Artık ışığa bakmaktan gözümün önünde mavi benekler oluşmaya başlamıştı.
Kafamı yavaşça yukarıya kaldırdım. Gözlerim, tavandaki sarkıta, oradan da dikite doğru kaydı... Sarkıt ve dikit arasındaki mesafe kolum kadardı. Eğer o sarkıta ulaşabilirsem...
Bana gereken şey: İp...
Aynı yavaş ve dikkatli adımlarla gölden geçip eşyalarımı bıraktığım kıyıya döndüm. Kemer, pelerin, ikiz bıçaklarım, Sadak!
Sadağımın dibinde beş metrelik bir ip daha vardı!
Oklarımı boşalttım, ipi aldım ve okları yeniden sadağa yerleştirdim.
Neredeyse altı metre yukarıdaki sarkıta nişan alıp kendime tavandan sarkan bir ip elde edecektim. İpe tırmanıp dikitin üzerine ulaşacaktım. Ve sonra da mavi ışığa... Yani kısaca planım buydu.
İşe yarar belki... iç sesim benimle aynı fikirde miydi? Belki dedim... İşte şimdi oldu.
Eğilip yayımı ve oklarımı aldım, yeniden sırtıma taktım. Böylesi daha iyiydi... Yaysız ve oksuz kendimi savunmasız hissediyordum. Evet bıçaklarım da vardı ama, yay ve ok benim bir parçam gibiydi.
Sadaktan bir ok çektim, ipi arka ucuna sıkıca bağladım. Gözüme daha önce kestirdiğim sarkıta nişan aldım ve yayımı gerdim.
Derin bir nefes... Ve nefesimi verirken ok hedefini bulmuştu bile...
Sarkıta saplanan ok diğer tarafından çıkmayınca bu beni tedirgin etse de, ipi güçlü bir şekilde çekip kontrol ettiğimde saplanan ok ve sarkıt kıpırdamayınca rahatladım. Güzel...
İpe sıkıca tutunup yavaşça ağırlığımı vermeye başladım. Evet, taşıyacak galiba... Birazcık tırmandım. Hala taşıyor. Biraz daha... Yuh! Hala taşıyor, şimdiye kopmalıydı ya! Kapa çeneni seni küçük... İç ses...!
Tamam, şimdi sarkıt ve ona saplanan ok hemen başımın üstündeydi. Kafamı dikite doğru çevirdim. Büyüleyici maviliğe bakmak için... Fakat... Bu... Sıradan bir ışık değil...
Bu... Bu bir... Ilgım*!
Şuan da bir Ilgımla... Efsanelerde, hikayelerde duyduğum bir yaratıkla karşı karşıya duruyordum!
Ilgımdan yayılan ışığın enerjisini tüm bedenimde hissediyor, vızıltısını duyuyordum. Hatta bedenimi delip geçiyor, ruhuma işliyordu. Bir elf için bu öyle mükemmel bir histi ki... Eğer bir insan olsaydı belki ılgımı göremezdi bile.
Ilgım... Ilgım... Bu kelime zihnimde bir saniye süren bir anıyı canlandırmıştı:
Küçük kız, hiçbir zaman rahat edemediği, zorla giydirilmiş, zümrüt yeşili gözleriyle uyumlu minik kabarık elbisesinin içinde, kocaman yatağının kenarında oturmuş. Elinde kalın mavi ciltli bir kitapla huzursuzca bekliyor. Sonunda beklemekten sıkıldığında babasına sesleniyor:
''Babaaa! Söz vermiştin.''
Babası gelip küçük kızın odasının kapısında yaslanıp cevap veriyor:
''Tamam prensesim, bana beş dakika ver de muhafızlarıma sınırların durumunu sorayım, olur mu?''
''Çabuk olsun ama!''
''Tamaam...''
Babası sıcacık gülümsüyor ve gidiyor. Küçük kız babasının verdiği cevaptan memnun mu? Hayır... Yine de bekleyecek mi? Evet...
Aradan bir kaç saat geçmişti ve ben babamla Ilgımlarla ilgili o efsanevi kitabı okuyamamış, uyuyakalmıştım. Her gece Elf efsaneleri okurduk. O gece bana o efsaneyi okuyacaktı. Ama olmamıştı işte. Çocuktum unutmuşum.
Belli ki unutmamışsın. Ahh... İç ses, işin yok mu senin!
Bu düşüncelerle geçen saniyelerde de gözlerimi Ilgımdan alamamıştım.
Ona dokunsam... Güçleri bana zarar verir miydi acaba?
Bunu anlamanın tek bir yolu vardı...
( * ) = [ILGIM: Orta dünya'nın büyülü yaratıklarından biri. Kesinlikle canlı ve öldürülemezdir. Baktığınızda ışıktan başka bir şey göremezsiniz, şeklini göstermez, eline alıp ona bağlanan kişiye güçler bahşeden efsanevi bir yaratıktır. Renklerine göre doğasal güçler barındırırlar.]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SELÛNE(Düzenleniyor)
FantastikEski bir elf efsanesi şöyle der; Karlı dağların kalbinde, En soğuk olanın içinde, Kış rüzgarlarıyla, Buzdan beslenerek büyür. ❄ ❄ ❄ Yanardağların kalbinde, En sıcak olanın içinde, L...