ve ben de kendi benliğimden uzak yaşardım. Ya da toparlanırdık. Ayrı ayrı ya da birlikte. Yeniden biz olurduk.
Bunu becerebilecek miydik bilemiyordum. Her şey karmaşık ve imkansız görünüyordu. Öyle ki bir süre sonra sorgulayamayacak duruma gelmiştim. Artık düşünemiyordum. Sorun değildi. En azından şimdilik. Çünkü bu sabah bana her şeyi unutturacak, kafamı meşgul edecek bir mesaj gelmişti.
Bilinmeyen numaradan gelen mesaj normalde hemen Jongin'in yanına koşturacağım bir şeydi ama yapmadım. Yaptığımın tehlikeli olduğunu bile bile yapmadım üstelik. Jongin'e gitmeyecektim. Ondan yardım dilenmeyecek ya da gözünde bir daha aciz duruma düşmeyecektim. Planım buydu. Yapacaktım.
Elimdeki telefona gelen bir adres ve sonuna konmuş mavi kelebeğe bir kez daha baktım. Bu adresi biliyordum. Kyungsoo'nun da çalıştığı Turquoise kafeydi burası. Üniversiteyle evim arasında kalan, merkeze oldukça yakın sıradan bir kafeydi. Dekorasyonunda fazlaca kullanılmış turkuaz renginden başka akılda kalıcı bir özelliği de yoktu. Sık sık gittiğim bir kafe olmasından başka. Bunu bile biliyor olmaları içimi titretmişti. Bir tesadüf olacağını düşünecek kadar aptal değildim. Bana bununla bir mesaj gönderiyorlardı. Beni izliyorlardı. Gözleri üzerimdeydi.
Gideceğimi düşünecek kadar kendilerini kaybedip etmediklerini bilmiyordum ama oraya asla gitmeyecektim. Yine de ellerim klavyede gezinip kim olduklarını sorarken tereddüt etmedim. Jongin bana hiçbir şey anlatmıyorsa ben öğrenirdim. Cevap gecikmedi. Az önce gelen mesaj yeniden gönderilmişti. Ek olarak mavi kelebeğin yanında gülen bir surat vardı. Hoşuma gitmemişti. Hakkımda bu kadar şey bilmeleri beni tedirgin ederken Kyungsoo'yu aradım.
''Bugün çalışıyor musun?''
''Sana da merhaba Sehun. Ben iyiyim. Senden ne haber?''
''İyiyim Kyungsoo. Ee bugün çalışıyor musun?''
Küçük bir kıkırtı saldı.
''Evet. Aslında izin günümdü ama garip bir şekilde bugün burası çok yoğun. Chanyeol planlarımız bozulduğu için somurtuyordu.''
''İzin alamaz mısın?''
''Denedim ama imkânsız. Neden? Garip davranıyorsun.''
''Önemli bir şey değil. Oraya geliyorum.''
Kyungsoo'dan haberleri olup olmadığını bilmiyordum ama bunu şansa bırakamazdım. Tanrım ona bir şey yapamazlardı değil mi?
''Öyle mi? Seninle ilgilenebileceğimi sanmıyorum ama Chanyeol'u ararsam...''
''Hayır hayır. Arama. Sakın arama. Biriyle randevum var sadece. Benimle konuşmasan da olur. İşine bak sen olur mu? Yoksa rahatsız hissederim.''
''Pekala. Ah! Şimdi gitmem gerekiyor. Gelince belki görüşebiliriz.''
''Tabii. Hadi işine dön sen.''
Telefonu kapatıp sertçe yatağıma fırlattım. Ellerim saçlarıma çıkıp onları çekiştirirken dudaklarıma dişlerimle işkence ettim. Olamazdı değil mi? Beni Kyungsoo'yla tehdit ediyor olamazlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where Butterflies Never Die
FanfictionJongin'in kendi çelişkileri vardı. Beni yanında istiyordu. Beni yanında istemiyordu. Beni kendinden uzaklaştırıyordu. Onu terk etmemden korkuyordu. Benden nefret ediyordu. Beni seviyordu. Bana gülümsüyor ardından beni öldürüyordu. SeKai - KaiHun