4) BUZ GİBİ

4.9K 364 17
                                    

Önce ince bir buz tabakası ile kaplanmış küçük bir göl gördüm. Sonra inanılmaz bir şekilde parıldayan yarı şeffaf sarkıtlar, dikitler.. Burası devasa bir yeraltı mağarası olmalıydı.

Etrafı incelemeye devam ederken tam bir daire şeklindeki göle doğru, beni asıl şaşırtan mavi ışığın geldiği yöne doğru ilerliyordum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Etrafı incelemeye devam ederken tam bir daire şeklindeki göle doğru, beni asıl şaşırtan mavi ışığın geldiği yöne doğru ilerliyordum.

Gölün tam ortasında, hemen hemen üç metre yükseklikte bir dikitin içinde ışıldayan o sonsuz maviliğe doğru bakakaldım.

Şaşkınlığımı üzerimden atınca oraya ulaşmak için bir yol düşünmeye başladım. Nasıl ulaşacaktım, nasıl! Gölün üzerindeki buz tabakası hiç sağlam görünmüyordu.

Ve birden kendime geldim. Sanki bir büyünün etkisinden çıkmış gibiydim. Ne yapıyordum böyle, neden oraya ulaşmak istiyordum ki?

 Elfler ışıklarla ayrı bir bağ sahibidir.

Elf krallığında eskiden gökyüzünde en çok yıldız olan günlere Merethen Gilith denirdi ve tüm elfler şafağa kadar yıldız ışıklarını izlerlerdi. En son beş yaşımda Merethen gilith'i kutlayabilmiştim... Sonra acı... Krallığımın düşüşü... Babamı kaybedişim...

Bu düşüncelerden hızlıca kurtuldum. Düşünmemek için neredeyse zihnimde saklambaç oynuyordum. Ama bir şekilde yeniden geliyordu geçmiş, peşimi bırakmıyordu...

Ah... Merethen Gilith'i kutlamayalı ne çok olmuştu.. Benliğimi kaybetmeye başlamış ve giderek ışıktan uzaklaşmıştım. Benim gibi yurdu olmayan, çeşitli diyarlara dağılmış ve gizlenerek yaşamını sürdüren tüm elflere, o insan kralın istediği şey oluyordu işte! Hepsi insanlara benziyordu. Benliklerini kaybediyorlardı!

Tüm bedenim baştan aşağı titreyince -belki son düşüncelerim yüzünden belki de soğuktan titremişti- o ışığa ulaşmam gerektiğini anladım.

Elimden düşmeyen yayımı, oklarımı, kemerimi, pelerinimi gölün kenarına bıraktım. Yeterince hafiflediğime kanaat getirince yavaş ve emin adımlarla incecik buz tabakasının üstünde yürümeye başladım.

Bir adım atıyor ağırlığımı o adımda toplarken çok yavaş olmaya gayret ediyordum. Sonra bir adım daha... Bir adım daha... Bir kaç adım daha...

İşte dikitin yanındaydım! Ama sevincim uzun sürmedi. Bu kaygan, soğuk ve ürpertici dikite nasıl tırmanacaktım?! Evet, boyum uzundu belki ama üç metrelik bir dev değildim herhalde...

 Boru değil dikit yahu!  diyen iç sesime kaybol! dedikten sonra kara kara düşünürken aklıma bir fikir geldi ama... Bu fikirden kendim bile korktum!

SELÛNE(Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin