''Silahlarınızı bırakın!''
Üç insan da hızlıca arkasını döndü ve parlayan yayıma hayretle baktılar. Birkaç saniye sonra ise bıçak kullanan insanın eli fırlatma bıçaklarından birinin üzerine gitti. Ona bakarak:
''Eğer şimdi silahını bırakmazsan... Az sonra... Bırakmana gerek kalmayacak!'' dedim. Güzel konuştun dedi iç sesim. Onu duymazdan gelip yayımı biraz daha gerdim. Bu hareketim üzerine kılıçlı savaşçı:
''Tamam... Tamam sakin ol.'' dedi eğilip kılıcını yere bırakırken. Bunun üzerine baltalı ve bıçaklı savaşçılarda silahlarını yere bıraktılar. ''Garip konuşuyorsun, deniz ötesinden misin?'' diye cümlesini tamamladı kılıçlı savaşçı.
Söylediklerini anlamam biraz uzun sürdü. Anladığımda gözlerim kocaman açıldı! Ama kapüşonum takılıydı ve surat ifademden haberleri yoktu. Elf olduğumu ortaya çıkarabilecek kulaklarımı da görmemişlerdi. Bu sırada Tiwele gelip benim yanımda durunca kılıçlı savaşçının gözleri önce ona sonra bana kaydı.
''Hey! Cevap verecek misin?'' diye sorusunu tekrarladığında onları neden hala vurmadığımı düşünüyordum.
Evet... Onlar beni dikkat çekmeden krallığa sokabilirlerdi. Bana güvenmelerini sağlamalıydım. Tek başıma krallığın surlarını aşıp kralı bulmam mümkün değildi zaten.
Düşüncelerden sıyrıldığımda üç insanın kuşkulu gözlerle birbirlerine baktıklarını gördüm. Kafamda kurduğum cümleyi söylemeye çalıştım:
''Evet, denizin ötesi, orada bu konuşma var.'' diye uyduruverdim. Kılıçlı ve bıçaklı savaşçının tek kaşları havaya kalktı. Baltalı olanın kalktı mı bilmiyordum, miğferi ağız ve burun için bırakılmış boşluklar dışında tüm yüzünü kaplıyordu. Sonra rahatsız edici bir sessizlik oldu. Ardından kılıçlı savaşçı yine konuştu:
''Pekala... Şuan bir krallığın sınırları içinde olduğumuzu biliyor musun?''
Bu söylediğini anlayabilmem daha uzun sürdü. Bu sefer sorusunu da yinelemedi ve rahatsız edici sessizlikte daha uzun sürdü. Cevap olarak:
''Evet, ben krallığa gelmek için geldim.'' dedim. Kılıçlı savaşçı bu cevap üzerine bir teklifte bulundu:
''Bizde o krallığa gidiyoruz, istersen bizimle gelebilirsin ve...'' Bıçaklı savaşçı lafını kesip:
''Artık silahını indirse iyi olur.'' dedi. Bunu söylediğinde uzun bıçaklı savaşçının kız olduğunu anladım. Evet, ama saçları... Miğferinin içinde olmalıydı.
Şimdi üçü de meraklı gözlerle silahımı indirmemi bekliyorlardı. Onlara güvenebilir miydim? Ya silahımı indirdiğim an... Bu kuşkuları bir kenara bıraktım ve yayımı sırtıma, oklarımı sadağıma geri koydum. Onlarda yerden silahlarını aldılar. Ama herhangi bir harekette bulunan olmadı.
Tiwele'yi işaret ederek bana yaklaşan kılıçlı savaşçı:
''Atım, beni bile bu kadar sevmiyor.'' dedi ve güldü. Ona:
''Çünkü o at senin değil, benim...'' dedim. Durdu ve ciddi bir yüz ifadesi ile kollarını kavuşturarak:
''Evet, bu atı krallıktan bir hizmetçi bulmuş, birkaç yıldır ilgileniyorum onunla. Ama sana aitse kanıtlaman gerekecek.'' dedi. Dediklerini anlayınca gülümsedim.
''Tiwele!'' dedim. Ama elf dilinde konuşamazdım. Ona nasıl komut verecektim? Beni anlamasını umut ederek, ''Gel!'' dedim. Tiwele geldi. Demek bu insan onunla ilgilenmekle kalmayıp eğitmişti de... Bu hoşuma gitmese de şimdilik böyle olacaktı. Yanıma gelen Tiwele'nin yumuşacık yelesini okşadım. O da kafasını bana sürttü. Özlemişti beni, Lle mi... (Bende) diye fısıldadım kulağına... Kılıçlı savaşçı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SELÛNE(Düzenleniyor)
FantasyEski bir elf efsanesi şöyle der; Karlı dağların kalbinde, En soğuk olanın içinde, Kış rüzgarlarıyla, Buzdan beslenerek büyür. ❄ ❄ ❄ Yanardağların kalbinde, En sıcak olanın içinde, L...